K k Bu sözlükte kullanılan Laz alfabesinin 15’inci harfi. Artdamaksıl kapantılı sessiz fırlatmasız konson (*) fonemini gösterir. [(*) Konson, halk dilinde yanlışlıkla “sessiz” denir. Bazılarına göre “ünsüz”. Lazca fonetiği ve fonolojisinde tek başına hece oluşturamayan fonemi ifade eder.] Uluslararası Fonetik Alfabesi’nde [k] şeklinde yazılır.


-k/ -ko/ -ku (PZ), -k (FN ~ ÇX) [Ergatif durum göstergesi L.G.] [Ergatif durum, Türkçe gramerde bulunmayan kavram olduğundan dolayı kısaca anlatılamaz.]

a. [Bir cümle veya bir cümlemside bir adet isim ergatif olduğunda kullanımı] Berepek oxoriz ok’itxuşi golaxtina ikoman. Bozok biç’iz goluxtams. (AH-Borğola) Çocuklar evde okuma yarışı yapıyorlar. Kız oğlanı geçiyor.

b. [Bir cümle veya bir cümlemside birden fazla isim ergatif olduğunda durum göstergesi tek bir kere sonuncusuna eklenir.] Adili şk’ala Aytenik nena mek’vates. (PZ-Cigetore) Adil ile Ayten söz kestiler. Ali do Xasanik en3’a-cen3’aşi ibiran. (PZ-Cigetore) Ali ile Hasan tahterevalli oynuyorlar. Şadi do Xuseinik geşkida isternan do Şadik Xuseini gyoşkidams. (FN-Sumla) Şadi ile Hüseyin suda boğmaca oyunu oynuyorlar ve Şadi Hüseyini boğuyor (= yeniyor).

c. [İsim-cümlemsiye eklenen ergatif durum göstergesi] Docinaşi cginapa ves do didi na-renk ç’ut’a na-ren gyocginu. (AH-Borğola) Güreş müsabakası yaptılar ve büyük olan küçük olanı yendi.


ka- → ko-


kaçaçi (AK) i. Toynak. Xocişi kaçaçis ar mutxani xona3igeen. (AK-Döngelli) Öküzün toynağına bir şei batmış. → bu3xaII


kada[1] (FN-Sumla) i. Mısır veya buğday unundan yapılan hamur çörek : açık ateşe gösterilerek veya küle gömülerek pişirilir; daha çok ayran, pekmez, tereyağı ile yenir.


kada[2] (AH) i. İç mısır unu (guri mkveri), pekmez, şeker ve sudan yapılan pasta ya da kek türü bir yiyecek. Kada dido çiçku divu-doren. Xez dikaçaşi goşibğen. (AH-Lome) Kada çok yumuşak olmuş. Ele alınınca dağılıyor. [Önce mısır unu kavrulur. Pembeleştikten sonra ateşten indirmeden pekmez, az bir şeker ve çok az su eklenerek sürekli karıştırılır. Karışım iyice birbirine geçip macun şeklini alınca, biraz iç mısır unu ya da buğday unu serpiştirerek sert bir bulamaç haline getirilir. Piştiğine emin olununca da soğutmadan avuç içinde sıkıştırılarak top (bulti) haline getirilerek bir tepsiye dizilir ve soğuduktan sonra yenir. Soğuyunca mısır ekmeği kıvamında bir sertliği olur. Görünümü pekmez rengindedir, şeker az katıldığından tadında da pekmez mayhoşluğu ve kokusu hissedilir. K.A.]


kadayifi (AŞ) i. Kadayıf. DoğaniKadayiffi msk’va iyasendeyi ntxiri gvobğay. (AŞ-Ortaalan) DoğanKadayıf güzel olacakdiye üzerine fındık döküyor. → k’at’ayifi


kalamani (FN ~ HP ÇX) i. Çarık. Kalamani çuçuna 3’k’aiz ordo lobun. (FN-Sumla) Çarık, ılık suda erken yumuşar. # Nani nani ç’e Xasani / Mele mulun nana-skani / Kalamani dokaçeyi / 3i3i opşa mokaçeyi. (FN-Sumla) Ninni ninni e Hasan / (İşte görüyorum) karşıda, geliyor annen / Elinde çarıkları / Memeleri süt dolu ve kucaklanmış (= süt öylesine dolu ki dökülmesin diye annen memelerini kucaklamış). Kalamani p’ç’imt’aşi bazi lemşi var-goşulun do bizi elebiyonam. (AH-Lome) Çarık dikerken bazen iğne geçmiyor. Bunun için sivri bir şey kullanıyorum. Kalamanişi tok’i tiyoms. (HP-P’eronit) Çarığın bağını sürükleyerek taşıyor. → çabla


kale (FN ~ HP ÇX) ü. [Bayanı hitap etmek için kullanılan ünlem] Ey ! Yahu ! Be ! Kale, mu zop’on ? Si elegak’idu-i ? (AH-Lome) Yahu, ne diyorsun ? Sen delirdin mi ? # Ağustozi mulun atmacaş ora/ Va-mp’orom-i, kale bozo gyozgyora/ Va-mp’oromna dotkvi başka gobgora/ Muç’o p’a do so bida e verane. (AH-Musazade, Y.T.) Ağustos geliyor atmaca zamanı/ Beni sevmiyor musun, ey kız, sanki / Beni sevmiyorsan söyle, başka birini arayım/ Nasıl yapayım, nereye gideyim, ey gidi. Dogimçxu-i, kale bozo ! Na-gi3’vanenpes mot var-niucam ? (AH-Borğola) Kızıştın mı, a kızım ! Denilenleri niçin dinlemiyorsun ? → be; ≠ ç’e


kamyoni (AK) i. Kamyon. [< Fra.] Cumadik kamyoniten Ermenistanişa igzalu. (AK-Döngelli) Amcam kamyon ile Ermenistan’a gitti. → k’amiyoni


kança (AH) s. Tatsız. Lezzetsiz. Ham gyariz çkar ncumu var-uk’ati-doren. Dido kança divu-doren. (AH-Borğola) Bu yemeğe hiç tuz katmamışsın. Çok lezzetsiz olmuş.


kançums (AH) Eø har.f. Saçmalıyor. Mu kançum ? (AH-Lome) Ne saçmalıyorsun ? Mot-kançum. (AH-Lome) Saçmalama. → nçxalumsIII; patxumsIII; goşubğams; vrat’k’umsII; amut’alaps; barbalaps

f.-i. okançu : Saçmalama. Saçmalık. Bereburi okançupe mundes met’k’oçare ? (AH-Lome) Çocukça saçmalıkları ne zaman bırakacaksın ?


kandara i. [çoğ. kandarape] ≠ gedgale. I. (PZ)(AŞ-Ok’ordule) Küçük kuşları yakalamak için sopa ve küçük ağaç dallarından hazırlanan tuzak. K’inçi kandaraşi jindo moyojun. (PZ-Apso) Kuş tuzağın üstünden uçuyor. Alik kandara cudgu do ort’iç’i ç’opums. (PZ-Cigetore) Ali tuzak kurup bıldırcın yakalıyor. → msxada; ragi

II. (ÇM) [Sırf deyim üyesi olarak kullanılır.] ♦ [dey. Kandara celaren. (ÇM) (canlı veya cansız) Büyük tehlikededir.] → dok’ap’inoni

III. (FN ~ AH) 1. At veya inek kuyruğu kıllarından yapılan tuzak : kılları, bükülüp bıçakla çentiklenmiş bir çubuğa diziliyor; kuş yakalamak için kullanılır (yakalanan kuş ayağından asılır). K’omşişi berek kişiz kandarate dido k’inçi nok’idams. (FN-Ç’anapet) Komşunun çocuğu kışın kandara ile çok kuş yakalar. 3’ut’a bort’işa kandarate k’inçi  p’ç’opumt’i. (FN-Ç’anapet) Küçükken kuş kapanla kuş tutuyordum. 2. (FN) mec. Kendini bilmez abuk subuk konuşan hafif insan. Yaramaz adam.

IV. (HP) Un elemek için yapılan bir elek şekli. [Tuzak olarak kullanılması için yere yatay şekilde konur. Bir ucundan kaldırıp o ucunun terden yüksek olmasi için dikey bir cubuğa oturtulur. Çubuğun ortasına uzun ip bağlanır ve içine kuş girmesi için yem dökülür. Kuş girince de ip çekilir. Çubuk düşer. Kandara kuşun üstüne kapanır. R.B.]


kanka (PZ-Cigetore)(AŞ) i. [çoğ. kankape] 1. Kestane meyvesinin dikenli kabuğu. 2. Kestane kabuğundaki dikenlerin her biri. Xe kanka megon3ons-i ? - Ho, memon3oy. (AŞ-Ok’ordule) Senin elinde kestane dikeni batmış mı (= batmış halde duruyor mu) ? - Evet, batmış. → paxva, pexva; pem3kva, pen3kva/ pen3ka


kankuy/ kankums/ kankups (ÇM)(AŞ-Ortaalan ~ AH HP ÇX)(AK) EA har.f. Sıkıştırılmış şeyi [aps.] ayrıştırıyor. Yataktaki yün, dizili giysileri vs [aps.] havalandırıyor. Ayşe t’amberi mt’alepe kankuy. (ÇM-Ğvant) Ayşe sıkıştırılmış otları ayrıştırıyor. Aşe dulya-muşi var-ikuy do let’t’a kankuy. (AŞ-Ortaalan) Ayşe işini yapmıyor da toprağı karıştırıyor (= ayrıştırıyor, havalandırıyor). Nanak meciten livadi kankumz. (FN-Ç’anapet) Annem imece ile bahçeyi çapalıyor. Nusak avlis oncireşen na-gexu pambuği kankums. (AH-Lome) Gelin avluda yataktan döktüğü pamuğu atrıştırıyor. Oncireşi yunepe kankaşi oncire dido içiçkanen. (AH-Borğola) Yatağın yünleri havalandırılınca (= kelimesi kelimesine : “yatağın yünlerini havalandırınca”) yatak çok yumuşuyor. Yunişi oncire yaçvap’aşi yuni gamimez do bigate kankums. (AH-Borğola) Yün yatağı yüksekliği çökünce (= ezilince) yünü çıkarıp sopayla ayrıştırıyor. Cumadik bincişi xarmani kankups. (AK-Döngelli) Amcam pirinç harmanını ayrıştırarak (= seyrelterek) havalandırıyor. → yekankups; ++ ekankums/ ekankuy; gokankums/ gokankuy


kank’uy (AŞ-Ok’ordule) EA har.f. Gereksiz ayrıştırıyor. Bere k’et’i xe dok’açeri let’a kank’uy. (AŞ-Ok’ordule) Çocuk küçük bir odun çubuk elinde tutarak toprağı gereksiz ayrıştırıyor.


kapça (FN ~ AH), kapça/ kapçiya (HP) i. [çoğ. kapçape/ kapçiyape] Hamsi. Da-çkimik kapça mşkeri-pavriz gedveri xurmaliz eyodu do yoç’ums. (FN-Ç’anapet) Kız kardeşım hamsiyi kumar yaprağına koyarak kor ateşın üstüne koyup kızartıyor. Handğa na-p’ç’opi kapçape saği 3’k’arite opşa ç’uk’iz kodoloboxuni. 3’ut’eli bozok obiru şeni k’et’i doluğams. (FN-Ç’anapet) Bugün yakaladığım hamsileri canlı olarak su dolu kazana koydum. Küçük kızım oynamak için suyun içine çubuk uzatıyor (= indiriyor). Cuma-çkimiz kapça get’ağaneri dido k’ayi da3’onen. (FN-Ç’anapet) Tavada kızartılmış hamsi kardeşimin çok hoşuna gidiyor. Nanak kapça nç’orums. (FN-Ç’anapet, Sumla) Anne hamsinin tuzunu alıyor. Kapças m3ika ncumu meçi. (FN-Sumla) Hamsiye az tuz ver. Kyupişen ncumoreri kapça eşiğams. (FN-Sumla) Küpten tuzlanmış hamsi çıkarıyor. Aynurik kapçaz mergya guç’k’orams. (FN-Sumla) Aynur hamsiye maydanoz doğruyor. Aynur hamsinin etrafına maydanoz doğruyor. Han3’o mançxomepek dido kapça ç’opez. (FN-Sumla) Bu sene balıkçılar çok hamsi tutular. Han3’oneyi kapça dergiz doloncumorit. (FN-Sumla) Bu senenin hamsisini derginin içinde tuzladık. Yaseminik oncumoru şeni kapça 3xot’ums. (AH-Lome) Yasemin tuzlamak için hamsi ayıklıyor. Emine ! Kapçaz ar mutu ke3’udgi. Na-içxu şeni 3’k’ayi 3’rodun. Tude mot-dibet’az. (AH-Lome) Emine ! Hamsinin altına bir şey koy. Yıkandığı için suyu süzülüyor. Yere akmasın. Kapçak guri miç’vams. (AH-Borğola) Hamsi midemde yanma yapıyor. Kasimik kapçaz bulek’i eloç’k’omaşi k’at’a oraz aboinen. (AH-Borğola) Kasım hamsinin yanında turp yiyince her zaman geğirmesi oluyor. Kapçiya mcumorums. (HP-P’eronit) Hamsi tuzluyor. Kapçiya domcumori. (HP-P’eronit) Hamsi tuzladım. Kapçak guyi ç’ums. (HP-P’eronit) Hamsi mideye yanma yapıyor. → k’apça, kapşi(y)a; xamsi


kapça-but’k’a (AH-Lome) i. Kumarağacı yaprak üzerinde kızartılmış hamsi. Kapçaşi enni nostoneri mşkerişi but’k’ate na-imç’itanen kapça-but’k’a ren. (AH-Lome) Hamsinin en lezzetlisi kumarağacı yaprağında kızartılan kapça-but’k’adır (“yaprakta hamsidir).


kapça-mç’k’udi (AH-Lome) i. Hamsili mısır ekmeği. Kapça-mç’k’udiz moşkva goç’k’orale uk’ataşi nostoneyi iven. (AH-Lome) Hamsili ekmeğe bol yeşillik katınca lezzetli oluyor. Aşek kapça-mç’k’udiz msut’ulya do mergya goç’k’orams. (AH-Lome) Ayşe hamsili ekmeğe pazı ve maydanoz doğruyor. → k’apçoni cari, kapçoniII, kapçon-gyayi, kapçon-mç’k’udi, kapçon-mç’k’idi


kapçon-gyayi (FN) i. Hamsili mısır ekmeği. Cuma-çkimik, nanak na-u kapçon-gyayiz eluç’k’omams. (FN-Ç’anapet) Kardeşim, annemin yaptığı hamsili ekmeğin kenarını yiyor. Nanak ağne na-ç’u kapçon-gyayiz no3adams. (FN-Ç’anapet) Annem yeni pişirdiği hamsili ekmegin tadına bakıyor. Nanaz kapçon-gyari m3ika m3’utxe daxenu. (FN-Ç’anapet) Annem hamsili ekmeği (yanlışlıkla) biraz tuzlu yaptı. → k’apçoni cari, kapçoniII, kapça-mç’k’udi, kapçon-mç’k’udi, kapçon-mç’k’idi


kapçoni/ kapçon (FN)(HP) s. ve i. Hamsili. I. s. Hamsili. Nanak ağne na-ç’u kapçon-gyayiz no3adams. (FN-Ç’anapet) Annem yeni pişirdiği hamsili ekmegin tadına bakıyor. Dido na-p’it kapçon-mç’k’idi dido nostoneyi ivu. Ç’umani na-moxtasen bere-çkinis a ç’it’a dovuşinaxat. (HP-P’eronit) Bol yaptığımız hamsili mısır ekmeği çok lezzetli oldu. Yarın gelecek çocuğumuza bir kısmını ayıralım. → kapşioni

