F f Bu sözlükte kullanılan Laz alfabesinin 8’inci harfi. Dudak-dişsil ovmalı sessiz konson (*) fonemini gösterir. [(*) Konson, halk dilinde yanlışlıkla “sessiz” denir. Bazılarına göre “ünsüz”. Lazca fonetiği ve fonolojisinde tek başına hece oluşturamayan fonemi ifade eder.] Uluslararası Fonetik Alfabesi’nde [f] şeklinde yazılır. Lazcada başka konson arkasında bulunan [v] ile [f] arasındaki farkı, fonembilim bakımından anlamlı değildir.


fabrika (AŞ ~ FN) i. Fabrika. [< İta.] Fidani-fabrika çayi oşk’omoni şeyepete nkturuy. (AŞ-Ok’ordule) Fidan fabrikası çayı yiyecek şeylerle değiştiriyor. Xasaniz na-içalişamt’u fabrikaz tişen na-var-meuxtu mutu va-ren. (FN-Ç’anapet) Çalıstığı fabrikada Hasan’ın başına gelmeyen bi şey yok. → pavrik’a


Fadime (PZ)(FN ~ AH)(AK) i. Bayan adı “Fatma”nın Lazca söylenişi. # Fadime, Fadime / Gologisum çemane. (PZ, anonim) Fatma, Fatma / Sana keman çalıyorum. Fadime çkimda guri moxtimeri ren. (FN-Ç’anapet) Fatma bana küskündür. Fadimek bere-muşi mektebişa goxazirums. (FN-Sumla) Fatma çocuğunu okula hazırlıyor. Fadime umçane nusa ren. Hemuşi nena majurapez-ti nodgitun. (AH-Lome) Fadime büyük gelindir. Onun sözü diğerlerine de tesir eder. Fadime do Zalixa mektubiten numçinapan. (AK-Döngelli) Fadime ile Zeliha mektupla haberleşiyorlar. → Fadume


Fadume (ÇM ~ AŞ) i. Bayan adı “Fatma”nın Lazca söylenişi. # İni cari lu şk’ala / Cent’u3’eri mca şk’ala / A cari opşk’omik’o do / Fadume-şk’imi şk’ala. (ÇM-Mek’alesk’irit) Soğuk ekmek lahananın yanında / Cent’u3eri süt ile / Bir yemek yeseydim / Fatma’mın yanında. Fadume bere nimxuy. (ÇM-Ğvant) Fatma çocuğu koynuna alıyor. Mustafa Fadumeşi noğame ren. (AŞ-Dutxe) Mustafa Fatma’nın nişanlısıdır. FadumePuci mepçaredeyi lazut’t’işi koçanepe meç’irdu. (AŞ-Ortaalan) Fatmaİneğe vereceğimdiye mısır koçanlarını kopardı. → Fadime


fanela i. Fanila. [< İta.] Dido upi cekçu. Fanela moşk’i3’i. (AŞ-Ortaalan) Çok terledin. Fanilayı çıkar. → fit’k’ozi, filt’ik’ozi; eşka’kuna, eşk’akunaşe; meşakunale


fara (PZ ~ ÇM)(FN ~ AH HP ÇX) i. [çoğ. farape] I. Kere. [< Arp.] Kez. Defa. [< Arp.] Sefer. [< Arp.] Xasanis İst’ambolişa nak’u fara ulvapun, gişk’uran-i ? (PZ-Cigetore) Hasan’ın İstanbul’a kaç kez gitmişliği var, biliyor musunuz ? Termoni cibaşa sum fara ci3aday. (ÇM-Ğvant) Lahana çorbası pişirinceye kadar üç kez tadına bakıyor. Xasanik na-mepçare arguni k’at’a fara bencelumz do moiğams. (FN-Ç’anapet) Hasan verdiğim baltayı her defasında körleştirip getiriyor. Ar fara k’ore3xeyi genç’areyi xolo k’ore3xums. (FN-Ç’anapet) Bir kere sayılmış parayı tekrar sayıyor. Cordani molaxert’uşa, k’at’a ndğaz ar fara darabaz geluğaramt’u. (FN-Ç’anapet) Cordani mahpus iken, her gün duvara bir çizgi çizerdi. Nanak mota-muşı noğaşa oşkumert’aşa  mu eç’opasen xolo ar fara goşinams. (FN-Ç’anapet) Annem tornunu pazara yollarken ne alacağını bir kez daha hatırlatıyor. Pucepe 3’anaz ar fara eğrindun. (FN-Sumla) İnekler yılda bir kez kızışır. Ar tutaz doloxe xut fara mağodu. (AH-Lome) Bir ay içinde beş kere başıma geldi. Zelixaz nak’o fara ren çayiz modvalu gundunun. (AH-Lome) Zelixa’nın kaç keredir çayda ayakkabısı kayboluyor. Ntxiri 3’anas ar içanen. Ala çayi ar 3’anas sum fara içanen. (AH-Lome) Fındık yılda bir kere ürün verir. Ama çay bir yılda üç kere ürün verir. K’a3xanak’a ar 3’anaz doloxe xut fara içanen-doren. (AH-Lome) Yabanmersini bir yıl içinde beş kere meyve verirmiş. Xasanis ham fara t’k’ubişi biç’i avu. (AH-Borğola) Hasan’ın bu sefer ikiz çocuğu oldu. Na-p’k’vati uşkurişi dagi ar farate nuk’us amabidumer. (AH-Borğola) Kestiğim elma dilimini bir defada ağzıma koyuyorum. Doğanik ar not’exi mç’k’udi ar farate nuk’uz amidumers. (AH-Borğola) Doğan bir doyumluk ekmeği bir seferde ağzına alıyor. Nk’ola ar fara ovinuten nek’na kogom3’k’i. (AH-Borğola) Anahtarı bir defa uydurmayla kapıyı açtım. Ar ndğaz vit’o-şkit fara noğaşe bidi-mopti. (AH-Borğola) Bir günde on altı defa çarşıya gidip geldim. Ar ciariş nek’na genk’oleri uğut’u. Sum fara dort-ciari bot’k’oçi do puli var-gemadu. (AH-Borğola) Bir dört kapısı kapalı idi. Üç defa dört-cihar attım da pulumu koyamadım. → fori; defa; seferi

II. (ÇM) Misil. Alişi oxori Memet’işi oxorişa jur fara did-on. (ÇM-Ğvant) Ali’nin evi Mehmet’in evinden iki kez (= iki misil) büyüktür. → k’at’iII


farfalams/ farfalay (PZ ~ ÇM)(AŞ-Ortaalan) Aø har.f. Işıldıyor. K’at’uşi tolepe farfalams. (PZ-Cigetore) Kedinin gözleri ışıldıyor. Alişi kçe 3’endeç’epe farfalay. (ÇM-Ğvant) Ali’nin beyaz çorapları ışıldıyorMeleni rak’k’ani mcora farfalay. (AŞ-Ortaalan) Öteki tepede güneş ışıldıyor. k’vançxums; prandums/ pranduy/ prandun; 3’k’umulay; çxat’uy, çxat’ups, çxat’un; çxant’un; valums; randums; çxant’ums/ çxant’ups; tanups


farfalums (AH) Eø har.f. 1. Gaz lambasındaki ışık [erg.] rüzgârla parıldıyor. Lambak mot farfalums ? İxi bars-i p’eya ? (AH-Lome) Lamba neden parıldıyor ? Rüzgâr mı esiyor acabaLambak farfalums. Nek’na genk’olit. Te meskurasen. (AH-Borğola) Lambanın ışığı dalgalanıyor. Kapıyı kapatın. Işığı sönecek. 2. Ampul içindeki ışık [erg.] yanıp sönüyor. Xolo voltaji yulun-gyulun. Ampulik farfalums. (AH-Lome) Yine voltaj düşüp yükseliyor. Ampul parıldıyor. Ampulişi tek farfalums. Ceryani nik’vatasen steri ren. Lamba doxazirit. (AH-Borğola) Ampulun ışığı dalgalanıyor. Elektrik kesilecek gibi. Lambayı hazırlayın.


fark’i (AŞ)(AH) i. Fark. [< Arp.] Vit’t’işşe otxo gamiğassu fark’i aşi iyen. (AŞ-Ortaalan) 10’dan dördü çıkarınca farkı 6 olur. Vit’işen xuti gamoşkvaşi fark’i xut iven. (AH-Borğola) Ondan beşi çıkarınca fark beş olur. nok’orde, nok’ordu


farzi i. Farz. [< Arp.] Dido para gavaşi Kyabeşe oxtimu-ti farzi iven. (AH-Lome) Çok para olunca Kâbe’ye gitmek de farz oluyor.


fayansi i. Fayans. [< Fra.] Çini. [< Far.] Mutfaği na-dvorçun fayansi et’axuy. (AŞ-Ok’ordule) Mutfakta serili olan fayansı kırıyor.


fazla s. Fazla. Allayise Aydini oşi kiloşen fazla ren. Ha k’ayrola koyoçvap’ams. (AH-Lome) Allah aklına Aydın yüz kilodan fazladır. Bu karyolayı çökertir.


federasyoni i. Federasyon. [< Fra.] Soviyet’işi Federasyoni var-goşibğuşen ogine Batumişa mixtimurt’u. (FN-Ç’anapet) Soviyetler Birliği dağılmadan önce Batum’a gitmişliğim vardı.


felamuri/ felamuyi (FN ~ AH HP ÇX) i. 1. Ihlamur ağacı. Go3’oz na-gop’k’vatit felamurişi nca han3’o dido k’ai irden. (FN-Ç’anapet) Geçen sene budadığımız ıhlamur ağacı bu sene çok iyi büyüyor. Go3’oz na-gopxorxit felamuri han3’o dido k’ai irden. (FN-Sumla) Geçen sene budadığımız ıhlamur ağacı bu sene çok güzel büyüyor. Go3’oz na-pxorxi felamuyi han3’o dido k’ayi irden. (AH-Lome) Geçen sene budadığım ıhlamur ağacı bu sene çok iyi büyüyor. Aliz felamuri na-dorgasen yeyi var-duskidu-i ? Moime(r)s do hak jur sinorişi araz goşorçak’amz. (AH-Lome) Ali’nin ıhlamur dikecek yeri kalmadı mı ? Getirip burada iki hudut arasına sıkıştırıyor. Xarcek na-dorgu felamurepez 3’k’ari gobams. (AH-Lome) Hatice diktiği ıhlamurları suluyor. Ont’ulez na-doborgit felamurepe iri doskidu. Babak e3’k’ims do gzaz golorgams. (AH-Lome) Tarlaya diktiğimiz ıhlamurların hepsi canlandı. Babam onları söküp yol kenarına dikiyor. Na-pxorxi felamurik ti na-gamonç’asen tolepe dovu-doren. (AH-Lome) Budadığım ıhlamur ağacı filizlenecek (= başını çıkaracak) gözleri hazırlamış. P’ap’ulik dido mjora ivaşi gale var-gamulun. Gale gamaxtazna-ti felamuyiz tude e3’uxedun. (AH-Lome) Dedem çok sıcaklarda dışarı çıkmıyor. Dışarı çıksa da ıhlamur ağacının altında oturuyor. Felamurik pukuri gon3’k’a şkule na-goi3xop’u t’ot’epes pukurepe i3xunen. (AH-Borğola) Ihlamur çiçek açtıktan sonra budanan dallarından çiçekler ayıklanır. 2. Ihlamur çiçeğin kurutulmuşu. 3. Kurutulmuş ıhlamur çiçeğinden yapılan sıcak meçrubat. 4. mec. Güçlü ve sapsağlam adam. # Skenceli felamuri / Eli cicişen eli / Muper marazi giğun / Mencelişen na meli. (FN-Sumla) Üzerinde arı kovanı skencesi olan ıhlamur ağacı / Koptun kökünden koptun / Nasıl bir hastalığın var ki / Takattan düşmüşsün. → mdu3xu/ du3xu; flamuri, framuli; ihlamuri


felci s. Felç. [< Arp.] Ar mxuci felci domayu. (PZ-Cigetore) Bir omzum felç oldu. → elvoğuray/ eloğurams, eluğuray/ eluğurams, nuzuli geçams/ nuzuli geçaps; ilvoskiraps


felengi i. Filenk. [< Yun.] Cavidik feluk’a felengiz gyoxunams. (FN-Sumla) Cavit kayığı filenkin üzerine oturtuyor.


feli (ÇM ~ FN) i. Kabak. → k’ast’ane, ore, x’ox’ore/ x’ox’ori. I. (ÇM) 1. Koyu renkli kabak. Ar ndegi feli memit’axu. Kodomok’açu. (ÇM-Ğvant) Bir dilim renkli kabağı kırıp elime tutuşturdu. 2. Beyaz veya renkli kabaktan yapılan yemek. Feli dop’ç’vi. (ÇM-Ğvant) Fırında (beyaz veya renkli) kabak yemeğini yaptım. Feli dobcibi. (ÇM-Ğvant) Beyaz veya renkli kabak haşlamasını yaptım. ≠ ore

II. (AŞ ~ FN) Her çeşit ve her haldeki kabak. Feli-p’ip’ila hey celvobğay. Ma ep’ç’opare. (AŞ-Ok’ordule) Kabak çekirdeğini oraya döksün. Ben alacağım. Bere feli dobok’açapam. Oxorişa idaşa goncaxuy. (AŞ-Ok’ordule) Çocuğa kabağı tutturuyorum. Eve götürene kadar her tarafını eziyor. Nanak felişi k’ant’ari ntxiriz yoşkumerz. (FN-Ç’anapet) Annem kabağın filizlerini fındık ağacının üstüne gönderiyor. Fadimek feli do lazut’işi aras ntxiri eşobğams. (FN-Ç’anapet) Fatma, kabak ile mısırın arasına fındık döküyor. Fadimeşi 3’ut’eli berek ibirt’uşa k’afri felis kono3onu. (FN-Ç’anapet) Fatma’nın en küçük çocuğu oynarken çiviyi kabağa batırdı. Handğa nanak feli do nç’olo ok’ogubums. (FN-Ç’anapet) Bugün annem kabak ile taze mısırı bir arada kaynatıyor. K’işiz mtuyik felepez meşuç’k’omamz. (FN-Ç’anapet) Kışın fare kabağın içini derinleyerek yiyor. Feli var-iç’k’adu. (FN-Ç’anapet) Kabak olgunlaşmamış. Nanak oxombinu şeni gale mjoraz na-nupinasen felişi p’ip’ila mtuyik xvat’umz. (FN-Ç’anapet) Annemin kurutmak için dışarda güneşe serdiği kabak tohumlarını fare kemiriyorBerek avlaz na-z*in feliz xami gyo3onams. (FN-Ç’anapet) Çocuk kapının önünde duran kabağa bıçak saplıyor. Livadi-k’udeliz na-z*in feliz ntxirişi dişka na3onen. (FN-Ç’anapet) Bahçe dibinde yatan kabağa fındık sapı (= fındık odunu) saplanıyor. Nanak ogubu şeni ar ç’uk’i feli daçxuriz geşok’idamz. (FN-Ç’anapet) Annem pişirmek için bir kazan kabağı ateşin içine asıyor. Feli monk’anobate meç’k’odu do gzaz kodantxu. (FN-Ç’anapet) Kabak ağırlıkktan koptu ve yola düştü. Feli m3xuliş t’ot’iz go3’obun. (FN-Sumla) Kabak armut ağacının dalından sarkarak asılıdır. Aşek feliş ocağepe gyuç’vams. (FN-Sumla) Ayşe kabak ocakları(nın üzerinde öteberi) yakıyor. Ar daga (= dagi) feli-ti berez duşinaxi. (FN-Sumla) Bir dilim kabak da çocuğa sakla.