II. i. Hamsili mısır ekmeği. Kapçoni mok’3’ondu-i ? (FN) Hamsili ekmek beğendin mi ? → k’apçoni cari, kapçoniII, kapçon-gyayi, kapça-mç’k’udi, kapçon-mç’k’udi, kapçon-mç’k’idi


kapçon-mç’k’udi (AH-Borğola), kapçon-mç’k’idi (HP) i. Hamsili mısır ekmeği. Bulek’i kapçon-mç’k’udi k’ala dido k’ai iç’k’omen. (AH-Borğola) Turp, hamsili ekmekle çok iyi yenir. Handğa dido k’oçi moxtasen. Kapçon-mç’k’udi mçire grestaz vi ! (AH-Borğola) Buğün çok insan gelecek Hamsili ekmeği geniş pilakide yap ! Dido na-p’it kapçon-mç’k’idi dido nostoneyi ivu. Ç’umani na-moxtasen bere-çkinis a ç’it’a dovuşinaxat. (HP-P’eronit) Bol yaptığımız hamsili mısır ekmeği çok lezzetli oldu. Yarın gelecek çocuğumuza bir kısmını ayıralım. → k’apçoni cari, kapçoniII, kapçon-gyayi, kapça-mç’k’udi


kapka (FN ~ AH HP ÇX) i. Yaranın üzerinde oluşan kabuk. Yara kabuğu. Biç’i-çkimiz mek’vateyi k’itiz kapka komoyodu. (FN-Ç’anapet) Oğlumun kesik parmağını kabuk bağladı. Si haşopete p’ot’e kapka var-moyogodumers. (AH-Lome) Sen böylelikle hiç kabuk bağlayamazsın (= mec. Bir türlü işlerin düzene giremez; aksilik üst üste gelecek). Pupuli işvelt’aşi jin kapka modumers. (AH-Borğola) Yara iyileşirken üstüne kabuk bağlar (= kelimesi kelimesine : giydirir). → ğampu[1] II


kapşia/ kapsiya (AK) i. Hamsi. Nanak kapşia 3xot’ups. (AK-Döngelli) Annem hamsi ayıklıyor. Eminek ar teneke kapşia mcumorups. (AK-Döngelli) Emine bir teneke hamsiyi tuzluyor. → k’apça, kapça, kapçiya; xamsi


kapşioni (AK) s. Hamsili. Kapşioni mç’k’idi dido nostoneri ix’ven. (AK-Döngelli) Hamsili ekmek çok lezzetli olur. → kapçoni


kap’i (FN ~ HP ÇX)(AK) i. 1. Kesildikten sonra filizlenmemiş ve öylece kurumuş ağaç kökü. Ham ç’ubrişi kap’i dok3u-doren. Dişka-ti var-iven. (FN-Sumla) Bu kurumuş kestane dip bölümü çürümüş. Odun bile olmaz. Hak çkar nca var-gedgin ki. Sum tane kap’i ren xomula. (AH-Lome) Burada hiç ağaç yok ki. Üç tane kurumuş ağaç gövdesi var. Na-p’k’vatit ntxirepunas çayişi ont’ule bikomt’itşi kap’epe bergite p’3’k’it. (AH-Borğola) Kestiğimiz fındıklıkta çay bahçesi yaparken (fındık) köklerini kazma ile söktük. X3aperi kap’i me3’k’u do bulişi nergi orgu. (AK-Döngelli) Çürümüş kökü söktü de kiraz fidesi ekti. 2. Kesilmemiş ama artık çökmüş, dibi çok büyük ve içi kovuk ağaç. → buç’i, buk’i[1]; ≠ bucği; peso


kara (AH) i. Tekerlek biçimli ya da yuvarlak şapka biçimli şey. T’ik’inaşi kara ç’emberi steri mugvala iven. (AH-Lome) Sepete konan başlık çember şeklinde yuvarlak olur. T’ik’inaz tude na-didgasen steri jur k’uçxe aven. Jindole kara guz*in. (AH-Lome) Sepetin yere konabilecek gibi iki ayağı olur. Üst kısmında etraflıca saran çember vardır. Serentepeşi k’uçxepez mtugiz mot-yalet’az ya do ncaşi kara uxenaman. (AH-Borğola) Serenderlerin bacaklarından fare çıkamasın diye ağaçtan yuvarlaklık yapıyorlar. NaylapezK’uçxepeşi jindole mtugi mot-yalet’azya do ncaşen mçire t’abala kara uxenaman. (AH-Borğola) SerenderlerdeAyakların üstüne fare çıkamasındiye ağaçtan geniş ve yassı tekerlek yaparlar.


karmat’e (PZ ~ AH) i. Değirmen. Karmat’e ikten. (PZ ~ AH) Değirmen dönüyor, çalışıyor. Karmat’eşi omşvelinaşa 3’ari ibzit’ilen. (PZ-Cigetore) Değirmenin çeşmesinden su fışkırıyor. Karmat’eşi sp’inaşa 3’ari ibzit’ilen. (PZ-Cigetore) Değirmenin oluğundan su fışkırıyor. 3’ari mboli na-var-on şeni karmat’e oktapu var-uşk’un. (ÇM-Ğvant) Su az olduğundan dolayı değirmen dönmüyor. Karmat’e elaxuneri mkvi. (ÇM-Ğvant) Değirmenin yanında (öğütünceye kadar) bulunarak öğüttüm. Karmat’e-şk’uni dolixven. (ÇM-Ğvant) Değirmenimizin öğütme işinde bozulma var. Karmat’e-şk’uni ok’ixven. (ÇM-Ğvant) Değirmenimizin yapısı bozuluyor, yıkılıyor. Karmat’e-kvalepe k’artik’arti şirç’uman. (ÇM-Ğvant) Değirmen taşları birbirini aşındırıyorKarmat’e ok’omaxvez do Cemalik ge3’opxums. (FN-Sumla) Değirmenimizin ayarı bozulmuştu. Cemal onarıyor. Karmat’ez lazut’i gemiz*in. (FN-Sumla) Değirmende mısırım var (= mısırı öğütüyorum). 3’k’ayik na-moiğasen kva ğurniz nirçak’en do karmat’e kododgitun. (AH-Lome) Suyun getireceği taş oluğa sıkışıp değirmen durur. Allayise so ulur ? Karmateşi nk’olaşe moxti-i ? (*)(AH-Lome) Allah aşkına nereye gidiyorsun ? Değirmenin anahtarına mı geldin ? (= Ateş almaya mı geldin ?) [(*) Uğradığı yerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir.] Karmat’ek u3’k’areli var-mkums. (AH, atasözü, K.A.) Değirmen susuz öğütmez. → mskibu


karpuzi (AK) i. Karpuz. Memetik karpuzi va-ç’k’irups do xeten mişimxors. (AK-Döngelli) Mehmet karpuzu kesmiyor da içini derinlemesine elle yiyor. → k’arp’uzi


kartpost’ali/ kartpostali i. Kartpostal. [< Fra.] Ç’umani na-vidaten yerişa a kartpost’ali kovut’oçaten. (AŞ-Ok’ordule) Yarın gideceğimiz yerden bir kartpostal atarız. P’ap’u-şk’imi ar kartpost’ali vuncğonare. Muç’o mç’arik’o diç’ç’in ? - Muç’o-ti gorum, hişo ganç’aren. Si mu unç’ararena him zade xazi ayasen. (AŞ-Ok’ordule) Dedeme bir kartpostal göndereceğim. Nasıl yazmam gerekiyor ? - Nasıl istiyorsan öyle yazabilirsin. Sen ne yazarsan o çok sevinir.


kart’ali (FN ~ ÇX)(AK) i. 1. Kâğıt. Xasanik ma na-mç’ari-dot’t’un kart’alişi gverdi nani dojilu. (FN-Ç’anapet) Hasan benim yazdığım kâğıdın yarısını sildi. Xasanişi 3’ut’eli bozomotak cumadi-muşiz resimi oğarapu şeni kart’ali nunç’inams. (FN-Ç’anapet) Hasan’ın en küçük kızı resim çizdirmek için amcasına kâğıdı yaklaştırıyor. Nek’laz na-meboç’abi-dort’un kart’ali molu. (FN-Ç’anapet) Kapıya yapıştırdığım kâğıt düştü. Muradik kumari istert’aşi kart’ali k’ayi gyaç’k’iden. (AH-Borğola) Murat kumar oynarken kâğıt güzel çarpıyor. Oxoriz na-gyomç’ims ğorma kart’alite menz*gipu. (AH-Borğola) Yağmur suyunun eve damladığı deliği kâğıtla tıkadı. Kart’alis coxo-muşi gyoç’arams do ğocis non3axams. (HP-P’eronit) Kağıda adını yazıyor da köşeye yapıştırıyor. Berek kart’alişen feluk’a dox’veen do ğalişi kenaris onçviraps. (AK-Döngelli) Çocuk kâğıttan kayık yapmış da derenin kenarında yüzdürüyor. Ferdik man kart’alis na-p’ç’ari entepeşi gverdi dosilu. (ÇX-Çxalazeni, TM) Ferit benim kâğıda yazdıklarımın yarısını sildi. 2. Mektup. Bere mektebişe ulun. Nana-muşiz kart’ali a şvaciz gamuç’arams. (AH-Lome) Çocuk okula gidiyor. Annesine anında mektup yazar. (→ çağet’iIII; mektubi) 3. İskambil. Handğa k’aves kart’ali bisterit. (AH-Borğola) Bugün kahvede kâğıt oynadık. → çağet’i; supa; suparaII; k’art’ali


kasa[1] (AH) i. Kasa. [< İta.] Para kasası. Ndğaleri na-moz*in ma3’k’indi seri kasaz meşadumers. (AH-Borğola) Gündüz giyindiği yüzüğü gece para kasasına koyuyor. → k’asa


kasa[2] (AK) i. Kasa. [< İta.] Traktörün römorku. Bere tiraktorişi kasas dolo3xontun. (AK-Döngelli) Çocuk traktörün römorkuna atlıyor. İsmailik tiraktorişi kasas sergi dulumpinaps do dik’a gyobğaps. (AK-Döngelli) İsmail traktörün kasasına sergi (= örtü) seriyor da buğday döküyor. Mexmetik ncaşa kexteren do uşkirepe tiraktorişi kasas gistomers. (AK-Döngelli) Mehmet ağaca çıkmış da elmaları traktörün kasasına atıyor.


katana (FN ~ AH) i. Küp. Toprak kap. Testi. Maominuyiz nanaz katanaz na-doludgirt’u ayrani opşvi. (FN-Ç’anapet) Susayınca annemin küp içinde duran ayranı içtim. Sit’k’ik han3’o k’işiz sum katana p’urmoli doncumoru. (AH-Lome) Sıtkı bu kış üç küp florya kuşu tuzladı. Ont’ule pxaçk’umt’itşi t’axeri katanas mopxvadit. (AH-Borğola) Tarlayı kazarken kırık küpe rastladık. → çupi, çupina; test’i; kyupi, kupi; xica; dergi; batmani


kat’o[1] (AH) i. Balık pulu. → ker3ela[2]


kat’o[2] (ÇX) i. Kepek. Küspe. [< Far.] → kyuspe


kat’oni (AH) s. Pullu (balık). Kat’oni mçxomi k’ai var-i3xot’en. Edo nostoneri iven. (AH-Borğola) Pullu balık iyi ayıklanmaz. Fakat lezzetli olur.


kavanozi (AK) i. Kavanoz. Ar kilo şekerişi leçeri ar kiloşi kavanozişa int’ren. (AK-Döngelli) Bir kilo şekerin reçeli bir kiloluk kavanoza sığıyor. → k’avanozi


kaymakami (AK) i. Kaymakam. [< Arp.] Osmanis mundez unonna kaymakamişi odas amalen. (AK-Döngelli) Osman ne zaman isterse kaymakamın odasına girebiliyor. → k’amik’ami, k’aymak’ami


kazaği (AK) i. Kazak. K’at’t’a ndğa ayni kazaği var-dilikuna ! Xepe guişiren. (AK-Döngelli) Her gün aynı kazağı giyme ! (Kazağın) elleri aşınır. geyakuna; k’azaği


kazuği (AK) i. Kazık. Babak ğoberişi x3aperi kazuğepe dolo3’k’ips. (AK-Döngelli) Babam çitlerin çürümüş kazıklarını söküp çıkarıyor. Cemalik ağne ğoberi oxvenapasinon şeni mcve kazuğepe işa3’k’ips. (AK-Döngelli) Cemal yeni çit yaptıracağı için eski kazıkları söküyor. Kemalik kazuği şeni let’a işantxorups. (AK-Döngelli) Kemal kazık için (= kazık çakmak için) toprak kazıyor. → mp’alo, mp’alu; mzgiji, masari/ masayi, k’azuği


kçana (ÇM) i. 1. Renk. Din3xiri kçana oberi porça anktu. (ÇM-Ğvant) Kan rengi keten gömleğe bulaştı. 2. Renkli boya. Ç’apxu-nonç’epi mç’ita kçana dusvar. (ÇM-Ğvant) Çırpi ipine kırmızı renk sürmek gerekir (= kelimesi kelimesine : “süreceksin”). → rengi


kçaneri → ikçanen


kçe (PZ ~ HP) s. ve i. Beyaz. → xçe (HP ~ ÇX). I. s. 1. Süt rengi olan. Xuseyinişi anteris şk’i tane kçe mpuli conças. (PZ-Cigetore) Hüseyinin gömleğinde yedi adet beyaz düğme takılıdır. # Kçeşi do mç’itaşi elegivelu / Kçe mandili tişa moyogivelu. (PZ’ın doğu kısmı, anonim) [Elbiseler arasında] beyaz olanı ve kırmız olanı sana yakıştı / Beyaz başörtüsü başından düştü (= açıldı). Upite kçe porça t’alaxa diyu. (ÇM-Ğvant) Beyaz gömlek terden alacalandı. Kçe porça upi aktasi uça diyen. (ÇM-Ğvant) Beyaz gömleğe ter bulaşınca siyah oluyor. Ar xoji komiyonun, uça k’va kçe. (ÇM-Ğvant) Bir siyah alnı beyaz öküzüm var. Kçe porça p’anda it’anciyaren. (ÇM-Ğvant) Beyaz gömlek her zaman kirlenir. T’okseri doloni oxoriş doloxe kçe ğap’ite dobğap’i. (AŞ-Dutxe) Geçen hafta evin içini beyaz boya ile boyadım. K’va kçe na-ren xoci çkimi ren. (FN-Sumla) Alnı beyaz olan öküz benimkidir. Kçe puciz ordo toli mat’en. (FN-Sumla, halk inancı) Beyaz ineğe erken nazar değer. Uça dolokunu k’ala kçe dolokunupe naxvana kçepez uça konakten. (AH-Lome) Siyah giyeceklerle birlikte beyaz giyecekleri yıkarsan beyazlara siyah bulaşır. P’anda-skaniz giçkit’az. Kçe do uça dolokunu ont’aleyi var-inaxven. Kçez uça p’anda meyakten. (AH-Lome) Her zaman için bilesin. Beyaz ve siyah giyim karışık yıkanmaz. Beyaza her zaman siyah bulaşır. Kçe dolokunupe bozos k’ayi var-anaxu-doren. Nana-muşik a çkva meyanaxums. (AH-Lome) Beyaz giysileri kız iyi yıkayamamış. Annesi bir kez daha yıkıyor. Çili-çkimik kçe do mç’ita porçape t’u3a 3’kari k’ala ok’onaxomt’uşi kçe porçaz mç’ita konuk’nams. (AH-Borğola) Eşim beyaz ve kırmızı gömlekleri sıcak su ile yıkarken beyaz gömleğe kırmızı bulaştırıyor. 2. Rengi açık olan. Kçe m3’u. (PZ ~ AŞ) Açık renkli karayemiş. Kçe urz*eni xaz*i gayenna (na-)gorum şuk’uri eç’opi. (PZ-Cigetore) Beyaz üzüm seversen istediğin kadar al. Kçe urzeni xazi gayenna nak’u-ti gorum, eç’opi. (ÇM-Ğvant) Beyaz üzüm seversen istediğin kadar al. Kçe urzeni xazi gayenna nak’u-ti gorum, eç’ç’opi. (AŞ-Ortaalan) Beyaz üzüm seversen istediğin kadar al. Kçe urz*eni k’ai gi3’onsna na-ginon k’onari ezdi. (AH-Borğola) Beyaz üzüm hoşuna gidiyorsa istediğin kadar al.

[dey. kçe puci (AH): (1) Beyaz inek. (2) Çok üşüyen kişi.] Hek’o ini mot gaven, kçe puci steri ? (AH-Lome) O kadar niye üşüyorsun, beyaz inek gibi ?

II. i. Nusa-çkunik kçe dolikunaşi dido namskvanen. (AH-Lome) Gelinimiz beyaz giyince çok yakışıyor.


kçe-mca (PZ-Cigetore) i. Kavak. 3’o opşa kçe-mcaşi mşk’vela dovorgi. (PZ-Cigetore) Bu sene çok kavak ağacın fidanlarını diktim. → k’avaği; caxçe


kçeoci (AH) s. Açık renkli. Beyazımsı. Skani atki m3ika kçeoci ren. (AH-Lome) Senin atkın biraz açık renklidir. Pucepe-çkuni kçeoci na-renan şeni mendraleşen k’ai goşionen. (AH-Borğola) İneklerimiz beyazımsı olduklari için uzaktan iyi seçilirler (= görürler). [beyaz] kçe, xçe


kçeşi s. 1. Aralarında beyaz olan. # Kçeşi do mç’itaşi elegivelu / Kçe mandili tişa moyogivelu. (PZ’ın doğu kısmı, anonim) [Elbiseler arasında] beyaz olanı ve kırmız olanı sana yakıştı / Beyaz başörtüsü başından düştü (= açıldı). 2. Aralarında açık renkli olan. P’ap’ulik mota-muşiz kçeşi urz*eni yoç’opinapams. (FN-Ç’anapet) Dede tornuna beyaz üzüm aldırıyor. Kçeşi urz*eni k’ai doga3’onenna na-ginon k’onayi eç’opi. (FN-Sumla) Beyaz üzüm seversen istediğin kadar al. Kçeşi urz*eni k’ayi gi3’onsna na-ginon k’o ezdi. (AH-Lome) Beyaz üzüm seversen istediğin kadar al. Kçeşi urz*eniz uça-ti goşant’alen. (AH-Lome) Beyaz üzümün arasında siyah da karışıyor.


kçini[1] (PZ ~ AŞ) s. ve i. I. s. 1. Beyaz saçlı (erkek ve kadın). 2. Beyaz saçlı ve beyaz sakallı (erkek). Ar kçini badi mulun. (ÇM-Ğvant) Ak saçlı ve ak sakallı bir ihtiyar geliyor. Kçini-pimbiloni na iyare ! (AŞ-Ok’ordule) Beyaz sakallı olasın (= uzun uzun yaşayasın) !