feluk’a (FN ~ HP)(AK) i. [çoğ. feluk’ape] Filika. [< İta.] Kayık. Yat. [< Hol.] Ar şilep’i feluk’az elantxu do mzuğaz gyolapu. (FN-Ç’anapet) Bir küçük yük gemisi kayığa çarptı ve denize batırdı. Feluk’a p’anduraz mek’oreyi ren. (FN-Sumla) Kayık iskele babasına bağlıdır. Cavidik feluk’a felengiz gyoxunams. (FN-Sumla) Cavit kayığı filenkin üzerine oturtuyor. Feluk’a kvaz nantxen. (FN-Sumla) Kayık taşa çarpıyor. Feluk’a mzuğa-p’icişa nanç’en. (FN-Sumla) Kayık sahile yanaşıyor. 3’oxle Xopaşe xvala feluk’ate ilinet’u (ilet’u). (AH-Lome) Eskiden Hopa’ya sadece kayıkla gidilirdi. Handğa na-p’ç’opi mçxomite feluk’a obopşi. (AH-Borğola) Bugün tuttuğum balıkla kayığı doldurdum. Feluk’a-çkimi inoraz parxanaz molabdgim. (AH-Borğola) Kayığımı kışın kayıkhaneye koyarım. Feluk’a-çkimi Map’arves ep’ç’opi. (AH-Borğpla) Kayığımı Çayeli’nden (satın) aldım. Ramizik ağne na-eç’opu feluk’a iris o3’irams. (HP-P’eronit) Ramiz yeni aldığı yatı herkese gösteriyor. Feluk’a dido inçaxen do emu-şeni maşkurinen. (AK-Döngelli) Kayık çok çalkalanıyor da bu yüzden korkuyorum. Berek kart’alişen feluk’a dox’veen do ğalişi kenaris onçviraps. (AK-Döngelli) Çocuk kâğıttan kayık yapmış da derenin kenarında yüzdürüyor. → filuk’a; k’ayiği


feneri/ feneyi i. 1. Gemici feneri. [< Yun.] 2. El feneri. M3’k’upiz feneri nitanams. (AH-Lome) Karanlıkta fenerin ışığını tutuyor.


fesi i. Fes. [< Fas ülkesindeki Fas şehrinin adından] P’ap’u-şk’imi irote fesi citums. (AŞ-Dutxe) Dedem daima fes giyiyor. → kudi[1]


festivali i. Festival. [< Fra.] Ham 3’anaşi Lazi birapaşi festivali go3’oşen-ti mskva ivu. (AH-Borğola) Bu senenin Laz şarkı festivali geçen seneden de güzel oldu.


feyda i. Fayda. [< Arp.] Tofik’işi mitiz feyda var-uğun. Hemuk borci-muşi pağums. (AH-Lome) Tevfik’in kimseye faydası yok. O kendi borcunu temizliyor.


fidani i. Fidan. Fidani-fabrika çayi oşk’omoni şeyepete nkturuy. (AŞ-Ok’ordule) Fidan fabrikası çayı yiyecek şeylerle değiştiriyor. Hay na-doborgaten fidani ombri iyay. (AŞ-Ok’ordule) Buraya dikeceğimiz fidan erik olsun. # Avlaşi ogine m3xuli-fidani / Onciruşa va-momçamt’i meydani / T’angri-şk’imi dolumci do dotani / Ordo moxt’i ordo. Cek’uğurare. (AŞ, N.T.) Evin önündeki bahçenin önünde armut fidanı / Uykuma meydan vermiyrordun / Tanrım akşam et ve sabah et / Tez gel tez. Ardından öleceğim. Hemuk na-dorgu fidanepez 3’k’ari goşatxums. (AH-Borğola) O, diktiği fidanlara su serpiştiriyor. → mşk’vela; leğidi; t’asi; fide; nergi


fide (AŞ ~ AH) i. Fide. Fidan. Bere luği-fide celat’axuy. U3’vi do moy-ikumt’as. (AŞ-Ok’ordule) Çocuk incir fidesini kırıyor. Him, na-dvorgu fide noxombay, xolo uci var-meçasen. (AŞ-Ok’ordule) O, diktiği fide kuruyor olsun da yine kulak vermeyecek. Söyle de yapmasın. Na-dovorgi fidepe bit’um gamik’urump’en. (AŞ-Ok’ordule) Diktiğim fideler hepsi tomurcuklanıyor. Doğani dorgeri fidepeşi oşk’enda na-onpe k’oşk’a3’uy. (AŞ-Ok’ordule) Doğan dikilmiş fidelerin arasında olanları aradan söküyor. Çayi-fide meşk’ik’açu. (AŞ-Ortaalan) Çay fidanı (başka bitkiler tarafından kaplanarak) içte kaldı, sıkıştı. Osmani msxuli-fide xendeği norgay. (AŞ-Ortaalan) Osman armut fidanını hendeğe dikiyor. Na-doborgi fide doxombu. (FN-Sumla) Diktiğim fidan kurudu. Dido t’u3a ivu do balucağiş fidepe beut’i melez. (FN-Sumla) Çok sıcak oldu ve domates fideleri soldu. Na-doborgi şuk’aşi fidepe doxomu-doren. (AH-Borğola) Diktiğim salatalık fideleri kurumuş. Şuk’aşi fide mot-moiktet’az ya do k’et’i elebu3onam do şibiten ok’op’k’orum. (AH-Borğola) Salatalık fidesi devrilmemesi için yanına çubuk dikiyor, bez parçası ile bağlıyorum. Ont’uleşi oktiş k’eleLet’a okaçasya do ntxirişi fide elorgams. (AH-Borğola) Tarlanın yokuş tarafına Toprağı (= toprağın kaymasını) tutsundiye fındık fidesi dikiyor. Getasulez na-dirgu fidepez 3’k’ari var-gubana exomun. (AH-Borğola) Bahçeye dikilen fideler sulanmazsa kurur. → mşk’vela; leğidi; t’asi; fidani; nergi


Fifi (FN-Sumla) i. [şımarık dilde] Fadime (= Fatma).


fik’eta (AH) i. Firkete. (*) Çengelli iğne. Kilitli iğne: İştonişi lastiği fik’etate goşobudvi. (AH-Lome) Don lastiğini firkete ile geçirdim. Na-elubru3’u porça fik’etas kodokaçapu. (AH-Borğola) Yırtılan gömleğini firketeyle tutturdu. [(*) Bazıları Türkçe “firkete” kelimesinin İtalyanca kökenli olduğnu iddia etmektedir. Halbuki “firkete” anlamına gelen İtalyanca kelimesi forcina’dır. İtalyanca kelimeler arasında “firkete” kelimesine biçim bakımından en yakın olanları ise forchetta (çatal) ile forchetto (diren).] → ela3ona, ela3onaşe; k’afri3’a; me3igale; ≠ [mekik] firk’eta


fik’iaşa (FN-Sumla) i. [dey. fik’iaşa iven : Kol kanat oluyor. Kanat geriyor.] Didi-nana motalepez fik’iaşa iven. (FN-Sumla) Büyükanne torunlara kol kanat oluyor.


fik’iri i. I. Fikir. [< Arp.] II. (FN-Ç’anapet) Dikkat. Nanak fik’iri-suzi avla gelaçxumt’uşa 3’k’ari gale na-gemiburt’u porçapez gabu. (FN-Ç’anapet) Annem dikkatsizce evin önünü yıkarken su dışarda asılı duran gömleklerime sıçradı.