II. i. Beyaz saç. Ali kçini kocant’alu. (ÇM-Ğvant) Ali’nin saçlarına ak düştü.


kçini[2] (FN ~ AH) s. ve i. Yaşlı (kadın). → xçini. I. s. (Kadın hakkında) yaşlı. Kçini oxorca konkola divu-doren. (FN-Sumla) Kocakarı çok zayıflamış. Güçsüz bir deri, bir kemik olmuş. Kçini oxorca xvala mulut’u. Vaşa gzas mutu dağodu ? (AH-Lome) Yaşlı kadın yalnız geliyordu. Acaba yolda ona bir şey mi oldu ? Kçini oxorcak, gyantxu do mesoğoni nit’axu. (AH-Borğola) Yaşlı kadın düştü de kalçasını kırdı.

II. i. Yaşlı kadın. Kçinik ndğa lumcişa ntxiri goşigams. (FN-Sumla) Kocakarı gün akşama kadar fındık seçiyor. Kçinik elit’rağodayiz badis-ti mungonams. (FN-Sumla) Kocakarı türkü söyleyince ihtiyarı da coşturuyor : türkü söyleme isteği uyandırıyor. Lumca şkule kçinik nek’naz golut’k’oçams. (FN-Sumla) Akşam olunca yaşlı kadın kapının mandalını sürgüler. Otxoneçi 3’aneri kçinik lemşiz nok’epi goşudumels. (FN-Sumla) 80 yaşındaki kocakarı iğneye iplik geçiriyor. Uşkuri dido k’ap’et’i ren. Kçiniz k’ibiri var-uğun. M3ika goncaxums do heşşo ipxors. (AH-Lome) Elma çok serttir. Yaşlı kadının dişleri yok. Biraz eziyor ve öyle yiyor. Kçinik iniz it’ubint’aşi dişka na-uk’vatu k’oçiz berepe uxvamams. (AH-Lome) Yaşlı kadın soğukta ısınırken odununu kesen adamın çocukları için (= adamın yerine onun çocukları için) dua ediyor. KçinikMot-bğurut’aya do seyi-ndğaleyi Tangriz axvamen. (AH-Lome) Yaşlı kadınÖlmeyeyimdiye sabah akşam Tanrıya dua ediyor. Kçinik k’at’a 3’anaz motalepez na-uşinaxams nez*i, motalepe mulut’anşa mtugepek meşuç’k’omams. (AH-Lome) Yaşlı kadının her yıl torunların için sakladığı cevizi torunları gelene kadar fareler yiyor. → benaII; şira-dida, dida-şira, dida; dadi; xçini


kçini-pimbiloni (AŞ) s. Beyaz saçlı ve beyaz sakallı. Kçini-pimbiloni na iyare ! (AŞ-Ok’ordule) [dua] Beyaz sakallı olasın (= uzun uzun yaşayasın) !


kçin-k’ok’ari[1] (FN-Abu), kçin-k’uk’ari (AH-Lome) i. Eskiden büyüklerin “Çocuklar salatalıkları büyümeden koparmasınlar” diye uydurdukları korkutucu imgesel tasarım. Vaşa so-ti şuk’a do3’ilare. Hek kçin-k’uk’ari ren. Let’az kodologonç’ams. (AH-Lome) Sakın bir yerde salatalık koparmayacaksın. Orada kçin-k’uk’ari var. Toprağa seni daldırır. → nenei; dida-mangi3’a, dida-mangisa, dida-k’in3’uri, dida-mp’ilu


kçin-k’ok’ari[2] (AH-Borğola) i. Zayıf ve çirkin yaşlı kadın. → xçin-k’ok’ari


kçoni-şorçi (ÇM) i. Meşe. → mç’oni[1], mç’k’oni[2]


kebap-şişi (AH ~ HP ÇX) i. Kebap şişi. → çebapi-şişi; ç’iç’ili-nçxiri; şişi


keçi (FN) i. Keçi. Pucik, keçik edo k’oyinik imç’umanan. (FN-Ç’anapet) İnek, keçi ve koyun geviş getiriyor. Keçepe goktams. (FN-Sumla) Keçileri geri döndürüyor. Keçepe axirişen gamixven. (FN-Sumla) Keçiler ahırdan dışarı çıkıyor. Keçepe koyinepeşen gamak’atums. (FN-Sumla) Keçileri koyunlardan ayırıyor, seçiyor. Keçiş k’op’iyak livadiz k’ayi mgvana meçams. (FN-Sumla) Keçi dışkısı bahçeye iyi tav verir. → k’eç’i (PZ-Cigetore), şoroni (PZ-Cigetore), şuroni (ÇM); ntxa (AH-Lome)


kede (PZ-Apso) i. Yufkanın içine şeker helvası konularak yapılan bir tür tatlı.

kelefuri (AH) s. Kelepir. Musak gyumruğiz içalişams. Kelefuri mali p’anda xez dolulams. (AH-Lome) Musa gümrükte çalışıyor. Kelepir mal her zaman eline düşer.


kemane i. Keman. [< Far.] [Türkçedeki “kemane = keman yayı ve kemençe yayı” anlamında değil.] Ma kemane busumer.(1) (AH-Lome) Ben keman enstrümanı çalıyorum. Doğanik kemane goloç’andinams. (AH-Borğola) Doğan öteye doğru hareket yaparak keman çalıyor.

[dey. kemane golusumers/ kemane usumers (FN ~ AH), kemane gulusumers (AK) : Birine [dat.] hiç aldırmıyor.] Ma k’oçiz ogine bu3’umer. Uk’açxe a mutxa iyayiz kemane golobusumer. (FN-Ç’anapet) Ben insana önceden söylüyorum. Sonra bir şey olunca umrumda değil. Si ma va-mip’aramitare-doren do ma kemane busumer.(2) (AH-Lome) Sen benimle konuşmayacakmışsın da ben keman çalıyorum (= ben hiç aldırmıyorum). Kemane golobusumer. (AH-Borğola) Beni ilgilendirmez. Bana ne ? Berek oğarğalupe-çkimis kemane gulusumers do va-misibins. (AK-Döngelli) Çocuk konuştuklarımı hiç önemsemiyor ve beni dinlemiyor. → çemane golusums/ çemane golusuy; golobun, golvobun; golusums/ golusuy, golusumers/ golusumels; var-nçxalums/ var nçxaluy


kemençe (FN ~ AH HP ÇX)(AK) i. Kemençe. [< Far.] Kemençez zayt’a usumels. (FN-Sumla) Kemençeye yayını sürüyor. Doğanik kemençez golusumels. (FN-Sumla) Doğan kemençeye yay sürüyor (= kemençeyi çalıyor). İsmet’ik nikaçaşi arada kemençe geloç’andinams. (AH-Lome) İsmet darlanınca arada kemençe çalar. Kemençe geloç’andinanşi var-naxondinen. Eisels do iz*anz*alams. (AH-Borğola) Kemençe çalınınca dayanamıyor. Kalkıyor da oynuyor. Xasanik kemençe dido k’ai gilaçaps. (AK-Döngelli) Hasan kemençeyi çok iyi çalıyor. → çemane


kenari/ kenayi (FN-Sumla)(AH-Borğola)(AK) i. Kenar. [< Far.] Bozok yazmaş kenari 3’opxums. (FN-Sumla) Kız yazmasının kenarını işliyor, süslüyor. Sabrik çayiş kenarepez danz*epe guç’k’orams. (FN-Sumla) Sabri çayın etrafındaki dikenleri kesiyor. Mtviri dido mtvaşi oxorişi saçağiz ipti kenarepeşi mtviri elaxums. (AH-Borğola) Kar çok yağınca evin saçağında önce kenarlardaki karı döküyor. Kenaepe mod bodup ? Mu goup ? (ÇX-Makret) Etrafı karıştırıp ne arıyorsun ? Duvaris na-vastoli t’alaxi kenaris ilan3axu. (AK-Döngelli) Duvara attığım çamur kenara yapıştı. Dadik ğalişi kenaris p’ip’eri gulorgaps. (AK-Döngelli) Teyze derenin kenarına biber ekiyor. P’ap’uli-çkimi memsufaşi kenaris ilaxedun do z*igara şups. (AK-Döngelli) Dedem sedirin kenarına oturup sigara içiyor. Na-voxomini lausti a3’i odaşi kenaris ilobğun. (AK-Döngelli) Kurutmuş olduğum mısır şimdi odanın kenarına bırakılmış haldedir. Berek kart’alişen feluk’a dox’veen do ğalişi kenaris onçviraps. (AK-Döngelli) Çocuk kâğıttan kayık yapmış da derenin kenarında yüzdürüyor. 3’i3’ila doxo3keren do ğalişi kenaris gonz*in. (AK-Döngelli) Yılan gebermiş de derenin kenarında boylu boyunca duruyor. Nisak ijarçaleşi kenarepes tentene guşups. (AK-Döngelli) Gelin çarşafın etrafına (= kenarlarına) dantel işliyor. Osmani-cumadik ont’uleşi kenaris na-ren daz*epe do n3xik’epe guç’ups. (AK-Döngelli) Osman amca bahçenin kenarındaki dikenleri ve çalı çırpıları yakıyor. → k’ilavi; çenare, çenari, kinari


kenç’i (AŞ) i. Kesme şeker. Çayi-şk’imi ar kenç’i dolvot’oçay. (AŞ-Ok’ordule) Çayıma bir kesme şeker atsın.


kenkve (FN ~ AH HP), kenkva (AK) s. 1. [Dişler hakkında] seyrek. Kenkve k’ibirite uşkuri muç’o ç’k’omare ? (AH-Borğola) Seyrek dişlerle elmayı nasıl yiyeceksin ? 2. Seyrek dişli. Dişleri eksik olan. Dişsiz. Tofikì dido ora ren var-miz*iyurt’u. Kenkve diyu do dibadu-doren. (FN-Ç’anapet) Tofik’i çok zamandır görmemiştim. Dişleri dokülmüş ve yaşlanmış. P’ap’uliz xomula mç’k’udi mot-meçam. Kenkve nuk’ute muç’o ç’k’omas ? (AH-Lome) Dedeye kuru ekmek verme. Dişsiz ağızla nasıl yesin ? Dixçinaşi k’ibirepe gugaxvasinon do kenkva ix’vaginon. (AK-Döngelli) Yaşlı kadın olduğunda dişlerin dökülecek de seyrek dişli olacaksın. → çemçve, çemçu, kvenkve


kerbet’ini i. Kerpeten. [< Arp.] K’urna medgeyi k’eleşe 3’k’ari ibert’u edo Akinik hemeyişen kerbet’inite uzdu. (FN-Ç’anapet) Kurnanın takılı olduğu yerden su akıyordu. Akın bağlantı yerinden kerpetenle sıktı.


kereç’i i. Kireç. Alik oxoriz kereç’i usumerz. (AH-Lome) Ali eve kireç badanası yapıyor.


keremidi (AK) i. Kiremit. Ustak oxorişi ç’ei keremiditen motumers. (AK-Döngelli) Usta evin çatısını kiremit ile örtüyor. Ustak keremidi gedumers do ç’eişi jin motumers. (AK-Döngelli) Usta kiremidi koyuyor da çatının üstünü örtüyor. → çeremit’a, çeremit’i; let’a-k’avari; çiremit’t’i; k’eremidi/ k’eremiti


kerenç’i (FN ~ AH) i. Ekmeğin kabuğu. Ağne ç’veyi kovaliz sağra mutvayiz kerenç’i-muşi-ti diçuçkanen. (FN-Ç’anapet) Yeni pişmiş buğday ekmeğinin üstüne tepsiyi örtersen kabuğu da yumuşar. Coğorik na-mepçare mç’k’udis kerenç’i goxorums do naşkumers. (AH-Lome) Köpek vereceğim ekmeğin kabuğunu kemirip bırakıyor. Mç’k’udişi kerenç’i mtelli buği ren. (AH-Lome) Ekmeğin kabuğu komple küflüdür.Mç’k’udişi kerenç’i berepes k’ai u3’ons. (AH-Borğola) Ekmeğin kabuğu çocukların hoşuna gider.


kereste i. Kereste. [< Far.] Tomrukların boyuna biçilmesiyle elde edilen ve marangozlukla inşaatta kullanılan nitelikli ağaç. Ugamaxominu kereste inşaat’iz var-ixmaren. K’alop’i ç’k’adumt’aşi beşe-onepe eliç’up’ranen. (AH-Lome) İyice kurumamış kereste inşaatta kullanılmaz. Kalıp çakarken beşe onlar yamuluyor. → mca[1]-II, ncaII


Kerezi (FN-Ç’anapet)(AH-Lome) i. Haziran ayı. → Çerezi, Mbuloba, Mbul-ora


kerki (FN ~ HP ÇX)(AK) i. 1. (Kestane, çam, köknar ve ladin) ağacının kabuğu. Fetik ç’ubriş kerki goazums. (FN-Sumla) Fethi kestane ağacının çevresinin kabuğunu yontuyor. Ncape var-nosvaraşa kerki kogo3’k’i. Vana ordo var-xomun. (AH-Lome) Ağaçları dizmeden kabuğunu soy. Yoksa çabuk kurumaz. Kemalik, kerkis gyobaz*guşi nustu do k’uçxe nit’axu. (AH-Borğola) Kemal, ağaç kabuğa basınca kayıp ayağını kırdı. Ç’uburişi kerki gou3’k’ip do bincişi xeşi p’k’irup. (AK-Döngelli) Kestane ağacının kabuğunu soyuyorum (= söküyorum) da pirinç demetini bağlıyorum. 2. Kestane ağaç kabuğundan yapılan kovan örtüsü. Boginape-çkimiz ç’ubriş kerki ebotvi. (FN-Sumla) Peteklerimin üzerini kestane ağacı kabuğu ile örttüm. → k’abuği; çerçi


ker3ela[1] (AH) i. Meyvenin soyulmuş veya soyulacak olan kabuğu. M3xulişi ker3ela p’ro3are do ç’k’omare. (AH-Borğola) Armudun kabuğunu soyup da [armudu] yiyeceksin.


ker3ela[2] (ÇX) i. Balık pulu. → kat’o[1]


kese i. Kese. Aşek bere-muşiz mç’ita kese ubaz kodolok’idu. (AH-Lome) Ayşe çocuğunun koynuna kırmızı keseyi taktı. → çese


keşuri/ keşuyi (FN ~ AH) i. Buhar. → t’ufa; nefli; klesti, kresti. I. (FN) 1. Kaynayan suyun sıcak ve kokusuz buharı. 2. Ağızdan çıkan buhar.