[(FN-Ç’anapet) fik’iri meçams: Dikkat ediyor.] Nanak fik’iri var-meçuyiz bere livadişa idu do heko int’k’olen. (FN-Ç’anapet) Annem dikkat etmeyince çocuk bahçeye gitti ve orada toz toprağın içinde pynuyor.

III. (AH) Hafıza. P’ap’uliz çkar fik’iri var-uğun. İlacişi ora babak goşinams. (AH-Lome) Dedemin hafızası hiç yok. İlaç zamanını babam hatırlatıyor.


filimi i. ve s. I. i. Film. [< Fra. < İng.] 1. Fotoğrafçıkta, radyografide ve sinemacılıkta resim çekmek için kullanılan, selülozdan, saydam, bükülebilir şerit. Ali filimi oyindruşa cext’u. (ÇM-Ğvant) Ali film almağa indi. 2. Sinemacılıkta bir oyunun bütününü taşıyan şerit ya da şeritlerin topu. 3. Sinema makinesi ile gösterilen yapıt. Andğa mektebis filimi obiyamt’es. (PZ-Cigetore) Bugün okulda sinama oynatıyorlardi. İnternet’işa ar filimi ciyonay. (AŞ-Ok’ordule) İnternet’ten bir film indiriyor. Alik filimiz o3’k’omilu şeni saloni om3’k’upinams. (FN-Ç’anapet) Ali filme bakmak için salonu karartıyor. İrik filimi-ti do na-unon müziği-ti İnternetişen gyonç’ams. Mitik para meçams do var-eç’opums. Na-ixenen emeğepe mitik var-iduşuns. (AH-Lome) Herkes filmi de istediği müziği de İnternet’ten indiriyor. Kimse para verip almıyor. Yapılan emekleri kimse düşünmüyor. Sinemaz iri didi k’oçi bere-çkimiz go3’uxedun. Hemuk-ti filimiz k’ai var-a3’k’omilen. (AH-Borğola) Sinemada hep büyük (= cüsseli) insan çocuğumun önünde oturuyor. O da filmi iyi seyredemiyor. → filmi

II. s. Film. Numaracı. Kendini bir şey sanan. Ç’e ! Mu filimi k’oçi re, si haşşo. (AH-Lome) Yahu ! Ne film adamsın böyle.


filisi (FN) i. Filiz. Ç’ubrişi filisi şu t’aşa k’ai ok’i3’k’en. (FN-Sumla) Kestane filizi yaş iken daha kolay birbirinden ayrılıyor. İxik lazut’işi filisepe eloktams. (FN-Sumla) Rüzgâr mısır filizlerini yana yatırıyor. → mşk’vela; leğidi; t’asi; fide; nergi; f. mzgudun; eliğams, elimers, ek’iğams


Filistini i. Filistin. İsrailik Filistinis na-oğodamspe dunyak seyi ikoms. (AH-Lome) İsrail’in Filistin’e yaptıklarını dünya seyrediyor. İsraili do Filistini boyne ok’obunan. (AK-Döngelli) İsrail ve Filistin devamlı kavga ediyorlar.


Filistinli (AH-Lome) s. ve i. [çoğ. Filistinlipe] Filistin’li. Arap’istanis Filistinlipe xizmet’oba steri dulyapez oçalişapaman. (AH-Lome) Arabistan’da Filistin’lileri hizmetçilik gibi işlerde çalıştırıyorlar. → Filist’iniII, Filistinuri


Filistinuri (AH-Borğola) s. ve i. Filistin’li. Filistinuri k’oçepek dido 3’anaşen doni n3’orina doloxe skidunan. (AH-Borğola) Filistin’li insanlar çok yıllardan beri eziyet içinde yaşıyorlar. → Filist’iniII, Filistinli


Filist’ini (ÇM) s. ve i. I. i. Filistin. II. Filistin’li. İsraili-msva Filist’inepeşi ort’u. (ÇM-Ğvant) İsrail Filistin’lilerin idi. → Filistinli, Filistinuri


filmi (AK) i. Filim. [< Fra. < İng.] Amserineri filmi guri xodolomiç’u edo vimgari. (AK-Döngelli) Bu geceki film yüreğimi yaktı da ağladım. → filimi


filt’ik’ozi (AH-Borğola) i. [muhtemelen < “fildekoz” < Fra.] İç çamaşır. Atlet. [< Fra.] Fanila. [< İta.] Upi kogekçu-doren ! Doloxeni filt’ik’ozi şu giğunna komoşi3’k’i. (AH-Borğola) Terlemişsin ! İçindeki fanila ıslaksa içinden çıkar. → fit’ik’ozi; fanela; eşk’akuna, eşk’akunaşe; meşakunale


filuk’a (PZ-Cigetore) i. [çoğ. filuk’ape] Filika. [< İta.] Kayık. Yat. [< Hol.] Filuk’ate çxombi oç’opuşa vidit do a m3ika çxombi op’ç’opit. (PZ-Cigetore) Kayıkla balık avlamaya gittik da biraz balık avladık. → feluk’a; k’ayiği


fincili (ÇM ~ AŞ) i. Sümük. Ali p’anda fincili gamişifonay. (ÇM-Ğvant) Ali her zaman sümüğünü siliyor (= sümkürüyor). Feridi fincili işifonay. (AŞ-Ok’ordule) Ferit sümüğünü sümkürüyor. → fingiliI; gingili; xvaliII


fincilyari (ÇM) s. Sümüklü. Alişi bere fincilyari on. (ÇM-Ğvant) Ali’nin çocuğu sümüklüdür. → fingilyari


fingili (PZ)(FN-Ç’anapet) i. I. (PZ)(FN-Ç’anapet) Sümük. Xasanis mazap’u ak’nu do çxindişa fingili calen. Gamişifonams. (PZ-Cigetore) Hasan gribe yakalandı da burundan sümük akıyor. Sümkürüyor. Xasanişi bereşi çxindişa p’anda fingili calen. (PZ-Cigetore) Hasan’ın çocuğunun burundan her zaman sümük akıyor. Bozo-çkimiz ğoma gale ini au do ğomamcişen doni fingili gyuxtamz. (FN-Ç’anapet) Kızım dün dışarda üşüdü ve dün akşamdan beri sümüğü akıyor. → fincili; gingili; xvaliII

II. (PZ) Balgam. Xasanik fingili gamişifonams. (PZ-Cigetore) Hasan balgam çıkarıyor. eşk’ixvalay; gamixvalen; xvaliI dobğams/ xvaliI dobğaps


fingilyari (PZ) s. Sümüklü. Hasanis nçxindi fingilyari uğun. Hi-şeni cişifonams. (PZ-Cigetore) Hasan’ın burnu sümüklüdür. Ondan dolayı sümkürüyor. → fincilyari


finori-k’uli (PZ-Cigetore) i. Arkalıklı sandalye. → troni[1]; mencironi/ menciyoni; ≠ meyojinaşe-k’uli; ≠ k’uli, orz*o, troni[2]


firida (PZ ~ ÇM)(AŞ-Ortaalan ~ FN) i. [çoğ. firidape] I. (PZ ~ ÇM)(AŞ-Ortaalan ~ FN-Ç’anapet) Tahta vs’de kendiliğinden oluşan veya bilerek havanın girmesi için bırakılan aralık veya delik. 1. Aralık. Kvalepe-firidape ixite pirçi-let’a meşk’vabğen. (ÇM-Ğvant) Taşların aralıklarına rüzgâr ile toz toprak giriyor (= doluyor). Ali oşk’urepe firidaşa k’oşk’vobğay. (ÇM-Ğvant) Ali elmaları aralıktan döküyor. Mç’ipe mçveri firidapeşa k’oşk’vabğen. (ÇM-Ğvant) İnce un tahata aralıklarına dökülüyor. Ali p’andiloma firidape ok’vonç’ay. (ÇM-Ğvant) Ali döşemenin aralıklarını yanaştırıyor. Ali k’oda-firidaşa oxori doloxe ixosyaray. (ÇM-Ğvant) Ali duvarın aralığından evin iç tarafı gözetliyor. Ali k’oda-firidape noxlap’epe k’oşk’udgay. (ÇM-Ğvant) Ali duvardaki aralıkların içine parça tahtalar (= ağaç parçaları, ağaç yontusu) koyuyor. Marxelepe xeloba-nişite kvalepe-firidape xibarepe meşk’vorçamt’ey. (ÇM-Ğvant) Ustalar ustalıkları ile taşların arasındaki boşluklarına ince taşlar yerleştiriyorlardı. Laç’i-k’inçi obğe ğormape do 3’oderi-firidape ixenay. (ÇM-Ğvant) Baştankara yuvasını ağaç kovuklarına ve duvar boşluklarına yapar. NanakFiridapeşen mç’aci mod-amit’azdeyi axirişi nek’la lazmate t’a3ums. (FN-Ç’anapet) AnnemAralıklardan sinekler girmesindiye ahırın kapısını inek dışkısı ile sıvazlıyor. Ntxirişi k’ak’alepe ç’ak’işe gamalayiz pi3arişi firidapez irçak’en. (FN-Ç’anapet) Fındık taneleri kozasından çıkınca tahta aralıklarına sıkışıyor. Pederik naylaşi firidaz na-goşak3u-doren pi3arepe goşa3’k’umz. (FN-Ç’anapet) Babam serenderin aralıklarında çürüyen tahtaları aradan söküyor. PederikNaylaz k’inçi mod-amalert’azdeyi firidapez mbelape orçak’amz. (FN-Ç’anapet) BabamSerendere kuş giremesindiye rüzgârlıklara (= tahta bosluklarına) bez sıkıştırıyor. 2. Delik. Na-turgi otva firidape kuğun. (ÇM-Ğvant) Örttüğün çatıda delikler var. Firidaşe dido ini mulun. Nunzgipi. (AŞ-Ortaalan) Delikten çok soğuk geliyor. Tıka. Babak mç’aci şeni axirişi firidape nz*gipums. (FN-Ç’anapet) Babam sinekten dolayı ahırdaki delikleri kapatıyor.

II. (FN-Sumla) Genellikle daraba tahtalarının zamanla kuruma sonucu meydana gelen çok ince açıklık. [Hava esince oralardan rüzgâr girer ve “fiiiiii, fiiiiii” diye ıslık çalar. Belki de bu ıslıktan adını almıştır. (Kasten bıraklan aralıklara armozi denir.) A.D.]


firidali (PZ-Cigetore) s. Firida’sı çok olan. Şk’uni oxori iri k’ale firidali on. (PZ-Cigetore) Bizim ev her tarafı deliklidir.


firk’eta (FN) i. I. Mekik. Da-çkimik firk’etate gotvalaz goşoni şumz. (FN-Ç’anapet) Kız kardeşım mekikle tülbent oyası örüyor. → mak’oç’i; apxa; ≠ [çengel iğnesi] fik’eta

II. Toka. Saça sekil vermek için kullanılan takı. Firk’eta elodaz*amz. (FN-Ç’anapet) Tokayi bir yere (ya da birine) takıyor. XarcekToma ogine mod-dolomabğert’azya do ucepe k’ala firk’eta elidaz*amz. (FN-Ç’anapet)  HaticeSaçlarım öne dökülmesindiye kulakların yanına toka takıyor. Oxorca-çkimik k’at’a ndğaz bozo-çkuni mektebişa gzaz var-gyodginaşa tomape firk’etaten eludaz*amz. (FN-Ç’anapet) Eşim kızımızı okul yoluna koymadan önce saçlarını toka ile ilişikliyor. → toka


fişeği i. Fişek. Oxorişe idaşi o3’udes na-gelobğun fişeğepe komomiği. Musaz mepçare. (AH-Borğola) Eve gittiğinde rafta serpilmiş halde duran fişekleri getir. Musa’ya verceğim.


fişekluği i. Fişeklik. Ar k’ale fişekluği golvobun. Ar k’ale tuffeği elubun. (AŞ-Ortaalan) Bir taraftan fişeklik asılı. Bir taraftan tüfek asılı. Kemalik k’inçi oiluşe ulut’aşi fişekluği goik’idams. (AH-Borğola) Kemal kuş avına giderken fişekliği etrafına (beline) takıyor.


fit’ik’ozi/ fit’t’ik’ozi (AŞ-Ortaalan ~ FN) i. [muhtemelen < “fildekoz” < Fra.] İç çamaşır. Atlet. [< Fra.] Fanila. [< İta.] “İni mayenit’t’urna yunişi fit’t’ik’ozi meşk’ikunare. (AŞ-Ortaalan) “Üşüyorumdiyorsan içine yün fanila giyeceksin. Didi-nanak mota-muşiz fit’ik’ozi meşokunamz. (FN-Ç’anapet) Büyükanne torununa atleti içine giydiriyor. Ruza do porçaşi araz fit’ik’ozi goşobun. (FN-Ç’anapet) Ceketle gömlek arasında iç çamaşır asılı duruyor. P’ap’ulik upite na-aşuvu fit’ik’ozi moşi3’k’ams. (FN-Ç’anapet) Dedem terle ıslanan atletini çıkarıyor. → filt’ik’ozi; fanela; eşk’akuna, eşk’akunaşe; meşakunale


fit’ili i. Fitil. Anusa salınan donmuş yağ kıvamında ve koni biçiminde ilâç. Oxorcak beres mundis fit’ili meşudumers. (HP-P’eronit) Kadın çocuğun anusuna fitili koyuyor.


fit’ozi (ÇM) s Uyanık. A him bere 3adi. Muç’o fit’oz on. (ÇM-Ğvant) Bir şu çocuğa bak. Nasıl uyanık.


fit’re i. Fitre. [< Arp.] Ramazanın son günlerinde verilmesi dince buyrulan, miktarı belirli sadaka. Oçi sk’ani şeni fit’re niçam. Şk’imi şeni-ti memiçare. (AŞ-Ortaalan) Madem senin için fitre veriyorsun. Benim için de vereceksin. Nanak k’at’a 3’anaz fit’re niçams. (FN-Ç’anapet) Annem her sene kendisi için sadaka veriyor. Ma han3’o fit’re Nermanis mepçare. AlaKemiç’opasen-i, p’eya ?” ma do biduşunam. - Ç’e, mu var-egiç’opasen ? “Mik mu momçasen ?” ya do ap’ik’o dgin. (AH-Lome) Ben bu yıl fitreyi Neriman’a vereceğim. AmaAcaba benden alır mı ?” diye düşünüyorum. - Yahu, ne senden almayacak ? Kim ne bana verecek ?” diye bekleyiştedir.