II. (AH) Sıcak veya soğuk her çeşit buhar. Sabayle t’obaz keşuyi edgitun. Melendo var-iz*iren. (AH-Lome) Sabahları t’obada buhar çıkıp yükseliyor. Karşısı görünemiyor.


kevvi (AŞ-Ortaalan) z. Sıkı. Bauli kevvi cenk’ori. (AŞ-Ortaalan) Bavulu sıkı bağla. → ndariII


keyana → kiana


kfa-, kfi- → kva-, kvi- [Lazca’da konson arkasında /v/ ile /f/ fonemleri arasında fonolojik ayrımı yoktur. İkisi birlikte bir arşifonem //v//’yi oluşturmaktadır. Ayrıca [w] değişkeni de bazı yörelerde gözlemlenir. Bu çalışmada bu arşifonem, telâffuzu ne olsa olsun daima v harfi ile yazılmıştır. Örneğin kva kelimesi, yöreye göre kva, kfa ve kwa olarak telâffuz edilir. Şayet kfa şeklindeki yazılışı kabul etseydik kwa şeklindekini de kabul etmek zorunda kalıp fonolojik olmayan bir harf kullanmaya mahkûm olurduk.]


ki (FN ~ ÇX)(AK) ~ bağ. Ki. [< Far.] → çi, ç’i. I. [iki cümle arasında] 1. (O kadar ...) ki. Alik Turkuli heşşo diguru ki şa ospirapams. (AH-Lome) Ali Türkçe’yi öyle öğrendi ki çok güzel konuşuyor. Heşşo ixi bars ki tozi dumaniz ant’alu. Ortaluği zifozik kodikaçu. (AH-Lome) Öyle bir rüzgâr esti ki toz dumana karıştı. Ortalığı toz bulutu kapladı. K’oçik eşo onçviru uçkin ki mzoğa ndğvarups (= mjvarups) do mulun. (AK-Döngelli) Adam öyle bir yüzmeyi biliyor ki denizi yarıp karıştırarak geliyor. An3’i mtxiri ok’o çans ki maşallah mtxirepunas dolocans. (AK-Döngelli) Bu sene fındık o kadar çok vermiş ki maşallah fındıklık kaynıyor (= çok aşırı var). K’oçik ok’o gyari ç’k’omu ki a3’i işiblokups. (AK-Döngelli) Adam o kadar çok yemek yedi ki şimdi geğiriyor. Berek eşo xoronaps ki na-dgin yeris z*anz*alaps. (AK-Döngelli) Çocuk öyle horon oynuyor ki durduğu yerde titriyor (= sallanıyor, kendi kendini sarsıyor). Bere-muşi ok’o k’ai bonups ki lebi u3’k’ips. (AK-Döngelli) Çocuğunu öyle güzel yıkıyor ki kirini söküyor. Nana-muşik eşo me3’ik’onu ki beres pupuli yuxtu. (AK-Döngelli) Annesi öyle çimdikledi ki çocukta yara çıktı. Baba-çkimik ok’o x’uraps ki nana-çkimis mu x’vasinon goç’k’ondinapaps. (AK-Döngelli) Babam o kadar bağırıyor ki anneme ne yapacağını unutturuyor. Ok’o p’at’i coğori ren ki kotumepe nokaçaps do gyak’ibins. (AK-Döngelli) O kadar fena bir köpektir ki tavukları sıkıştırıyor da ısırıyor. Ramazanik ek’o didi kvayepe raxat’i raxat’i yezdips ki man ar teği bile var-yemazden. (ÇX-Çxalazeni, TM) Ramazan o kadar büyük taşlar rahat rahat kaldırıyor da ben bir tanesini bile kaldıramam. 2. Öyle olursa. Ninç’inare kiVrossi k’oçi ont’k’vanen. (AŞ-Ortaalan) Paylaşacaksın kiİyi adamdırdiyecekler. 3. Yoksa. On3xonez extaşi k’uçxe tamo dodgi. Mot-dontxam ki pi3ayi goşat’roxun. (AH-Lome) Tavana çıkınca ayaklarını yavaşça bas. Sert basma ki (= yoksa) tahtalar kırılır.

II. [haykırışlı cümlenin sonunda] Hem berez ek’o gyari memiçamun ki ! (FN-Ç’enneti) O çocuğa o kadar ekmek vermişim ki !


kiana/ kiyana/ keyana (AŞ ~ FN) i. Dünya. Ham kianaşi enni uneneli k’oçepe rt’es, na-ğures Japonepe. Miti var-elvat’ert’es. Hini na-k’oşk’iyonu k’oçepe Elektriği gamobiyonatendeyi uç’itxeli zuğa-p’ici ar santrali kocedges. Ar ndğa him santralite çendi k’oçepe-nişi na-ilanert’u var-meşonumt’es. Let’a-nana guri komuones. Ok’it’axu. Zuğa-ti guri komuones. 3unami diyu. Empu. İdu. Noğa kocost’ik’u. Hey na-sk’udurt’es k’rima Japonepe tisya dou. Zade guri maç’u. Mabgarinu. (AŞ-Ok’ordule) Bu dünyanın en sessiz insanları idiler, ölen Japonlar. Kimseye sataşmazlardı. Onların seçtiği insanlarElektrik çıkaracağızdiye sormadan denizin ağzına bir santral koydular. Bir gün o santral ile kendi insanlarını vuracaklarını beklemiyorlardı. Toprağın kalbini kızdırdılar. Ortadan kırıldı. Denizin de kalbini kızdırdılar. Tsunami oldu. Kabardı. Gitti. Şehri yere vurdu. Orda yaşayan zavallı Japonları kurban etti. Çok kalbim acıdı. Ağlayabildim. Mtel k’oçiz, serbesluğite oskidu şeni kianaz na-golulun sosiali do idari nizamişa xak’k’i uğun. (FN-Ç’anapet) Her insanın, özgürce yaşamak için dünyada geçerli sosyal ve idarî düzenin olmasına hakkı vardır. A mitxaşen na-moxtu telefonite keyana dakturu. (FN-Ç’anapet) Bir başkasından gelen telefonla dünyası değişti. Juri keyanaşi xarbi-ti Evropaz geiç’k’u. (FN-Ç’anapet) Dünya savaşının her ikisi de Avrupa’da başladı. Aşela ham kianaşa ğirs. (FN-Sumla) Aşela bu dünyaya bedeldir. Ham kianaşi nimetepez şuri na-dolodgin iri --- k’at’u, coğori, 3’i3’ila, k’oçi --- kva do nca miti-muturen iri nunç’un. (FN-Sumla) Bu dünyanın nimetlerine yaşayan her canlının --- kedi, köpek, yılan, insanın --- ve taş ve ağacın, ne ve kim varsa hepsinin, payı vardır. Ham kianas k’ai oskidinu şeni k’oçi steri k’oçi ivare. (FN-Sumla) Bu dünyada iyi yaşamak için adam gibi adam olacaksın. → k’iyana; dunya


Kibrisi (AH-Borğola)(AK) i. Kıbrıs. Cuma-çkimişi bere ok’itxu şeni Kibrisişe idu. (AH-Borğola) Kardeşimin oğlu okumak içn (= eğitim için) Kıbrıs’a gitti. Kibrisis Turki do Rumepe skidun. (AK-Döngelli) Kıbrıs’ta Türk ve Rumlar yaşıyor. → K’ibrisi


kile i. İki tenekeye eşdeğer ölçü birimi. Jur kile ntxiri oç’k’omu şeni eşebişinaxam. (AH-Lome) İki kile (= dört teneke) fındığı yeme için saklıyorum.


kilimi (FN ~ ÇX) i. Kilim. Nanak met’k’oçeyi kilimepe dgums edo ç’art’ağiz dorçasen. (FN-Ç’anapet) Annem eski kilimleri birbirine ekleyerek oturma odasına serecek. Aşek kilimi patxums. (FN-Sumla) Ayşe kilimi silkeliyor. T’aoni ok’oxu. Nusak xali do kilimepe doloxe amatorums. (AH-Lome) Hava bozdu. Gelin halı ve kilimi sürükleyerek içeri alıyor. → çilimi; dorçale


kilo i. Kilogram. Kilo. [< Fra. < Yun.] Ma ar tutaz jur kilo topri mibağun. (FN-Ç’anapet) Bana bir ayda iki kilo bal yeter. Ar-jur kilo çkva k’arfi kort’azna einç’en. (AH-Lome) Bir-iki kilo daha çivi olursa yetiyor. Allayise Aydini oşi kiloşen fazla ren. Ha k’ayrola koyoçvap’ams. (AH-Lome) Allah aklına Aydın yüz kilodan fazladır. Bu karyolayı çökertir. K’asap’is ar kilo bumbureği do ar kilo çkva cigeri dobo3’onapi. (AH-Lome) Kasaba bir kilo böbrek ve bir kilo da ciğer tarttırdım. Andğa na-3’ilare çayi ç’umanişa çunun do kiloşa var-mulun. (HP-P’eronit) Bugün topladığın çay sabaha kadar tazeliğini yitiriyor ve kiloya gelmez. “Aya mtxiri xut kilo ren-i ?” ya do xeten mui3’inups. (AK-Döngelli) “Bu fındık beş kilo mudur ?” diye el ile yoklayarak taminî tartıyor. Oxorcak xut kilo mtxiri manişa n3xunups. (AK-Döngelli) Kadın beş kilo fındığı çabucak ayıklıyor. Ar kilo şekerişi leçeri ar kiloşi kavanozişa int’ren. (AK-Döngelli) Bir kilo şekerin reçeli bir kiloluk kavanoza sığıyor.


kiloli (AH) s. Kilolu. Baba-skani dido kiloli ren. Na-xen yeyişen-ti upi o3’rodinams. (AH-Lome) Baban çok kiloludur. Oturduğu yerden de ter akıtıyor. → cektaperiII


kilometre i. Kilometre. [< Fra. < Yun.] Mtiri-çkimi K’ai biv”a ya do k’at’a ndğaz xut-aşi kilometre igzals. Handğa-ti dik’aş onaşa gzaleri idu do komoxtu. (FN-Sumla) Kayınpederim sağlık için diye (iyi olayım diye) her gün 5-6 km yürüyor. Bugün de buğday tarlasına yürüyerek gidip geldi. Mtiri-çkimik K’ayi biva ya do k’at’a ndğaz xut-aşi kilometre gza igzals. Handğa-ti dik’aşi ont’uleşe k’uçxete idu do moxtu. (AH-Lome) Kayınpederim sağlık için diye (= iyi olayım diye) her gün beş-altı kilometre yol yürüyor. Bugün de buğday tarlasına yaya gidip geldi. → ver3’i


kimi s.-i. ve bağ. [Türkçe gramerde zamir (= adıl) olarak sınıflandırılan kelimeden gelmiş olduğu düşünülen bu kelime, Lazca gramer sistemi içinde sıfat-isim ve bağlaç olarak sınıflandırılır.] I. s. Kimi. Bazı. Mç’ima şkule ğali gelalaşi kimi yeepez t’obape dolodgitun. (AH-Lome) Yağmurdan sonra dere suyu düşünce kimi yerlerde göllenmeler olur. Dido mebazmonaşi kimi oras çkimebura e3’ebitkvam. (AH-Lome) Çok daldığımda kimi zaman kendi kendime konuşuyorum. Didi ğvari gextaşi kimi oraz ncalepe golidven do ğali nit’obalen. (AH-Borğola) Büyük sel inince kimi zaman ağaçlar dereye yanlamasına kalır da dere göletlenir. p’anda[2]; bazi

II. i. Kimi. Bazısı. # Yoyi nana xolo komoxtu yazi / Noderepe ivasen bazi bazi / Kimik yazma kimik moytvasen k’azi / Pukurasen duzluği dadi-çkimi. (FN ~ AH, Anonim) Of anne of yine geldi yaz mevsimi / İmeceler olacak ara sıra / Kimi yazma ile kimi k’azi ile başını örtür / Çiçek açacak düzlük, teyzem. → bazi

III. bağ. [kimi ... kimi-ti] Ya ... ya da. Xasanik oxoriz t’aşa çkar mutu var-ikomz. Kimi ncanz, kimi-ti oxomonduniz amadgin do goi3’k’en. (FN-Ç’anapet) Hasan evde iken hiçbir şey yapmıyor. Ya uyuyor, ya da evin ortasında durup etrafına bakıyor.


kimliği (AŞ-Ortaalan) i. Kimlik. Faiği kimliği-muşşi gvoç’ondru do oxorişe gamaxt’u dort’t’u. Bere-muşşi ceride-muşşi uk’k’ap’p’u. Baba-muşşi otobussi va-cexeduşşa meç’ç’işu. (AŞ-Ortaalan) Faik kimliğini unutup evden çıkmıştı. Çocuğu arkasından koştu. Babası otobüse binmeden yetişti. → nufus-çağedi; k’imluği


kimoci (AK) i. Koca. Kimoci-çkimi a3’i va-ren. Limci k’ele xolo mugaluna (= mugalasna)(*) hoz*irop. (AK-Döngelli) Kocam şu anda yok. Akşama doğru yine gelebilirsen bulursun. Fadimek kimoci-muşişa oxorişi dulyape goşinaps. (AK-Döngelli) Fadime kocasına evin işlerini hatırlatıyor. Fadimek kimoci-muşişa kuvali nandumers do yeç’opinapaps. (AK-Döngelli) Fadime kocasına ekmek ısmarlıyarak satın aldırıyor.

[(*) Akçakoca-Döngelli diyalektinde gelecek zaman koşullu cümlemsinde mugalasna ve mugaluna biçimleri eşanlamlı olarak kullanılır.] → k’oçiII; komoci; p’alik’ariII; komoli[2B]-II; kimoli[1]; noğameV-VIII;p’ark’ali


kimoli[1] (HP ~ ÇX) i. Koca. Kimoli-çkimi a3’i va-ren. (AK-Döngelli) Kocam şu anda yok. → k’oçiII; komoci; p’alik’ariII; komoli[2B]-II; kimoci; noğameV-VIII; p’ark’ali


kimoli[2] (AK) i. ve s. → komoli[1] I. i. Erkek. Ğureri k’oçi mik bonups ? - Kimoli-cenaze kimolik bonups. Oxorca-cenaze oxorcak bonups.” (AK- Döngelli) Cenazeyi kim yıkar ? - Erkek cenazeyi erkek yıkar. Kadın cenazeyi kadın yıkar.” K’ulanik kimoli stei şkas livori ili3igups. (AK-Döngelli) Kız erkek gibi beline tabanca sokuyor. → biç’i

II. s. Yiğit. Mert. “Kimoli k’oçiya do emus u3’umelan. (AK-Döngelli) OnaMert adamdiyorlar. → komoli[1]


kinari/ kinayi (FN-Ç’anapet)(AH-Lome) i. Kenar. Handğa cumadi-çkimik livadi-kinari elaxumz. (FN-Ç’anapet) Bugün amcam bahçenin kenarını temizliyor. Bere-skani mitis var-noğun. Kinayiz eladgitun do sira-muşi çumers. (AH-Lome) Senin çocuğun kimseyi engellemiyor. Kenarda durup sırasını bekliyor. Gençluğiz dido içalişinen do obadalik’iz oç’k’omu şeni kinayiz m3ika mutu elidven. (AH-Lome) Gençlikte çok çalışılır ve ihtiyarlıkta yemek için kenara bir şeyler atılıp biriktirilir. Oxorcak na-dibğu xeç’ep’ape ok’okosu do ar kinayiz elaç’ums. (AH-Lome) Kadın dökülen fındık kabuklarını süpürüp bir kenarda yakıyor. Berepe ğaliş kinayiz 3’k’a-k’op’alite isternan. (AH-Lome) Çocuklar dere kenarında iribaşla oynuyorlar. Mç’k’udi furuniz tamo tamo iç’vasen do k’ayi goşam3xvasen. Didi daçxuris kinarepe gamç’itanen, ala doloxe uç’u kodoskidun. (AH-Lome) Ekmek fırında yavaş yavaş pişmeli. Çok ateşte kenarları kızarır, ama içi çiğ kalır. Kemalik ipti sanduği jur k’eleşen-ti kinarişen elaxums do ok’açxe-ti jur k’ele xe gek’limoni k’ulpi nuk’idams. (AH-Lome) Kemal önceden sandığın iki yanını da kenarından deliyor. Ve sonradan her iki yanına da elle tutulacak kulp takıyor. Yusufiz omçviru var-uçkin. Berepe k’ala kinayiz çxap’alams. (AH-Lome) Yusuf yüzmeyi bilmiyor. Çocuklarla kenarda çırpınıyor. T’auşanik lu do maruliz kinarepe guxvat’ams do naşkumers. (AH-Lome) Tavşan lahana ve marulun kenarlarını kemirip bırakıyor. T’aoni dido mçxvapa ren. Mustava Cumadi mçxvapaz var-naxondinen. Ğaliş kinayiz boxça elorçams do lumcişa ixi ibars. (AH-Lome) Hava çok sıcaktır. Mustafa Amca sıcağa pek dayanamıyor. Dere kenarına bohçasını serip akşama kadar serinliyor. → k’ilavi; çenare, çaneri, kenari


kinay-kyoşe (AH) i. Kenar köşe. Aşek çayi k’ayi yeepez muk do3’iloms. Xizani do kinay-kyoşe nana-muşiz elut’alams. (AH-Lome) Ayşe iyi yerlerdeki çayı kendisi topluyor. Kötü [yerlerdekini] ve kenar köşeyi annesine bırakıyor.


kiprit’i (AH) i. Kibrit. [< Arp.] Kemalik kiprit’i gelonçaxams. (AH-Lome) Kemal kibrit çakıyor. → çip’it’i, çirp’it’i, çibrit’i; ç’ak’la[1]-II; kirp’it’i


kira i. Kira. [< Arp.] Cuma-çkimiz oxorişi kira pederik nuçams. (FN-Ç’anapet) Kardeşimin ev kirasını babam ödüyor. Aliz oxorişi kira var-naçaşi baba-muşik nuçams. Ma mik memiçasen ? (AH-Lome) Ali evin kirasını ödeyemeyince babası veriyor. Benimkini kim verecek ?


kiravat’i (ÇM ~ AŞ) i. Kravat. [< Fra.] Ali noğaşa it’aşa kiravat’i nik’oray. (ÇM-Ğvant) Ali kasabaya giderken kravat bağlıyor. Bere okulişa it’t’aşa kiravat’i dolink’oray. (AŞ-Ok’ordule) Çocuk okula giderken kıravatı bağlıyor. Ma kiravat’ite golva xazi va-mayen. (AŞ-Ok’ordule) Ben kravat ile gezmeyi sevmiyorum. → k’iravat’i; kravat’i; k’ravadi, k’ravati


kirçolums/ kirçolups (HP ~ ÇX) EA ha.r.f Mısır koçanını, buğday başağını vs [aps.] taneliyor. Amseri soti var-malen. Lazut’i pkirçolaten. (HP-P’eronit) Bu akşam bir yere gidemiyoruz. Mısırı taneleyeceğiz. → kurçolums/ kurçoluy


kirigi (ÇM) s. [hayvanlarda] Küçük kulaklı. Alişi şuronepe kirigi oran. (ÇM-Ğvant) Ali’nin keçileri küçük kulaklılar.