fiyati i. Fiyat. [< Arp.] Hukumetik oç’k’omaleşi fiyatiz p’anda munz*inams. (AH-Lome) Hükümet yiyecek fiyatlarını her zaman arttırıyor. → dogneri; ğira


flamuri (PZ)(AŞ-Ok’ordule) i. 1. Ihlamur ağacı. Flamurişi mca pxorxum. 3’anas opşa msk’va imordasen. (PZ-Cigetore) Ihlamur ağacını buduyorum. Seneye çok güzel büyüyecek. Coşk’unik flamuri goxorxums. (PZ-Cigetore) Coşkun ıhlamur ağacının etrafını buduyor. Şk’uni flamurepes opşa k’avi iyen. (PZ-Cigetore) Bizim ıhlamur ağacında çok mantar oluyor. XasanikPucis pçaredeyi flamuri xorxums. (PZ-Cigetore) Hasanİneğe yedireceğimdiye ıhlamur buduyor. Ma flamurişi pi3arepe miğut’u. Xasanis xutişa-viti dovoşk’orapi. (PZ-Cigetore) Benim ıhlamurdan tahtalarım vardı. Hasan’a beşe on kestirdim. Him flamuri oxori zade mok’vatven. Cep’k’vatik’ot. (AŞ-Ok’ordule) O ıhlamur (ağacı) evi çok kapatıyor. (Dibinden) keselim (= Keşke kesseydik). Him flamuri Alişi oxori zade mok’utuy. Gopşk’orik’ot. (AŞ-Ok’ordule) O ıhlamur Ali’nin evini çok kapatıyor. Budasak (= Budasaydık). Ali flamuri-şk’imişa ext’u. Gomişk’oray. Mext’asen. (AŞ-Ok’ordule) Ali ıhlamuruma çıktı. Etrafını kessin. (Sana) gelecek.

2. Ihlamur çiçeğin kurutulmuşu. 3. Kurutulmuş ıhlamur çiçeğinden yapılan sıcak meçrubat. → mdu3xu/ du3xu; framuli, felamuri; ihlamuri


floxti[1] (FN) i. İsilik. Nanak bere t’u3a oraz dolopseri naşku do mundiz floxti dau. (FN-Ç’anapet) Annem çocuğu altına isemiş olarak braktı ve götünde isilik oluştu. → minç’aII; ç’eğeli; noçxvopeli


floxti[2] → froxti


floxt’un (PZ ~ AŞ) øL/Aø har.f. Kabarıyor. Şişiyor. → froxtun

I. (PZ-Cigetore) øL har.f. Bir yerde [lok.] kabarma oluyor, şişlik oluyor. Ç’veyi svas floxt’un. (PZ-Cigetore) Yanmış yer şişiyor (= kelimesi kelimesine : “yanmış yerde kabarma oluyor”).

II. (PZ ~ AŞ) Aø har.f. Bir şey [aps.] kabarıyor ya da şişiyor. T’u3a ora mca var-ompunaşa naşk’vasi floxt’un. (ÇM-Ğvant) Sıcak zamanda (= yazın) sütü kaynatmadan bırakırsan kabarıyor (= köpürüyor). K’ork’ot’i floxt’un. (AŞ-Ok’ordule) Muhallebi kabarıyor. Na-pşoli zimari floxt’aşa mç’eşare. (AŞ-Ortaalan) Yoğurduğum hamur kabarıncaya kadar bekleyeceksin. ++ cofloxt’un, cufloxt’un, cafloxt’en

+ ufloxt’un AD har.f. Birinin [dat.] vücudunun bir yeri [aps.] (ısı, allerji vs’den) kabarıyor, şişiyor. Xasanis xaşk’aleri 3’arite xepe aç’u do xepe ufloxt’un. (PZ-Cigetore) Hasan’ın eli kaynamış suyla yandı ve eli kabarıyor. Ali t’ut’uji so-nasvasen ufloxt’un. (ÇM-Ğvant) Ali’nin neresine ısırgan otu sürülse şişiyor. Doğani t’u3’a 3’ari gvabu do xe ufloxt’un. (AŞ-Ok’ordule) Doğan’a sıcak su döküldü de eli kabarıyor. Msva elemassu do domifloxt’u. (AŞ-Ortaalan) Yaprak bana sürüldü de [sürüldüğü yer] kabardı. Ndğaleri domifloxt’u-dort’t’u. Seri cemifloxt’u. (AŞ-Ortaalan) Gündüz kabarıp şişmişti. Gece kabarma ve şişme indi. Bere na-ufloxt’u yerepe doktori cefloxt’inu. (AŞ-Ortaalan) Cocuğun kabaran yerlerini doktor indirdi. → froxti uğun; froxti yuxtams


foga (PZ ~ ÇM) i. Kadın giysi. Kadın elbisesi. Entari. Bozomotas foga dolokunams. (PZ-Cigetore) Kıza entari giydiriyor. Bozomotas din3xiri nayoru. Fogas dolvankten. (PZ-Cigetore) Kızdan kan aktı. Entarisine bulaşıyor. Nusaşi foga let’as dvan3’en. (PZ-Cigetore) Gelinin entarisi yere değiyor. Ayşes na-dolonkos fogas mjora nodvasi prandums. (PZ-Cigetore) Ayşe’nin giydiği entariye güneş vurduğunda [o entari] parıldıyor. Eminek foga-muşi gamoniktams. (PZ-Cigetore) Emine entaresini tersyüz ediyor. # Foga dolokuneri / Ngolaşa eşk’axt’are / A miti no3’edana / Ti-cerişi cext’are. (ÇM-Ğvant, türkü) Foga giyerek / Yaylaya çıkacaksın / Birine bakarsan / Baş aşağı (= ölü) geleceksin. → fork’a


foli (FN-Ç’anapet) i. Kuş yuvası. Mzeskuk uşkurişi ncaz foli kogedgu-doren. (FN-Ç’napet) Karakuş elma ağacına yuva kurmuş.


fori/ foyi (PZ ~ AŞ) i. Kere. [< Arp.] Kez. Defa. [< Arp.] Sefer. [< Arp.] Oxorzak şeepe-muşi kat’a foyi on3xenis elabams. (PZ-Apso) Kadın eşyalarını daima tavan arasına asıyor. Bere-şk’imi ar foyi oz*irumu, oşi 3’ana mexondinu on. (PZ-Apso) Çocuğumu bir kere görmek, yüz yıl dayanmaktır. (Na-)malimbet’u bozomotas çxoroneri fori çağet’i devunç’ari do hiçi nena var-momçu. (PZ-Cigetore) Sevdiğim kıza dokuzuncu kez mektup yazdım da hiç ses vermedi. Me3’ireri na-are dulya ar fori ikom. (ÇM-Ğvant) Ölçüp biçip yapacağın işi bir kere yapıyorsun. Na-goloviyonam supara ar fori na-goloviyonare msvape eyevoğaram. (ÇM-Ğvant) Okuduğum kitapta bir daha okuyacağım yerlerin üzerini çiziyorum. Andğa berepe vit’o-otxo fori miyoxey. (ÇM-Ğvant) Bugün çocuklar on dört kez beni çağırdılar. Oxvameşa ar ndğa xu fori oxvamu-oyoxinu iyoxaman. (ÇM-Ğvant) Camiden günde beş kez ezan okuyorlar. Xasani ndğura na-t’k’upe ma ar m3’ika garibi momalu. - Ar fori si garibi na mogalu ? Him na-it’t’uype ma irote zade garibi momalen. (AŞ-Ok’ordule) Hasan’ın demin söyledikleri bana biraz garip geldi. - Sana bir kere mi garip geldi ? Onun söyledikleri bana her zaman çok garip geliyor. Bere-şk’imi ar fori na-mazirasen, oşi 3’ana na-psk’udur st’eri iyen. (AŞ-Ok’ordule) Çocuğumu bir kere görmem, yüz yıl yaşıyorum gibi olur. → defa; fara; seferi