kirp’it’i (FN) i. Kibrit. Kyona meskuruyiz nanak kirp’it’i gelançaxu do nuk’laz nudvinu. (FN-Ç’anapet) Isık sönünce annem kibriti çakarak mumu yaktı. → çip’it’i, çirp’it’i, çibrit’i; ç’ak’la[1]-II; kiprit’i


kirun (HP ~ ÇX)(AK) Aø har.f. Soğuyor. T’u3a gyari gale xododgaşi manişa dokirun. (AK-Döngelli) Sıcak yemeği dışarıya koyarsan çabuk soğur. Mustafak x’oropeli-muşişen dok’iru do guiç’k’ondinaps. (AK-Döngelli) Mustafa sevgilisinden soğudu ve unutmaya çalışıyor. → korun, koruy, korums; indun; ++ gekirun


kitabi i. Kitap. [< Arp.] Nurdoğani mzuğa k’ala kelinciyu do kitabi ik’itxams. Ar k’ele-ti mzuğa-3’k’ari k’uçxes namçvalen. (FN-Ç’anapet) Nurdoğan deniz kıyısına uzanıp kitap okuyor. Bir taraftan da deniz suyu ayaklarına çarpıyor. Mektebişen moxtaşi kitabi gonk’anams. (FN-Sumla) Okuldan gelince kitabını bir köşeye sallayıp atıyor. Ham ndğalepez çkimi şiiriş kitabi gamulun. Gamaxta şkule si-ti megincğonare. (FN-Sumla) Bugünlerde benim şiir kitabım yayınlanıyor. Yayınlanınca sana da göndereceğim. Kitabiz na-ik’itxoms nç’arapez tudele golağarumz do var-nant’alen. (AH-Lome) Kitapta okuyacağı yazıların altını çiziyor ve karıştırmıyor. Beres kitabi uk’itxare do haşoten ok’itxuz gyoginare. (AH-Borğola) Çocuğa kitap okuyacaksın ve böylece okumaya alıştıracaksın. Berepek tude istert’aşi kitabepe k’uçxez nisvaraman. (AH-Borğola) Çocuklar yerde oynarken kitapları ayağına diziyorlar. Kitabi ok’itxu naşkvaşi ok’otumers do dodumers. (AH-Borğola) Kitap okumayı bırakınca kapatıp da bırakır. Kitabi-çkimis ar muntxani noç’aru. (HP-P’eronit) Kitabıma bir şey yazdı. → çitabi; suparaI


kivi i. Kivi [< Maorice = Yeni Zelanda’nın yerli dili] bitkisi ile onun meyvesi. 1. Kivi bitkisi. Kivişi k’ant’ayi dido ordo irden. Jur metre oğindeni m3xuliz nunç’uşun. (AH-Lome) Kivinin sürgünü çok hızlı büyüyor. İki metre ilerdeki armut ağacına uzanıyor. 2. Kivi meyvesi. Kivi ordo var-3’ilayiz i3’k’aren do k’ayi nostoni meçams. (FN-Ç’anapet) Kiviyi erken toplamayınca sulanıyor ve iyi tad alıyor. → k’ivi


kiviluği i. Kivi bitkisinin yetiştirilen yer. Kivi tarlası.


kiyamet’t’i (AŞ-Ortaalan) i. Kıyamet. [< Arp.] → ky’ameti

[dey. kiyamet’t’i ciyonay (AŞ-Ortaalan) : Kıyameti koparıyor.] Hik’k’u titizi on çi a mutu elankteri ort’t’uk’o kiyamet’t’i ciyonay. (AŞ-Ortaalan) O kadar titizdir ki bir şey azcık yamuk olsa kıyameti koparıyor.


kiyana → kiana


kizaği (AK) i. Kızak. Omerik kizağiten gemtumani gyustu do k’uçxe xonot’ruxu. (AK-Döngelli) Ömer kızak ile bayır aşağı kaydı da ayağı kırıldı. → sk’afindi-ost’ulinaşe; ost’vaşeII, mturi-ost’vaşe; osurinoni; sinik’iyi; gelastvinoni; k’izaği; [kızak ya da kayak : cost’ulinaşa, dest’ulinaşa; ost’ulinaşe, mturi-ost’ulinaşe; ost’vinaşe; osurinale]


klesti (AŞ-Jilen-Mzğem) i. Sıcak (kokulu veya kokusuz) buhar. Puşk’undişa klesti eulun. (AŞ-Jilen-Mzğem) Kemreden sıcak buhar çıkıyor. → t’ufa; nefli; kresti; keşuri


klimums/ klimuy[1] (PZ-Cigetore)(AŞ) EA har.f. 1. Para [aps.] kazanıyor. Cemali k’urbet’işa idu. Cenç’areri klimums. (PZ-Cigetore) Cemal gurbete gitti. Para kazanıyor. Ali zade içalişay. Ama na-klimuy para mutu var-on. (AŞ-Ok’ordule) Ali çok çalışıyor. Ama kazandığı para bir şey değil. Ali Almanyaşa idu şuk’k’ule dido cenç’areri klimuy. (AŞ-Ortaalan) Ali Almanya’ya gittikten sonra çok para kazanıyor. 2. Sevap [aps.] kazanıyor. Alik namazi oxenute sevap’i klimums. (PZ-Cigetore) Ali namaz kılarak sevap kazanıyor. → ikazanay; ç’k’indums/ ç’k’indoms; mogams; muirgaps


klimuy[2] (ÇM) EA har.f. Ağaç altındaki çalı çırpı [aps.] temizliyor. Dikenleri [aps.] kesiyor. Ali andğa durğunepe klimuy. (ÇM-Ğvant) Ali bugün dikenleri kesiyor. Ali mcalepe tudendoni tamlepe klimuy. (ÇM-Ğvant) Ali ağaçların altındaki çalıları (= ağaçcıkları) kesiyor. → kosumsIII; kvinums; ğarums[2]; nçvarums


ko- (PZ ~ AH), ko-/ ka- (HP), ko-/ ka-/ ho-/ ha- (ÇX), ko-/ ka-/ ku-/ ho-/ xo- (AK) [olumluluk baş-eki] [vuayel önünde k-] → do-[1], menda-/minda-, o-[2]

I. [varlık fiilinin başında] Ğoma ar ixi kort’u. K’oçi eyoputxinay, di3’onert’u. (AŞ-Ok’ordule) Dün bir rüzgâr vardı. “Adamı uçuruyorsanılıyordu. Ğormoti koren. (FN ~ ÇX). Tanrı vardır. Hak’o oxenoni dulya koren do oxorca amaxen do şa ora gololapams. (AH-Lome) Bu kadar yapılacak iş var da kadın boş boş oturup zaman geçiriyor. Hak jur k’oçişi doxunoni yeyi koren do Memet’i ulun. Hek mot goşirçak’en ? (AH-Lome) Burada iki kişinin oturacak yer varken Mehmet gidip oraya neden sıkışıyor ?

II. [hal fiilinin başında] Dizbaği monepe konubun. (ÇM-Ğvant) Kemerinde Boncuklar takılıdır. Ma k’ayişi xami kelemon3oy. (AŞ-Ok’ordule) Benim kemerimde bıçak var (= saplanmış halde duruyor). Çobani pucepe livadi nupinay. Çendi koxen. (AŞ-Ok’ordule) Çoban inekleri bahçeye salıyor. Kendisi oturuyor. Fadimez ğvalepe çereli ar mskva bozo kuonun. (FN-Ç’anapet) Fatma’nın, yanakları parlak güzel bir kızı var. A mutxa komşuns. Nak’o ora ren var-gomaşinen. (FN-Ç’enneti) Aklımda bir şey var. Ama kaç zamandır ne olduğunu hatırlayamıyorum. Hak’o let’a umiteli koz*in. (FN-Sumla) Bunca toprak kimsesiz (sahipsiz, bakımsız) öylece duruyor. Ali kat’a moxtasen kodolomobun. (FN-Sumla) Ali her geldiğinde bana sarılır, beni özler, beni sever.

III.a. [fiilbaşlı hareket fiilinin emperfektif biçiminin başına eklenerek söz konusu hareketin her zaman yapıldığını veya genel geçer olduğunu anlatır.] K’at’a ndğaz melen rak’anis komok’axedun. (FN-Sumla) Her gün karşı sırtlara gidip, tepeyi arkasına alıp, oturur. K’at’u ulun, kvas komok’uxedun do heko imjors. (FN-Sumla) Kedi gidip kayanın arkasına oturur ve orda güneşleniyor. T’k’obaşa mutu var-iven. Ar ndğaz komoşulun. (FN-Sumla) Gizli hiçbir şey olmaz. Bir gün ortaya çıkar. Dido çalişkani nana do babak bere-muşi dulyaşen komuşletinams. (FN-Sumla) Çok çalışkan anne ve baba çocuklarını işten kurtarır. Arguni-muşi Cemalik koz*iroms do bere-muşik xolo gundinams. (FN-Sumla) Baltasını babası buluyor. Çocuğu yine kaybediyor. Alik lumcaşi k’oçepe çkunde komok’ut’alams. (AH-Lome) Ali akşam olunca adamları bize salar. (= Ali insanları başından savar.) İsinaz ma 3’k’a-mangana gebodginam. Çkimi şkule arik, mulun, ok’oxums do kodolobğams. (AH-Lome) İsinaya ben 3’k’a-mangana kuruyorum. Benden sonra birisi geliyor ve bozup yıkıyor. Uça dolokunu k’ala kçe dolokunupe naxvana kçepez uça konakten. (AH-Lome) Siyah giyeceklerle birlikte beyaz giyecekleri yıkarsan beyazlara siyah bulaşır. K’oçik bere-muşiz na-uşlams mutu si komekçams-i ? (AH-Lome) Adam çocuğundan esirgediği bir şeyi sana verir mi ? Nana-skani a3’i homulun. (ÇX-Makret) Annen şimdi gelir. Mja ç’apra mod-ikaçap. Hanix’oen. (ÇX-Makret) Sütü yamuk tutma. Dökersin. Jur ncaşi aras xomişikaçen. (AK-Döngelli) İki ağacın arasında sıkışıyor. Nazmik bureği z*iraşi xomuxedun do kuimxors. (AK-Döngelli) Nazmi Laz böreğini görünce başına yerleşerek oturuyor da yiyor. Ar dostibi ! Skani nena do çkimi oğarğalu kuxuint’alen. (AK-Döngelli) Bir sus ! senin sözlerinle benim konuşmam karışıyor.

b. (AK) [Bazı fiilbaşsız hareket fiilinin emperfektif biçiminin başına eklenerek söz konusu hareketin her zaman yapıldığını veya genel geçer olduğunu anlatır.] Nazmik bureği z*iraşi xomuxedun do kuimxors. (AK-Döngelli) Nazmi Laz böreğini görünce başına yerleşerek oturuyor da yiyor.

IV. [fiilbaşlı hareket fiilinin perfektif biçiminin başında] P’et’mezi kyupişen kodibu-doren. (FN-Sumla) Pekmez küpten (küpün altından kaçırılarak) dökülmüş. Ma xaciz xorşa kelebu3oni. (AH-Borğola) Ben fasulyenin yanına sırık diktim. K’uçxe kagomaç’u. (ÇX-Çxalazeni, TM) Ayağım ateşten yandı. Onuris Çarşişa mindaxtina dik’aşi kuvali mvomalu var-gogoç’k’ondas diye hodovandvi. (ÇX-Çxalazeni, TM) Onur’a Çarşıya gidersen buğday ekmeği getirmeyi unutma diye tembih ettim. Çiçeğepek kamuşiğu. Mu xili şura uğun. (ÇX-Çxalazeni, TM) Çiçekler açtı. Ne güzel kokuyor. Nanak kuvali oxtimap’t’u. Ar parça xes nustu. Kanulu. (ÇX-Çxalazeni, TM) Anne ekmek hamuru yoğuruyordu. Bir parçası elinden kayıp düştü. Uşkiris x’a hanut’ruxeren. (ÇX-Çxalazeni, ONM) Elmanın dalı kırılmış. Odgiyaluten x’uci homemat’u. (ÇX-Makret) Gürültüden kulağım sağır oldu. Xasaniz nosiz hoguşvabğu. (ÇX-Makret) Hasan’ın aklı karıştı. Bağuen nacaki hayebzdi. (ÇX-Makret) Ambardan baltayı aldımHomoxtiçkva mi3’vas. (AK-Döngelli) BanaGeldesin. Nanak baklavaşa şerbeti xoguşobu. (AK-Döngelli) Annem baklavaya şerbet döktü (= ilâve etti). Dido daç’k’induşi ti-muşi dixas xodidu. (AK-Döngelli) Çok yorulunca kendini yere bıraktı. Soba vogzi. Ama dişka xodiliç’uşi kameskiru. (AK-Döngelli) Sobayı yaktım. Ama Odun yanıp bitince söndü.


kobapşa → korbapşa


koçani i. Koçan. FadumePuci mepçaredeyi lazut’t’işi koçanepe meç’irdu. (AŞ-Ortaalan) Fatmaİneğe vereceğimdiye mısır koçanlarını kopardı. → ç’eba; nç’olo; korza; rok’a


kofte i. Köfte. “Beres kofte pçamya do ar muk amidumers, ar hemus amudumers. (AH-Borğola) “Çocuğa köfte yediriyorumdiye bir kendi ağzına koyuyor, bir onun ağzına koyuyor.


koligi (ÇM) s. Boynuzsuz. Boynuzu olmayan. Alişi xoji akrape eyut’roxu. Koligi diyu. (ÇM-Ğvant) Ali’nin öküzünün boynuzları kırıldı. Boynuzsuz oldu. Alişi şuronepe alayi akroni oran. Ali koligi şuroni var-uyonun. (ÇM-Ğvant) Ali’nin keçilerinin hepsi boynuzludur. Ali’de boynuzsuz keçi yok.


koltuği (AK) i. Koltuk. I. Kol dayayacak yerleri olan geniş ve rahat sandalye. Şoleri koltuği soba dogzina manişa doskirun. (AK-Döngelli) Islak koltuk sobayı yakarsan çabucak kurur. Koltuğişi tude k’onk’ipe mişobğun. (AK-Döngelli) Koltuğun altında paçavralar doludur (= yığılıdır). → k’oltuği

II. (AK) Koltuk altı. Omuz başının altında, kolla gövdenin arası. Nazifek bere-muşis xeşi koltuğis musafi mişidumers do cameşa oçkumers. (AK-Döngelli) Nazife çocuğunun koltuk altına Kur’anı (= Kur’an-ı kerimi) tutturuyor da camiye gönderiyor. mxuci-duği; ğalacica


kolye i. Kolye. [< Fra.] Kolye gundunasen. Doli3’ay do doşinaxay. (AŞ-Ok’ordule) Kolyeyi kayıp edecek. Çıkarsın da saklasın. Damtire nusa na-dolvobu kolye dolo3’ay. (AŞ-Ok’ordule) Kaynana geline taktığı kolyeyi çıkarıyor. Berez aliz na-dolobun kolyeMot-gondinomt’azya do dolo3’k’ams. (AH-Borğola) Çocuğun boynunda asılı olan kolyeyi “Kaybetmesin” diye çıkarıyor. Ç’ağanaşi k’ibiyiten kolye ikips do x’alis dolik’idams. (HP-P’eronit) Yengecin “dişleri” ile kolye yapıp boğazına takıyor.


komoceri (PZ), komojeri (ÇM), komoceri (AŞ) s. [part. < ikomocen ve okomocams/ okomocay] Evli (bayan). → gamatxveri. ≠ çileri


komoci (PZ), komoji (ÇM), komoci (AŞ ~ FN) i. Koca. Mustafa Fadumeşi komoci ren. (AŞ-Dutxe) Mustafa Fatma’nın kocasıdır. Fadimeşi komoci dido xesisi ren. (FN-Ç’anapet) Fatma’nın kocası çok cimridir. Aşeşi komocik k’urbetis para ç’k’indums. (FN-Sumla) Ayşenin kocası gurbette para kazanıyor. Komoci-muşiz pontoloni var-moz*in do xanumi-muşiz xeş-tati moz*in. (FN-Sumla) Kocasının kıçında pantolon yok, ama hanımının elinde eldiven var. → k’oçiII; p’alik’ariII; komoli[2B]-II; kimoli; kimoci; noğameV-VIII; p’ark’ali


komoli[1] (PZ ~ ÇM) s. Yiğit. Mert. Ali komoli k’oç on. Muç’o-ti on, it’uy. K’oçi norgay. (ÇM-Ğvant) Ali yiğit adamdır. [Olan şeyleri] nasıl olsa olduğu gibi söylüyor. [Karşıdaki] adamın yüzüne dikiyor. → kimoli[2]


komoli[2A] (PZ) i. Erkek insan. AyşekKomolis mevamgvaparedeyi pimbili niçanams. (PZ-Cigetore) AyşeErkeğe benzeyeceğimdiye sakal takınıyor. → k’oçiI-2


komoli[2B]/ komol (AH) i. I. Erkek insan. Cinaze mik bonums ? - Komoliş cinaze komolik bonums. Oxorcaşi cinaze oxorcak bonums. (AH-Lome) Cenazeyi kim yıkar ? - Erkek cenazeyi erkek yıkar. Kadın cenazeyi kadın yıkar. Oxoriz molaxuneri komoloba va-ixenen. Komoli rena gale gamaxti. (AH-Lome) Evin içinden kabadayılık olmaz. Erkeksen dışarı çık. Komoli retna tito tito moxtit. (AH-Lome) Erkekseniz teker teker gelin. Nuranik mskva dolikunams do komol-muşiz mskva az*iren. (AH-Borğola) Nuran güzel giyiniyor da erkeğine güzel görünüyor. → k’oçiI-2

II. Koca. Zevç. Aşek komoli-muşiz şuri şeni k’at’a seriz xvamums. (FN-Sumla) Ayşe kocasının ruhuna her gece dua ediyor. Nana-muşik numğezu numğezu do çil do komoli kok’o3’k’u. (AH-Lome) Annesi doldurdu doldurdu (kışkırttı) da karı kocayı ayırdı. Komoli-çkimik oxoriz oç’k’omale mutu ren-i va-ren-i golusume(r)s. (AH-Lome) Kocam evde yiyecek bir şey var mı yok mu kemane çalar (hiç aldırmaz). Komoli-çkimik ma k’ap’ula memodumers do muk amoroms-gamoroms. (AH-Lome) Kocam bana güvenip kendisi bir aşağı, bir yukarı geziyor. Oxorcak komoli-muşiz svarapate gyabgaru. (AH-Lome) Kadın kocasının arkasından ağıtlar dizerek ağladı. Emines gzas komoli-muşi eluk’atun. Başka miti va-ren. (AH-Lome) Emine yolda kocasıyla birliktedir. Başka kimse yok. Komoli uğuruşi Eminek mupeyi svarapate gyabgaru-dort’un. (AH-Lome) Emine, kocası ölünce ardından ne ağıtlar yakmıştı. → k’oçiII; komoci; p’alik’ariII; kimoli[1]; kimoci; noğameV-VIII; p’ark’ali


komoloba[1] [< komoli[1]] (PZ ~ ÇM) i. Yiğitlik. Mertlik. Andğa Ali komoloba doyu. (ÇM-Ğvant) Ali bugün yiğitlik yaptı.


komoloba[2] [< komoli[2]] (AH) i. Kabadayılık. Oxoriz molaxuneri komoloba va-ixenen. Komoli rena gale gamaxti. (AH-Lome) Evin içinden kabadayılık olmaz. Erkeksen dışarı çık. K’at’a yeriz komoloba var-ixenen. (AH, atasözü, K.A.) Her yerde dayılık yapılmaz.


konkola (FN ~ AH HP ÇX) i. 1. İpekböceğinin kozası. 2. mec. Güçsüz ve çok narin biri. Kçini oxorca konkola divu-doren. (FN-Sumla) Kocakarı çok zayıflamış. Güçsüz bir deri, bir kemik olmuş. → mek’t’as-obğe


konseri i. Konser. [< Fra.] Konseri-şk’uni zade msk’va iyu. Na-moxt’eype bit’umi va-domaxunes. 3’anaşe daha bet’i yeri p’aten. (AŞ-Ok’ordule) Konserimiz çok güzel oldu. Gelenlerin tümüne oturacak yeri veremedik. Seneye daha geniş yerde yapacağız. Konseri-şk’unişa na-moxt’epeşi bit’t’umişa doxunoni yeri var-memaçes. 3’anaşe daha didi yeri konseri p’aten. (AŞ-Ortaalan) Konserimize gelenlerin tümüne oturacak yeri veremedik. Seneye daha büyük (geniş) yerde konser yapacağız.


konz*oli/ konz*ol (FN ~ AH-Lome) i. I. (FN) Mısırın [gen.] salkımı. Nayla ç’art’ağiz na-gelobğurt’u lazut’işi konz*olepe mç’ima moxtayiz m3ika nişuven. (FN-Ç’anapet) Serenderin terasında asılı duran mısır salkımları, yağmur gelince biraz ıslanıyor. II. (AH-Lome) Bir dalın üzerinde çokça bulunan armut, fındık ya da kirazın tümü. Han3’o mbuliz heşşo çans ki t’ot’epez konz*ol konz*oli gyobun. (AH-Lome) Bu sene kirazlarda öyle (meyvesi) var ki dallarda salkım salkım asılıyor.


kon3oli (PZ-Cigetore) i. Sandık. Kon3olis peşk’iyi cemizun. (PZ-Cigetore) Sandıkta havlum var. çebuk’i, çebuk’ina; senduği, sanduği; yaşik’i


korba i. [çoğ. korbape] I. Karın. Xasanik lobiya imxos. Korba ombarinams. (PZ-Cigetore) Hasan fasulyeyi yiyor. Karnını şişiriyor. Ayşeşi korba imbaren. P’iya kobabşa on-i ? (PZ-Cigetore) Ayşe’nin karnı şişiyor. Acaba hamile mi ? Korba ga3’unasi xe isvi. (ÇM-Ğvant) Karının ağırınca elle ovala. Korba o3’unute ğururt’u. Korba 3’una ç’amite dvoçulet’inu. (ÇM-Ğvant) Karın ağrısı ile ölüyordu. Karın ağrısı ilâcı ile kurtardı (= iyileştirdi). Uk’ap’amt’aşa korba mu-ti dologizun inçaxen. (ÇM-Ğvant) Koşarken karnında ne varsa çalkalanıyor. Xatice cari zade lağunuy do korba var-ok’vaxven. (AŞ-Ok’ordule) Hatice ekmeği çok çiğniyor da karnı bozulmuyor. Bere korba ok’vaxu. (AŞ-Ok’ordule) Çocuğun karnı bozuldu (= Çocuğun ishali var). Ma sotinuri oşk’omalepete korba va-bizğam. (AŞ-Ortaalan) Ben nerenin (= nerden geldiği belli olmayan) yiyecekleri ile karın doyurmam. Munt’ruri oşk’uri mot-imxor. Korba ga3’unasen. (AŞ-Ortaalan) Kurtlu elmayı yeme. Karnın ağrıyacak. Ar zenginiş korbak oşi fuk’ara oz*ğams. (AH, atasözü, K.A.) Bir zenginin karnı yüz fukara doyurur. Dunya nulun; korbaz gyulun. (AH, atasözü, K.A.) (1) Dünya yıkılsa da insanlar yinede karnını doyuracaklar. (2) Dünyada ne varsa, ne yapılıyorsa, her şey mide için. Berez korba ok’axu. (AH-Lome, Borğola) Çocuğun karnı bozuldu (= çocuğun ishali var). Pucik ont’ulez tipiten korba k’ai doz*ğa şkule mulun do bagenişi nek’naz konodgitun. (AH-Borğola) İnek tarlada otla karnını güzel doyurduktan sonra gelir de ahırın kapısında dikilir. Burbu seri putxun do korba oz*ğams. (AH-Borğola) Yarasa gece uçar ve karnını doyurur. Çkar gyari var-ipxors do 3’k’ari oşumute korba-muşi obarams. (AH-Borğola) Hiç yemek yemiyor da su içerek karnını şişiriyor. Dido gyari p’ç’k’omaşi korba gomanç’imen. (AH-Borğola) Çok yemek yiyince karnım sıkışıyor. Hem bere mot omk’u3un ? Vaşa korba a3’k’unen. (AH-Borğola) O çocuk niye çökmüş haldedir ? Acaba karnı ağırıyor mu ?

[dey. korba uyonun (ÇM ~ AŞ), korbaz u(y)ons (FN-Ç’anapet) : Biri [dat.] hamiledir. Gebedir.] Bere eleminç’i ak’nasi korba na-uyonun oxorza var-noxolar. (ÇM-Ğvant) Çocuk kızamığa yakalanınca (çocuğu) hamile kadına yaklaştırmayacaksın. Him oxorza korba uyonun. (AŞ-Ok’ordule) O kadın hamiledir. Alişi oxorcaz korbaz uyons. (FN-Ç’anapet) Ali’nin karısı hamiledir. → korbapşa on; uxvene ren; jur-şuroni ren; korbas ren

[dey. korbas ren (HP) Biri [aps.] hamiledir. Gebedir.] Alişi oxorca korbas ren. (HP-P’eronit) Ali’nin karısı hamiledir. → korbapşa on; korba uyonun; korbaz uyons; uxvene ren; jur-şuroni ren

II. (ÇM) (Kuşlarda) kursak. K’inçi montinape-muşi oçu şeni korbaşa oşk’omalepe eşk’iğay. (ÇM-Ğvant) Kuş yavrularına yedirmek için midesinden yiyecek çıkarıyor. → xoxonç’aI


korba-ğurz*uli (AH-Borğola) s. Her zaman bir şeyler yiyen. Ağzı boş durmayan. Obur. Korba-ğurz*ulik oxoris oç’k’omoni gyari var-dut’alu. (AH-Borğola) Pis boğaz (= obur) evde yiyecek yemek bırakmadı. → nuk’u-ğurz*uli; korbala


korbaçxala (PZ)(FN-Ç’anapet) i. İshal. Xasanis korbaçxala uğun. Ordo ordo çenefişa ulun. (PZ-Cigetore) Hasan’ın ishali var. Erken erken tuvalete gidiyor. Mamut’iz xayi korbaçxala uğun. Boyne gezmeşa ulun. (FN-Ç’anapet) Mahmut’un kötü ishali var. Hep tuvalete gidiyor. → t’ra3’i; ameli


korbala i. Obur. Boğazına düşkün. Çok yiyen. Heya dido korbala na-ren şeni z*ğala var-uğun. (AH-Borğola) O çok karnına düşkün olduğu için doyması yoktur. → nuk’u-ğurz*uli; korba-ğurz*uli


korbapşa/ kobapşa (PZ) s. I. Hamile. Gebe. Alişi xorz*a korbabşa on. (PZ-Cigetore) Ali’nin karısı hamiledir. Ayşeşi korba imbaren. P’iya kobabşa on-i ? (PZ-Cigetore) Ayşe’nin karnı şişiyor. Acaba hamile mi ? → korba uyonun, korbaz u(y)ons; uxvene; jur-şuroni; korbas ren

II. Yüklü. Xasinişi puci kobapşa na-on şeni mjalva var-ayen. (PZ-Cigetore) Hasan’ın ineği yüklü olduğu için süt olmuyor. → mçinoci, (imçinocen altında partisipi) mçinoceri


korineri (AH) s. Soğumuş. Korineri mjape meveri ren. Mja şvana tencerete sobaz na-yodgin t’u3a ren. (AH-Lome) Soğumuş olan sütler mayalıdır. Süt içeceksen sobanın üstünde tenceredeki süt sıcaktır.


korme (PZ ~ AŞ) i. Tavuk. Kormek let’a çxik’ums. (PZ-Cigetore) Tavuk toprak eşeliyor. Kormeşi doyanures opşa dunç’u gulun. Hanişi ogvace nak on p’iya ? (PZ-Cigetore) Tavuk kümesinde çok karınca geziyor. Bunların yuvası nerede acaba ? Kormek ar kodozgu ç’i 3’iminde k’undi. (PZ-Cigetore) Tavuk bir sıçtı ki hepten bokun boku. Kormeşi 3’int’ili ma komemasu. (PZ-Cigetore) Tavuk dışkısı bana süründü. Kormepe na-şk’omanenpe emogi jurguli dolibğaman. (ÇM-Ğvant) Tavuklar yediklerini ilk önce ön mideye (= taşlığa) doldururlar. Korme oda tudendoşa meşk’ilu. (ÇM-Ğvant) Tavuk oda altına kaçıp girdi. Mç’apu kormepe oşk’iday. (ÇM-Ğvant) Tilki tavukları boğuyor. Mç’apu na-ç’opu korme tamli tudendo elvoşk’omay. (ÇM-Ğvant) Tilki tuttuğu tavuğu çalının altında keyifle yiyor. Korme sk’vasi k’ark’alay. (ÇM-Ğvant) Tavuk yumurtlayınca gıdaklıyor. Korme k’ağanuy. (AŞ-Ok’ordule) Tavuk ötüyor. Korme k’avidi dido dunç’u gulun. Hanişi yuva so on, p’eya ? (AŞ-Ortaalan) Tavuk kümesinde çok karınca geziyor. Bunların yuvası nerede, acaba ? → kotume


kormepe-k’alivi (ÇM) i. Kümes. Ayşe k’at’a limci kormepe-k’alivi nutuy do dijinen. (ÇM-Ğvant) Ayşe her akşam tavuk kümesini kapatıp yatıyor. doyanure; k’avidi; okotumale


korun (PZ)(AŞ ~ FN), korums/ korun (AH-Lome), korun (AH-Borğola) Aø har.f. 1. Soğuyor. Lu dobcibit. Var-vimxot. Muya-şeni gişk’uran-i ? Var-gişk’uran. Gi3’vat. Korun do hi-şeni. (PZ-Cigetore) Lahanayı pişirdik. Yemiyoruz. Neden biliyor musunuz ? Bilmiyorsunuz. Söyleyelim. Soğuyor da ondan. Ağne furunişe na-gamaxtu gyari mtviriz goşadgayiz ordoşen korun. (FN-Ç’anapet) Fırından yeni çıkmış yemeğı karın içine koyunca erken soğuyor. Gelebit’aşa gyari mot-korumt’as. Tenceres gok’oroni ar mutu komomç’ik’o. (AH-Lome) Aşağı inene kadar yemek soğumasın. Tencereyi sarabilecek bir şey verseydin. Babak kovali va-koraşa t’epsiz ar k’ele eluç’k’omams do nana oşumams. (AH-Lome) Babam ekmeği soğumadan tepsideyken kenarından yiyor ve annemi kızdırıyor. P’et’mezi hek’o va-iguben. M3ika tutxoci t’asen ki koraşi dido va-ip’ecanasen. (AH-Lome) Pekmez o kadar kaynatılmaz. Biraz akışkan olacak ki soğuyunca çok katılaşmayacak. Berek mç’k’udi var-ezdims. “Dokoru-i ?” ya do xe mentxims. (AH-Lome) Çocuk ekmeği almıyor. “Soğudu mu ?” diye elliyor. T’u3a mja mçire angiz ordo korun. (AH-Borğola) Sıcak süt geniş kapta erken soğur. 2. Serinliyor. Osmaniz oxoriz mçxvapa avaşi gale ixi ibarams do korun. (AH-Borğola) Osman evde sıcak olunca dışarıda rüzgârlanıp serinliyor. → koruy; kirun; indun; + okorinams/ okorinay/ okorinaps; ++ cekorun, gekorun

+ ukorun/ ukorums AD har.f. Birine ait [dat.] bir şey [aps.] soğuyor.


koruy (ÇM) Aø har.f. Kısa zamanda soğuyor. Ayşe na-ompunasen mca avla na-celulun 3’ari kodolodguy. Ar pirçi oraşi koruy. (ÇM-Ğvant) Ayşe kaynattığı sütü evin önünden geçen suyun içine koyuyor. Bir anda soğuyor. → korun, korums, kirun; ≠indun


korza (FN) i. Mısır koçanı. Nanak na-t’axu lazut’işi korzape mçinoci puciz kogo3’ubğu. (FN-Ç’anapet) Annem kırdığı mısır koçanlarını yüklü ineğin önüne verdi (= önüne döktü). → ç’eba[2]; rok’a; nç’olo


kosums/ kosuy/ kossuy/ kosups EA har.f. Süpürüyor. Siliyor. I. Süpürüyor. 1. Süpürge ile süpürüyor. Eminek, berepek na-dobğes mxişoliyape kosums. (PZ-Cigetore) Emine çocukların döktüğü ufantıları süpürüyor (= temizliyor). Gza kosumt’aşa pirçepe mo-moiselert’ay deyi emogi 3’ari dibay. (ÇM-Ğvant) Yolu süpürürken tozların kalkamaması için (= tozlar kalkmasın diye) önce su döküyor. Ayşe oxori kosumt’aşa na-xeranpe nokosay. (ÇM-Ğvant) Ayşe evi süpürürken oturanlara doğru süpürüyor. Masa cekosi. Odape dokossi. Musafirepe moxt’asen. (AŞ-Ortaalan) Masayı sil. Odaları süpür. Misafirler gelecek. Aşek okosalete oxomondule dokosu do mekosalez konodu. (FN-Sumla) Ayşe süpürge ile oxomonduleyi süpürdü ve [süpürgeyi] ilgili alana (= mekosale’ye) koydu (= dayadı). 3xik’iş okosalete avli pkosum. (AH-Lome) Çalı süpürgesiyle avluyu süpürüyorum. Ağani okosalek p’anda k’ayi kosums. (AH, atasözü, K.A.) Yeni süpürge hep iyi siler. Doğanik oxorişi avli 3xik’işi okosalete kosu do pağu. (AH-Borğola) Doğan evin önündeki bahçesini çalı süpürgesiyle süpürüp temizledi. Dadik oxor-p’ici kosups. (AK-Döngelli) Hala [ya da teyze] evin önünü süpürüyor. Ayşek oput’e kosasinon. (AK-Döngelli) Ayşe evin önünü (= evin bahçesini) süpürecek. 2. Evin tümünü [aps.] süpürme vs hareket yaparak temizliyor. Fadimek handğa oxori kosums. (FN-Ç’anapet) Fatma bugün evi temizliyor. 3. Kuru yaprakları vs [aps.] süpürüp topluyor. Biç’i-çkimi nanak kosu-do-na-ok’obğu çonçiz ingos. (FN-Ç’anapet) Oğlum annemin süpürüp bir araya yığdığı kurumuş yaprakların üstünde debeleniyor. Go3’oz ntxiri bu3xite pkosit. (FN-Sumla) Geçen sene fındığı tırmıkla topladık (= çok fındık vardı). Na-pkosumt çaçi puciz doburçamt. (AH-Lome) Süpürdüğümüz kuru yaprakları ineğe seriyoruz. Handğa bu3xiten xomula but’k’a pkosi. (AH-Borğola) Bugün tırmıkla kuru yaprak topladım.