fork’a (FN ~ HP ÇX)(AK) i. Kadın elbisesi. Eminek Aşes fork’a uç’ams. (FN-Sumla) Emine Ayşe’ye elbise dikiyor. Mota-çkimiz mç’ita fork’a dido namskvanen. (FN-Sumla) Torunuma kırmızı elbise çok yakışıyor. Nana-çkimik fork’a-muşi muk ç’asen. (AH-Borğola) Annem elbisesini kendi dikecek. Nandidi-çkimi sanduğişen vit’o-xut 3’aneri fork’a muşimers. (AK-Döngelli) Ninem sanduktan on beş yıllık elbiseyi çıkarıyor. Sanduğişen fork’a yebzdaminon ya do bodups. (AK-Döngelli) Sandıktan elbiseyi alacağım diye karmakarışık ediyor da öyle arıyor. Nandidi-çkimi fork’a-muşis me3igale ni3igaps. (AK-Döngelli) Babaannem elbisesine kilitli iğne batırarak takıyor.


fot’a (PZ-Cigetore)(AŞ-Ortaalan ~ AH HP ÇX) i. [çoğ. fot’ape] I. (PZ-Cigetore)(AŞ-Ortaalan ~ AH HP ÇX) Bahçe veya ev işlerini yaparken kadınların önlerine bağladıkları önlük. [Lazların konuştukları Türkçede fot’a kelimesinin karşılığı olarak “peştamal” kelimesi kullanılır. Hamamda kullanılan peştamal ile karıştırmayınız.] Didak ogi-muşis fot’a mok’itums. (PZ-Cigetore) Yaşlı kadın önünü peştamalla kapatıyor. Ayşek fot’as lemşi ek’uğams. (PZ-Cigetore) Ayşe peştamala iğne takıyor. Eminek ar soti ulut’aşa fot’a-muşi elanz*ik’ums do ulun. (PZ-Cigetore) Emine bir yere giderken peştamalının kenarını kıvırıp gidiyor. Nusaşi fot’a-uci k’ulis celvan3’en. (PZ-Cigetore) Gelinin peştamalın ucu iskemleye değiyor. Caris fot’a gorçun. (PZ-Cigetore) Ekmeğe peştamal sarılmıştır. Ayşeşi fot’as lobiyaşi parvi not’ambun. (PZ-Cigetore) Ayşe’nin peştamalında fasulye yaprağı yapışmıştır. Ayşek fot’a-muşis nunaxums. (PZ-Cigetore) Ayşe peştemalının bir kısmını yıkıyor. Da-çkimik ondğeneri gyari fot’az melak’orumz do nap’irişa iğasen. (FN-Ç’anapet) Kız kardeşım öğle yemeğini önlük bezin içine baglıyor ve arazide çalışılan yere götürecek. Fot’a çkunebura go3’ak’ora ren. (FN-Sumla) Fot’a geleneğimize ait bir peştamaldır. Aşek fot’a-muşi tok’iz yok’idams. (FN-Sumla) Ayşe peştamalını ipin üzerine asıyor. Fot’a-çkimi orz*oz gemiz*in. (AH-Lome) Peştamalım iskemlede duruyor. Babak mjoli onk’anams. E3’akaçoni mutu var-maz*iru. Fot’a e3’ebukaçare. (AH-Lome) Babam dut silkeliyor. Altına tutacak bir şey bulamadım. Peştamalı tutacağım. Dulyaz fot’a var-go3’ik’oraşi na-ren t’olopi porçaz nasven. (AH-Lome) İş yaparken peştamal takmayınca bütün pislik elbiseye sürünüyor (= bulaşıyor). Fot’a m3ika jin go3’ik’ori. Mondruk’aşi tude dan3’en. (AH-Lome) Peştemali biraz yukarı bağla. Eğilince yere değiyor. Tanerik ont’ulez ondğeneri gyarişen na-doskidu kovali fot’az melak’orums. (AH-Borğola) Taner tarlada öğlen yemeğinden arta kalan buğday ekmeğini peştemalın içine koyup paketliyor. Fadimek fot’az melak’oreri kovali oxorişe moiğaşiMtugik mot-ipxort’asya do ntaroz moladumers. (AH-Borğola) Fatma peştemale bağlı buğday ekmeğini eve getirinceFare yemesindiye dolabın içine koyuyor. → k’o3’otvala; go3’ak’ora, go3’ak’orale, go3’ok’orale, go3’ak’iru/ go3’ak’iyu, go3’ak’irale, gu3’ak’ire

II. (PZ-Cigetore)(FN) Kadın başörtüsü. Sultanik dudis fot’a eitums. (PZ-Cigetore) Sultan başına fot’a örtüyor. Ayşek dudis fot’a delink’orams. (PZ-Cigetore) Ayşe başına peştamal bağlıyor. Fot’a tiz goik’orams. (FN-Sumla) Fot’ayı başına sarıyor. → dudi-motvala; ti-cetvale; ti-gotvala; mandili; yazma[2]; xase


fot’oğrafi (FN-Sumla ~ AH) i. Fotoğraf. [< Fra. < Yun. “ışık + yazı”] Na-mak’vandi fot’oğrafepe mektubiz ek’egidvi. (FN-Sumla) İstediğin fotoğrafları mektuba ekledim (onunla birlikte gönderiyorum). Coşkunik bere-muşiş fot’oğrafi dizdams (= gamiğams). (FN-Sumla) Coşkun çocuğunun resmini çekiyor. Xasanik mcveşi Lazi oxorepeşi fot’oğrafi gamumers. (AH-Borğola) Hasan eski Laz evlerinin fotoğrafını çekiyor. Apxazi gyumruğişi polisik t’ua, nek’naşi fot’oğrafi na-gamabiği şeni, fot’oğrafişi makine go3’omiğu. (AH-Borğola) Abhaz gümrük polisi az kalsın, kapının fotoğrafını çektiğim için, fotoğraf makinemi elimden alırdı. → suret’i; me3’omilaII; fot’orafi; resimi; sureti; sifet’i


fot’orafi (FN-Ç’anapet) i. Fotoğraf. [< Fra. < Yun. “ışık + yazı”] Xasani handğa kyoyişa idu do fot’orafi dizdams. (FN-Ç’anapet) Hasan bugün köye gitti ve fotoğraf çekiyor. Cuma-çkimik berepes fot’orafi gamuğams. (FN-Ç’anapet) Kardeşim çocukların fotoğrafını çekiyor. Biç’i-çkimik Vi3’eşi fot’orafepe İnternet’işen geiğamz. (FN-Ç’anapet) Oğlum Fındıklı’nın fotoğraflarını İnternet’ten indiriyor. → suret’i; me3’omilaII; fot’oğrafi; resimi; sureti; sifet’i


framuli (AŞ-Otaalan) i. Ihlamur. → mdu3xu/ du3xu; flamuri, felamuri; ihlamuri


Fransa i. Fransa. [< Fra.] Fransa do Hollandaşi oşk’endas nak’u ver3’i on ? (PZ-Cigetore) Fransa ile Hollanda arasında kaç kilometre var ? Goişi Fransa dogutun. (AŞ-Ortaalan) Goişi Fransa’da yaşıyor. Lazepek dido na-oroman Cuma-mutepeşi Fransas skidun. (AH-Borğola) Lazların çok sevdikleri Kardeşleri Fransa’da yaşıyor.