şsz ikosen/ ikossen : Süpürülüyor. Süpürülerek toplanıyor. Lifanite çaça ikosen. (PZ-Apso) Tırmık ile kuru yaprak toplanır.

f.-s. okosoni : Süpürülmesi gereken. Süpürmelik. Oxori-p’ici aşk’va okosoni diyu. (AŞ-Ok’ordule) Evin önü artık süpürmelik oldu.

II. Ayna, cam, kaset vs [aps.] siliyor. Tozu alıyor. Eski k’aset’epe pkossum. (AŞ-Ortaalan) Eski kasetleri siliyorum. Tozunu alıyorum. Yali ipintaşi gyoşvanams do kosums. (AH-Borğola) Ayna kirlenince nefesleyip siliyor. Mcveşi k’asetepe pkosum. (HP-P’eronit) Eski kasetlerinin tozunu alıyorum. Duvaris ar lebi nusun. Kosup, kosup. Var-işamax’onen. (AK-Döngelli) Duvarda bir leke (= kir) var. Siliyorum, siliyorum. Ama çıkaramıyorum.

f.-i. okosu : Tozunu alma. Silme. Nanak berepeşi xareyi porçape-ti ncamepe okosu şeni nek’laşi geyide eşaşinaxumz. (FN-Ç’anapet) Annem çocukların yırtık gömleklerini de camları silmek için kapının arkasında saklıyor.

III. (PZ-Cigetore) Ağaç altındaki ot, diken, çalı vs [aps.] keserek temizliyor. Bozomotalepek mşk’velaponinaşi tude-muşi kosuman. (PZ-Cigetore) Kızlar küçük fidanlıkların altını temizliyorlar. → klimuy[2]; kvinums, ğarums[2]; nçvarums


kotume (FN ~ ÇX)(AK) i. Tavuk. Kinçiz aputxinen, kotume var-aputxinen. (FN ~ ÇX) Kuşun uçma niteliği var, ama tavuğun yok. Kotumepek lu z*angumt’uşi geç’işun do omt’inams. (AH-Borğola) Tavuklar lahanayı gagalarken (biri onları) kovalıyor da kaçırıyor. Kotumepek getasulez amaxteşi coğoriz geç’uşinapams. (AH-Borğola) Tavuklar sebzeliğe girince köpeğe kovalatıyor. Çkuni oxoriz makvali şeni kotume, mja şeni puci iskedinen. (AH-Borğola) Bizim evde yumurta için tavuk, süt için inek beslenir. Kotumek oput’e çxik’olups. (ÇX-Makret) Tavuk bahçeyi eşeliyor. Kotumek zaros skums. (AK-Döngelli) Tavuk follukta yumurtluyor. Kotumeşi-ti msva uğun. Ama x’vinçepe steyi var-putxun. (AK-Döngelli) Tavuğun da kanadı var. Ama kuşlar gibi uçmuyor. Alik bak’işi jin na-kexteen kotume z*iruşi xaşariten geçaps do gyoputxinaps. (AK-Döngelli) Ali, ahırın üzerine çıkmış olan tavuğu görünce fasulye çubuğu ile vurarak uçurtuyor (= aşağıya inmesini sağlıyor). Ayşek ncas na-gilaxen kotume goputxinaps. (AK-Döngelli) Ayşe ağaçta oturan tavuğu etrafa uçuruyor. Limci dix’vaşi berek kotumepe okotumales muloxunaps. (AK-Döngelli) Akşam olunca çocuk tavukları kümese sokuyor. → korme


kotums (PZ-Apso) EA har.f. Katlıyor. Nana-şk’imik eorçalape kotums. (PZ-Apso) Annem çarşafları katlıyor. → kot’ums; k’otuy; k’ot’t’uy; kot’ums/ kot’ups


kot’ums/ kot’ups (PZ-Cigetore)(FN ~ ÇX) EA har.f. Katlıyor. Nedimik şeyepe-muşi kot’ums. (PZ-Cigetore) Nedim elbiselerini katlıyor. Bozo-çkimik kot’u-do-na-golosvaru şeyepe 3’ut’eli biç’ik boyne upaşams. (FN-Ç’anapet) Kızımın katlayıp yerleştirdiği eşyaları küçük oğlan hep karıştırıyor. Oxorcak erçapulepe kot’ums do svarums. Berepek ncğimoms. (AH-Lome) Kadın çarşafları katlayıp diziyor. Çocuklar kırıştırıyor. Ç’uvalepe dido mkveroni ren. Nanak iri-xolo gopatxums do ok’açxe-ti kot’ums. (AH-Lome) Çuvallar çok unludur. Annem hepsini silkiyor ve sonra da katlıyor. → kotums; k’otuy; k’ot’tuy


kova (AH) i. Kova. Üstünden kulplu kap. Doğanik galen nek’na doçxa şkule kovaz na-ren çodina-3’k’ari nek’naz mobams. (AH-Borğola) Doğan dış kapıyı yıkadıktan sonra kovada olan son suyu kapıya serper. → k’ova


kovali[1] (AŞ-Mut’afi) i. [Sırf deyim üyesi olarak kullanılır.] ♦ [dey. kovali st’eri : Tombul.] Kovali st’eri bere. Tombul çocuk. Kovali st’eri mbuli. Yuvarlak iri kiraz.

kovali[2] (FN ~ AH) i. Buğday ekmeği. Andğa t’u3a kovali-caris şveni k’oşk’abdi do pşk’omi. (PZ-Cigetore) Bugün sıcak buğday ekmeğe içyağı koydum da yedim. Hek’o dido kovali mot-eç’opum. Uk’açxe domt’k’orun edo gondunun. (FN-Ç’anapet) O kadar çok ekmek alma. Sonra bayatlayıp kayboluyor. Nandidik çayiz kovali dolun3’ams do imxoz. (FN-Ç’anapet) Ninem buğday ekmeğini çaya bandırarak yiyor. Ağne ç’veyi kovaliz sağra mutvayiz kerenç’i-muşi-ti diçuçkanen. (FN-Ç’anapet) Yeni pişmiş buğday ekmeğinin üstüne tepsiyi örtersen kabuğu da yumuşar. Karmat’ez dik’a gemiz*in. Heya pçumer. Berepez kovali gebudvare. (*)(AH-Lome) Değirmende buğdayım var. Onu bekliyorum. Çocuklara buğday ekmeği koyacağım. [(*) Geçmişte Lazlar mç’k’udi (= mısır ekmeği) ile büyüdüklerinden kovali (= buğday ekmeği) çok kıymetliydi ve katıksız olarak seve seve yenirdi. Hatta yakını ölen varlıklı kişiler, çocukları sevindirmek için ölülerinin ruhuna okullarda kovali’yi dağıtırdı. A.K.] P’ap’ulik mota-muşiKovali eç’opazya do noğaşe gyoşkumers. (AH-Borğola) Dede torununuEkmek alsındiye çarşıya yolluyor. Handğa elaç’k’omoni mutu na-va-rt’u şeni mpalo kovali p’ç’k’omi. (AH-Borğola) Bugün yanında yenecek bir şey olmadığı için yavan buğday ekmeği yedim. Kemalik k’vali-get’ağaneris kovali dolon3’ams do ipxors. (AH-Borğola) Kemal peynir tavalamasına buğday ekmeğini bandırıp da yiyor. Tanerik ont’ulez ondğeneri gyarişen na-doskidu kovali fot’az melak’orums. (AH-Borğola) Taner tarlada öğlen yemeğinden arta kalan buğday ekmeğini peştemalın içine koyup paketliyor. → mdik’a-cari; kuali (HP), kuvali (ÇX)


koyini → k’oyini


kra (AŞ) i. [çoğ. kralepe] Boynuz. Hik’u didi puci kra aen-i ? (AŞ-Ok’ordule) O kadar büyük ineğin boynuzu olur mu ? → arka, akra, nkra


kravat’i (FN-Ç’anapet) i. Kravat. [< Fra.] Ma kravati dolokideyi va-gomalen. (FN-Ç’anapet) Ben kravat takılı gezemiyorum (= rahat edemiyorum). → k’iravat’i; kiravat’i; k’ravadi, k’ravati


kresti (FN) i. Buhar. Sıcak ve kokulu buhar (örneğin, kuzinede ekmek pişerken kapısını açtığında ekmek kokusu ile dışa vuran buhar, ya da içten biyolojik yanma sonucunda kemre yığından çıkan kokulu buhar). Mdğora şkule kresti yulun. Nç’olo p’eya digubu-i ? (FN-Ç’anapet) Deminden beri buhar çıkıyor. Acaba taze mısır pişti mi ? Lazmaşen t’u3a kresti yulun. (FN-Sumla) Kemreden sıcak buhar çıkıyor. → t’ufa; nefli; klesti, keşuri


kroste (AH) i. Bileme taşı. 30-40 santim çapında, 8-10 santim kalınlığında, demir bir kolla çevrilerek kullanılır. Orak, balta, tahra gibi bütün kesici aletleri bilemede kullanılır. → k’rosta. ≠ çost’e, çost’ra, kyosta; bilevi; kyoste


ksaperi (AŞ-Ortaalan) s. Çürük. Ksaperi ntxirepe vrossepe şk’ala mot-ok’vont’alam. (AŞ-Ortaalan) Çürük fındıkları iyileriyle karıştırma. Ham3’oneri ntxiri dido ksaperi gamaxt’u. (AŞ-Ortaalan) Bu seneki fındık çok çürük çıktı. → k3aperi, x3aperi; çuruği


ksini i. Sessiz yellenme. Sessiz osuruk. Ksiniz k’itxez-doren : “So ulur ?” - “Oç’u do oxeluşeya. T’k’oriniz k’itxez-doren : “So ulur ?” - “Oz*i3u do oxeluşeya. (AH-Lome) Sessiz osuruğa sormuşlar : Nereye gidiyorsun ?” - “Yakıp kavurmayademiş. Sesli osuruğa sormuşlar :Nereye gidiyorsun ?” - “Gülmekten kasıp kavurmayademiş. Berepe ! Hak’o p’at’işi ksini mik vu ? Çxindi memolu ! (AH-Borğola) Çocuklar ! Bu kadar kötü (sessiz) osuruğu kim yaptı ? Burnum düştü ! ≠ t’orini, t’k’orini

[dey. ksini gyakaçen (AH) : Biri [dat.] rahatsızlanıyor.] P’ap’uliz ksini gyakaçu. (AH-Lome) Dede rahatsızlandı.


ksinums/ ksinoms (FN), ksinoms (AH) Eø har.f. 1. Sessiz yelleniyor. Sessiz osuruyor. 2. mec. Boş konuşuyor. Havacıva konuşuyor. Mantıksız sözler sarfediyor. → niksinams; iksinen; goiksinay/ goiksinams; skinums/ skinups, goiskinums/ goiskinups; ≠ nit’orinams; t’orinay; t’k’o(r)ins, tk’o(r)inams, t’k’o(r)inoms; goit’k’orinams/ goit’k’orinaps


ksun (AŞ-Ortaalan) Aø har.f. [part. kseri] Çürüyor. Ombri-ğeci dido ordo ksun. (AŞ-Ortaalan) Çakal-eriği çok erken çürüyor. → k3un, k3uy, x3un


ktee (PZ-Apso) s.-e. (Bir şey)-e doğru. (Bir şey) tarafa. Çona on3xeni ktee elabun. (PZ-Apso) Işık tavan arasına doğru asılıdır. Nana-şk’imik 3’endeç’i-şk’imi osk’ualeşi tude ktee k’o3’obams. (PZ-Apso) Annem çorabımı kurutma tezgâhının altına doğru asıyor. 3’ayi p’anda livadi ktee doliben. (PZ-Apso) Sürekli olarak su tarlaya dökülüyor. → k’ale, k’ele


ktirams (HP), ktiraps (HP ~ ÇX) EA har.f. Değiştiriyor. → mturums/ mturams; gonturums/ gonturams; nunkturay; nkturuy, gonkturuy; kturums; + iktirams/ iktiraps; + iktiren

+ uktirams/ uktiraps EDA har.f. 1. Biri için [dat.] bir şeyi [aps.] değiştiriyor. 2. Birine ait [dat.] bir şeyi [aps.] değiştiriyor. Alik andğa Xasanis gza ukti(r)aps do eşo nulvan noğaşa. (AK-Döngelli) Ali bugün Hasan’a yolunu değiştiriyor da öyle gidiyorlar çarşıya.


kturums (PZ-Apso)(FN ~ AH) EA har.f. Değiştiriyor. Baba-şk’mik darabaşi pi3aepe kturums. (PZ-Apso) Babam evin duvarının tahtalarını değiştiriyor. Tekniğik mtel şeyi dokturu. Ha3’i na-ren saat’epe, ar kok’ixu-i hemindora şkule çkar var-iduzanen. (FN-Ç’anapet) Teknoloji her şeyi değiştirdi. Bugünkü saatler, bir bozuldu mu, ondan sonra düzeltilemz. Teknolojik ir şeyi dokturu. Handğaneri saat’epe ar ok’ixu-i ar daa var-geidgen. (FN-Sumla) Teknoloji her şeyi değiştirdi. Bugünkü saatler bir bozuldu mu bir daha kurulmaz. Hem dukkyanik nak’o xe kturu do mitis-ti var-apelu. Anderi do k’aybana. (AH-Lome) O dükkân kaç el değiştirdi ve hiç kimseye yaramadı. Değersiz olup kimse istemez. → mturums/ mturams; gonturums/ gonturams; nunkturay; nkturuy; gonkturuy; ktirams/ ktiraps

şsz ikturen : Değiştiriliyor. Han3’o 12 Eyluliz referandumi ivu do anayasaşi bazi maddepe dikturu. (AH-Lome) Bu yıl 12 Eylülde referandum yapıldı ve anayasanın bazı maddeleri değişti.

f.-s. okturoni : Değiştirilmesi gereken. Değişmeli. Değiştirmeli. Musluğiz 3’k’ari 3’urulams. Conta okturoni ren. (AH-Lome) Musluktan su sızıyor. Contası değişmelidirDoşemes na-yoç’k’adun pi3arepe dok3u-doren. Okturoni boret ! (AH-Borğola) Döşemeye çakılı tahtalar çürümüş. Değiştirmeliyiz !

[dey. (AH) nuk’u kturums : Ağız değiştiriyor. Önce söylediklerinden başka türlü konuşuyor.] İpti haşo var-zop’ont’u. Ha3’i nuk’u dokturu. (AH-Lome) İlk söyledikleri böyle değildi. Şimdi ağız değiştirdi.