froxti (AH-Lome), froxti/ floxti[2] (AH-Borğola) i. Kabarcık. Aşez k’ap’ulaz mtelli froxti uğun. (AH-Lome) Ayşe’nin sırtı hep kabarmış. Xasaniz xez froxti yuxtams. (AH-Borğola) Hasan’ın elinde kabarcık çıkıyor. Doğaniz k’itiz froxti gyuxtams. (AH-Borğola) Doğan’ın parmağındaki kabarcık iniyor. Bere bort’işi ç’epxete gemçamt’eşşi k’uçxez ç’epxe steri froxti emixtamt’u. (AH-Borğola) Çocukken ince esnek fındık dalı ile beni vurduklarında bacağımda dalın şeklinde kabarcık çıkardı. Bere bort’işi ç’epxete momoç’apxanşi k’uçxez ç’epxe steri floxti emixtamt’u. (AH-Borğola) Çocukken ince esnek fındık dalı ile vurduklarında bacağımda dalın şeklinde kabarcık çıkardı. → mbara; mbareri; p’up’u3’i; k’op’i


froxtun (FN) Aø har.f. Bir şey [aps.] kabarıyor ya da şişiyor. Nanak na-şolu dik’a-mkverişi zimari froxtayiz furuniz meşabdgare. (FN-Ç’anapet) Annemin yoğurduğu buğday un hamuru kabarınca fırına koyacağım. → floxt’un

+ ufroxtun AD har.f. Birinin [dat.] vücudunun bir yeri [aps.] (ısı, allerji vs’den) kabarıyor, şişiyor. Bozo-çkimiz initen çabrepe ufroxtun. (FN-Ç’anapet) Soğuktan kızımın dudakları şişiyor. → froxti yuxtams; (ibaren altında) abaren


ft’ilums/ ft’iluy (PZ ~ ÇM)(AŞ-Ortaalan) EA har.f. Tüyler, saçlar vs’yi [aps.] yoluyor. Xasanik korme nok’vatu do hus-ti ft’ilums. (PZ-Cigetore) Hasan tavuğu kesti ve şimdi de [onun tüylerini] yoluyor. Ali t’ebi tomape ft’iluy. (ÇM-Ğvant) Ali derideki tüyleri yoluyor. + ift’ilams/ ift’ilay

+ uft’ilams/ uft’ilay EDA har.f. Birinin [dat.] saşları vs’yi [aps.] yoluyor. Tomape-şk’imi moy-mift’ilam. Handğa boxenapi. (AŞ-Ortaalan) Saçlarımı yolma. Bugün yaptırdım.


fuk’ara/ fukara s. ve i. [çoğ. fuk’arape/ fukarape] Fukara. [< Arp.] Fakir. [< Arp.] Yoksul. Ar zenginiş korbak oşi fuk’ara oz*ğams. (AH, atasözü, K.A.) Bir zenginin karnı yüz fukara doyurur. Ge3’ebi3’k’edaşi var-mebungam fuk’araz / Oxoyişe bidaşi oxorca xen bgaraz. (AH, atasözü, K.A.) Üstüme bakınca hiç benzemem fukaraya / Eve gidince karım oturur ağlamaya (= giyimi ile varlıklı görünenlerin bazıları yokluk içinde olabilir). Abdulak fukarapes xe ilaçaps. (AK-Döngelli) Abdullah fakirlere yardımcı oluyor.


fuk’araluği i. Fakirlik. Yoksulluk. Afrik’aşi gverdi çoli na-ren şeni hekoni k’oçepes fuk’araluği do mşkorini p’ot’e var-açodenan. (AH-Lome) Afrıka’nın yarısı çöl olduğundan oranın insanları için yoksulluk ve açlık hiçbir zaman bitmez. Amerik’a nak’o imencelaz do izenginasen, k’iyanas-ti hek’o fuk’araluği irdasen. (AH-Lome) Amerika ne kadar güçlenip zenginleşecekse dünyada o kadar yoksulluk büyüyecek.


furç’a (ÇM)(AH) i. Fırça. Boya usumert’aşi furç’a mot-dovalam. O3’udez na-na3’ap’en boya a çkva var-gamulun. (AH-Lome) Boya yaparken fırçanı silkeleme. Rafa damlayıp yapışan boya bir daha çıkmaz. Aşek furç’ate beres k’ibiri uşliç’ams. (AH-Lome) Ayşe fırçayla çocuğun dişlerini temizliyor. Kemalik, karmat’eşen moxtaşi jin na-gabğen mkverepe furç’aten goipağums. (AH-Borğola) Kemal, değirmenden gelince üstüne dökülen unları fırça ile temizliyor. Kamilik karmat’es na-gabğu mkveri furç’aten goikosams. (AH-Borğola) Kâmil değirmende üzerine dökülen unu fırça ile siliyor (= süpürüyor). → furça


furt’una i. Fırtına. [< İta.] Ağani na-ixenu gzas furt’una ivaşi mzuğa namçvalen do asfalti ok’ixven. (AH-Lome) Yeni yapılan yola fırtına olunca denizin dalgası vuruyor ve asfalt bozuluyor.


furunci i. Fırıncı. [< Fra. + Tür.] Furunci handğa ç’umanişşa na-gamiğay carepe omç’ipanay. (AŞ-Ortaalan) Fırıncı, çıkardığı ekmekleri bugünden yarına inceltiyor (= ekmeğin ağırlığını az zaman sonra azaltmaya çalışıyor).


furuni i. Fırın. [< Fra.] Carişi furuni gamigzen. Alik cari ç’vasen, mondo. (PZ-Cigetore) Ekmek fırını iyicene ısınıyor. Ali ekmek pişirecek, galiba. Nusak furunis k’art’ofi meşk’adums. (PZ-Cigetore) Gelin fırına patates atıyor. Xasanik furunis dişk’a meşk’obğams. (PZ-Cigetore) Hasan fırının içerisine odunu döküyor. Bolşeviğepe K’irimi furunepe na-uğut’eype ogzaley. (ÇM-Ğvant) Bolşevikler Kırım’da fırınları olanları gönderdiler. Nanak na-şolu dik’a-mkverişi zimari froxtayiz furuniz meşabdgare. (FN-Ç’anapet) Annemin yoğurduğu buğday un hamuru kabarınca fırına koyacağım. Ağne furunişe na-gamaxtu gyari mtviriz goşadgayiz ordoşen korun. (FN-Ç’anapet) Fırından yeni çıkmış yemeğı karın içine koyunca erken soğuyor. Mç’k’udi mugvala t’epsite furuniz meşadgi. (AH-Lome) Ekmeği yuvarlak tepside fırına koy. Osmanik terziluği met’k’oçu. Furuniz içalişams. (AH-Lome) Osman terziliği bıraktı. Fırında çalışıyor. Mç’k’udi furuniz tamo tamo iç’vasen do k’ayi goşam3xvasen. Didi daçxuris kinarepe gamç’itanen, ala doloxe uç’u kodoskidun. (AH-Lome) Ekmek fırında yavaş yavaş pişmeli. Çok ateşte kenarları kızarır, ama içi çiğ kalır. Furuniz mç’k’udi iç’ven. (AH-Borğola) Fırında ekmek pişiyor. Furunis kuvali imxen. (ÇX-Çxalazeni, TM) Fırında ekmek pişiyor. Furunişi ayari uk’açxe xomuizdi do mç’k’idi xogamiç’vas. (AK-Döngelli) Fırının ayarını geriye çevir de ekmeğin içi güzelce pişsin. → k’oda-grest’a


fut’p’oli i. Futbol. [< Fra.< İng. “ayak + top”] Xasani dido k’ai fut’p’oli ibirs. (FN-Ç’anapet) Hasan çok güzel futbol oynuyor.