+ ukturams EDA har.f. Birine ait [dat.] bir şeyi değiştiriyor. Berez dolokunu dukturi. Gale istert’aşi it’olopen. (AH-Lome) Çocuğun elbisesini değiştir. Dışarda oynarken kirleniyor. Bulgaristanis Turkepes coxope duktures. (AH-Lome) Bulgaristan’da Türklerin isimlerini değiştirdiler.


ku- (AK) → ko-


kuali (HP) i. Buğday ekmeği. Kuali gebdume(r). (HP-P’eronit) Buğday ekmeği kuruyorum. → mdik’a-cari; kovali, kuvali


kudi[1] i. Fes. Şapka. Kemalik kudi citums. (PZ-Cigetore) Kemal fes takıyor. Xasani kudi cetvaleri gulun. (PZ-Cigetore) Hasan şapka takarak geziyor. Ali nek’na şk’ala kudi kocobu. Miti amaxt’asen elvantxen. (ÇM-Ğvant) Ali kapının yanına şapkasını astı. Kim gelirse değiyor. Kudi cituy. (AŞ-Ok’ordule) Fes giyiyor. Xasanik ham t’u3az kudi geitumers. (FN-Sumla) Hasan bu sıcakta fes giyiror. Yaşariz kudi tiz gyakçanen do xolo-ti va-gei3’k’ams. (AH-Lome) Yaşar’ın şapkası kafasında soluyor da yine de çıkarmıyor. Ar tiz jur kudi var-geitven. (AH, atasözü, K.A.) Bir başa iki şapka örtülmez (= gereğinden fazla olan her şeyin anlamı yok). Kudi mcveşi na-uğunz guri ağani va-aven. (AH, atasözü, K.A.) Şapkası eski olanın yüreği yeni olmaz. Tis mtviri emomtums. Kudi-çkimi kebitva. (AH-Borğola) Başıma kar yağıyor. Şapkamı örteyim. Kudi geitumers. (HP-P’eronit) Fes giyiyor. Kudi gitumars. (ÇX-Çxalazeni, TM) Fes giyiyor. → fesi

[dey. kudepe ikturaman (AH): Bozuşuyor. Külahları değiştiriyor.] Ok’açxe var-ivuna kudepe bikturamt. (AH-Lome) Sonra olmazsa külahları değiştiririz.

[dey. kudi eludgams (AH): Birine [dat.] kur yapıyor.] Kemalik bozoz kudi eludgams. (AH-Lome) Kemal kıza kur yapıyor.

[dey. K’oçi so ren, kudi so elaz*in ? (AH) “Adam nerede, kep nerede ?” (= Adam, kendisine göre olmayan iş yapıyor.)]


kudi[2] (ÇM) i. Mantar. Ngola ceyindorape kudi dido iyen. (ÇM-Ğvant) Yaylada sonbaharda çok mantar oluyor. → k’avi[1]; oz*e; 3’i3’ilaşi-kudi; oce


kui → kuri/ kuyi


kuka i. İp yumağı. Mota-muşik istert’uşi nandidi-muşişi nok’epeşi kuka upaşu. (AH-Borğola) Torunu oynarken ninesinin iplik yumağını karıştırdı.


kultura (AH) i. Kültür. [< Fra.] Lazuri nena do kultura şeni İnternetis ar site gebdgaten. Coxo-muşi mu gebodvit’k’on p’eya ? (AH-Lome) Laz dili ve kültürü ile ilgili bir İnternet sitesi kuracağız. Adını ne koysak acaba ? Lazi kultura oskedinu şeni çkuni-sterepe uk’ors. (AH-Borğola) Laz Kültürünü yaşatmak için bizim gibiler gereklidir. Lazi kulturaşi oskedinu mteli k’oçinobaşi mxuci meçamute iven. (AH-Borğola) Laz kültürünün yaşatılması bütün insanlığın omuz vermesi ile olur. → k’ult’uri


kumbara i. [çoğ. kumbarape] Kumbara. Berepeşi kumbarape ok’oxveri geç’areriten dolapşenan. (AH-Borğola) Çocukların kumbaraları bozuk para ile doluyor.


kumi (AK) i. Kum. Berek kumis guit’uşi k’uçxe-muşis zifti xogyan3axe(r)en. (AK-Döngelli) Çocuk kumda gezerken ayağına zift yapışmış. → xijili; k’umi, mk’umi; xişili[1]


kumuli (ÇM) i. Yığın. Yığıntı. Emxupe xolo-ti kumulepe kocodginey. (ÇM-Ğvant) Köstebekler yine (toprak) yığıntıları diktiler (= yaptılar). → ok’obğala


kuni (AH) i. Beyin. Heşşo ti ma3’k’unen ki kuni gamamit’roxun. (AH-Lome) Öyle başım ağrıyor ki beynim zonkluyor.


kupi (HP) i. Toprak küp. But’k’a kupis k’ayi dolosvari do int’ras. (HP-P’eronit) Yapraği küpe iyi yerleştir ki sığsın. çupi, kyupi; dergi; xica; katana; batmani; zameli


Kurani (AŞ) i. Kur’an. [< Arp.] Mushaf. [< Arp.] Ma Kurani golaonu dogureri bore. (AŞ-Ok’ordule) Ben Kur’an okumayı öğrenmiş durumdayım. → nç’araII-1; Musafi


kurçolums/ kurçoluy (PZ ~ AH) EA har.f. (Mısır koçanını, buğday başağını vs) tanelemek için ovuşturuyor. Lazut’i ipti boxominamt. Ok’açxe onçamurete pçxvarumt do pkurçolumt. (AH-Lome) Mısırı önce kurutuyoruz. Sonra dibekte dövüp ayıklıyoruz. Lazut’i pkurçolit do dop’k’ak’alit. (AH-Lome) Mısırı ovuşturup da taneledik. → kirçolums/ kirçolups

f.-i. okurçolu : Mısır koçanı vs’yi tanelemek için ovuşturmak. Lazut’i okurçolu şeni k’urk’a bixmart’it. (AH-Borğola) Mısır tanelemek için tanelenmiş koçan kullanırdık.


kuri[1] (PZ) i. Çaylak kuşu. Andğa 3’ip’ulinape-şk’imis kuri cantxu do ar 3’ip’ulina oç’opu. (PZ-Cigetore) Bugün civcivlerime çaylak kuşu saldırdı da bir civcivimi yakaladı. → didi-sift’eri


kuri[2]/ kuyi[1]/ kui (ÇM)(FN ~ HP ÇX)(AK) i. Topuk. I. (ÇM) (Her türlü) topuk. Anamidi kuri gamuvelu. (ÇM-Ğvant) İp eğirme düzeneğinin topuk kısmı yerinden çıktı. K’uçxe-kuri. (ÇM-Ğvant) Ayak topuğu. Xe-kuri. (ÇM-Ğvant) Dirsek. K’uli goliğamt’aşa kuri cantxen. (ÇM-Ğvant) Iskemleyi götürünce (iskemlenin) topuğu vuruluyor. Ali anamidi-kuri gvoşiray. (ÇM-Ğvant) Ali ip birleştiricinin topuğunun etrafinı aşındırıyor. Ali moxt’asi anamidi-kurepe gomişiranen. (ÇM-Ğvant) Ali gelince ip eğirgeçlerimizin etrafını aşındıracak.

II. (FN ~ HP ÇX)(AK) 1. Ayak topuğu. Ğoma biç’i-çkimiz k’uçxeşi kuriz ar danz*i kona3onu. (FN-Ç’anapet) Dün oğlumun ayak topuğuna bir diken saplandı. K’uçxez k’arfi gomoxedu. Kuyi var-domabaz*gen. (AH-Lome) Ayağıma çivi battı. Topuğumu basamıyorum. Ağani modvaluk kuis gemçams. (AH-Borğola) Yeni ayakkabı topuğuma vuruyor (= kenarının sertliği tahriş ediyor). (→ k’uçxe-kui) 2. Çorabın ve ayakkabının topuk kısmı.


kuri[3]/ kuyi[2] (AH) i. Doğan kuşu. Na-dolobdvi ore do şuk’a iri-xolo kuyik eşiğu do oç’k’omu-doren. (AH-Lome) Ektiğim kabak ve salatalıkların hepsini doğan kuşu eşeleyip yemiş. Kuri ham svapeşi enni didi k’inçi ren. (AH-Borğola) Doğan, bu yerlerin en büyük kuşudur. → mcaci[3]; mkui


kursi (PZ)(AK) i. Tekme. Doğanik kursi cemçu do şk’a ma3’unen. (PZ-Cigetore) Doğan bana tekme vurdu da belim ağırıyor. Xasanik puci nç’valup’t’aşi (pucik) kursi istomers. (AK-Döngelli) Hasan inek sağarken (o inek) tekme atıyor. → borç’i; kusi, kuski, kusu


Kurtuluş-Savaşi i. (Türkiye’nin) Kurtuluş Savaşı. Kurtuluş-Savaşi ora Batumişa milvapurt’t’u. (AŞ-Ortaalan) Kurtuluş Savaşı sırasında Batum’a gitmişliğim vardı.


kurumi (AH ~ HP ÇX)(AK) i. I. (AH) 1. Çeşitli buğdaygillerden bitkilerinin ortak adı. Nanak kurumi şeni ona meyaç’ums. (AH-Lome) Annem kurumi için verimsiz alan olan tarlayı yakıyor. 2. Çeşitli kurumi1’nin taneleri. Na-p’ç’opi k’inçepe kurumite boskedinam. (AH-Lome) Yakaladığım kuşları kurumi ile (= buğdaygillerden bitkikerinin taneleri ile) besliyorum. Necmiyek xenç’k’elite kurumi gumoms. (AH-Lome) Necmiye el sepeti ile kurumi topluyor. P’urmoli-k’inçis kurumi dido k’ai u3’ons. (AH-Borğola) Florya kuşu kurumiyi çok sever.

II. Darı. Buğdaygillerden biri olup kuraklığa dayanıklı bir bitki. Dido 3’ana ren kurumi var-vorgi. (AK-Döngelli) Çok senedir darı ekmedim. → nçxvari, mçxvari, çxvari


kusi (ÇM)(AH) i. Tekme. Ayakla vuruş. Goviniğam. Ar kusi kocepçam. Kva colay. (ÇM-Ğvant) Ayağımı geri alıp bir tekme atıyorum. (Atılan) taş düşüyor. # K’uk’ma avla k’o3’adgun / Na-mulun ceçay kusi / Masumani diyi do / xolo var-moği nosi. (ÇM-Ğvant) Güğüm kapı önünde / Gelen vurur tekmeyi / Üçüncü yaşındasın (= otuz yaşlarındasın) / yine akıl getirmedin (= akıllanmadın). Xasanik kusi na-geçu bulti k’vaciz momat’u. (AH-Borğola) Hasan’ın tekme attığı top testisime çarptı. → kursi; borç’i; kuski; kusu


kuski (FN) i. Tekme. Ayakla vuruş. Doğanik çkimda kuski ot’k’omels. (FN-Sumla) Doğan bana tekme atıyor (ama tekme bana isabet etmiyor). Doğanik çkimda kuski ot’k’oçu. (FN-Sumla) Doğan bana tekme attı (ama tekme bana isabet etmedi). Xasanik kuski gemçams. (FN-Sumla) Hasan bana tekme atıyor (ve tekme bana isabet ediyor). Xasanik kuski gemçu. (FN-Sumla) Hasan bana teme attı (ve tekme bana isabet etti). → kursi; borç’i; kusi, kusu


kusu (HP) i. Tekme. Ayakla vuruş. Kusu gepçam. (HP-P’eronit) Tekme atıyorum. Kusu ot’k’omers. (HP-P’eronit) Tekme atıyor. → kursi; borç’i; kusi; kuski


kuvali (ÇX)(AK) i. 1. Buğday ekmeği. Noğaşi kuvali manişa-xolo buğun. (AK-Döngelli) Çarşı ekmeği çabucak küfleniyor. Fadimek kimoci-muşişa kuvali nandumers do yeç’opinapaps. (AK-Döngelli) Fadime kocasına ekmek ısmarlıyarak aldırıyor. Dadi Havak kuvali ok’oç’k’irups do bereşa eşo meçaps. (AK-Döngelli) Havva hala, buğday ekmeğini ortadan kesiyor da çocuğa öyle veriyor. Onuris Çarşişa mindaxtina dik’aşi kuvali mvomalu var-gogoç’k’ondas diye hodovandvi. (ÇX-Çxalazeni, TM) Onur’a Çarşıya gidersen buğday ekmeği getirmeyi unutma diye tembih ettim. Nanak bere-muşi şeni mjas kuvali duluk’vançxups. (ÇX-Çxalazeni, TM) Anne çocuğa sütün içine ekmek parçaları doğruyor. 2. Buğday ekmeğin hamuru. Nanak kuvali oxtimap’t’u. Ar parça xes nustu. Kanulu. (ÇX-Çxalazeni, TM) Anne ekmek hamuru yoğuruyordu. Bir parçası elinden kayıp düştü. → kovali (FN ~ AH), kuali (HP). → cari, gyari


kuyi[2]/ kuri[3] → kuri[3]/ kuyi[2]


kuyi[3] (PZ)(AK) i. Kuyu. Kuyis dişk’alepe kodololu. Xasanik gamant’orums. (PZ-Cigetore) Kuyuya odunlar düştü. Hasan da içinden sürükleyerek çekiyor. Paklaci kuyişa dolonç’aps. (AK-Döngelli) Bakracı kuyuya daldırıyor. Mu sefali bere ren ! Kuyi stei yerepes dolocans. (AK-Döngelli) Ne tuhaf bir çocuktur ! Kuyu gibi yerlerde yatıyor. Berek kuyis kva dolot’k’omers. (AK-Döngelli) Çocuk kuyuya taş atıyor. → k’uyi


kuzeni i. Kuzen. [< Fra.] Kuzeni-çkimik mu-tu z*irasen heya incupalams. (FN-Ç’anapet) Kuzenim ne görürse onu kapıyor. → eksale


kuzina (AK) i. Ekmek de pişirilen bir cins soba. Fırınlı soba. Kuzinas ar ar teği dişka vistoli do mç’k’idi xogamiç’ven. (AK-Döngelli) Kuzinaya birer tane odun attım da ekmek içinden pişiyor. → pilit’a, pilint’a; k’uzina; soba


kva i. [çoğ. kvalepe (PZ ~ HP), kvape/ kvalepe (AH), kvape/ kvaepe (AK), kvayepe (ÇX)] [Lazca’da konson arkasında /v/ ile /f/ fonemleri arasında fonolojik ayrımı yoktur. İkisi birlikte bir arşifonem //v//’yi oluşturmaktadır. Ayrıca [w] değişkeni de bazı yörelerde gözlemlenir. Bu çalışmada bu arşifonem, telâffuzu ne olsa olsun daima v harfi ile yazılmıştır. Kva kelimesi, yöreye göre kva, kfa ve kwa olarak telâffuz edilir. Şayet kfa şeklindeki yazılışı kabul etseydik kwa şeklindekini de kabul etmek zorunda kalıp fonolojik olmayan bir harf kullanmaya mahkûm olurduk.] Taş. Kaya. Kva mo-mvat’ert’ay deyi didi kva mok’axedun. (ÇM-Ğvant) (Küçük) taş çarpmasın diye büyük taşın arkasına saklanıyor. Na-ot’t’oçam kva k’oçi komut’t’ini. (AŞ-Ortaalan) Attığın taşı adama isabet ettir. Kvalepe keyonç’itu. (AŞ-Ortaalan) Taşları çıkarın (= bir ip veya tel yardımıyla yükseğe doğru çıkarın). Bulenti kvas kva eyodvams. (AŞ-Dutxe) Bülent taş üstüne taş koyuyor. Ğalişen kva eşiğams. (FN-Sumla) Irmaktan taş çıkarıyor. Coğori kvaş jin gexro3kun. (FN-Sumla) Köpek kayanın üzerinde geberiyor. Kva ot’k’omels, var-mat’inen. Nena ot’k’omels, mut’inams. (FN-Sumla, atasözü) Taş atıyor, hedefe tutturamıyor. Söz söylüyor, aynen tutturuyor. Karmat’eşi 3’k’ari kvaten mebun3’oram do mok’obut’alam. Çkimi şkule ar mintxa mulun. Svareyi kvape doloxums do igzals. (AH-Lome) Değirmenin suyunu taşlarla kapatıp getiriyorum. Benden sonra birisi geliyor. Dizilmiş taşları bozup gidiyor. (Taşı gediğine koyuyor.) K’ap’istonari Ğalişi jilendo k’ele ğalik kvalepeşi jinşen çaçxalums. (AH-Borğola) Kabirse Deresinin yukarı tarafında dere taşların üstünden çağlayarak akıyor. Hamseri k’ai tutaste ren. Galeni kvape ik’oro3xen. (AH-Borğola) Bu gece iyi ay ışığı var. Dışarıdaki taşlar sayılıyor. Kvape kogudvit do k’umi mot goşibğet’az. (AH-Borğola) Taşları etrafına koyun da kum dağılmasın. Fadimek oxori-muşişi 3’oxleni kvalepe geçxips. (AK-Döngelli) Fatma, evinin önündeki taşları yıkıyor. Timuris u3’vit do jileni gzaşa didi kvaepe kododvas. (AK-Döngelli) Timur’a söyleyin de yukarıki yola büyük taşları koysun. Berek didi kvaepeşi jin mijağarups. (AK-Döngelli) Çocuk kayaların üzerini çiziyor. K’oçis kva stei guri uğun. Geçaps, geçaps do k’at’upe oxo3kinaps. (AK-Döngelli) Adamın taş gibi yüreği var. Vuruyor, vuruyor da kedileri gebertiyor. Ğalişa kvaepe gula(v)udumert. 3’k’ari var-gu(v)oçkumert. (AK-Döngelli) Irmağa taşları koyuyoruz. Suyu göndermiyoruz. Beres t’urva var-atiren do kvaepes nan3’en. (AK-Döngelli) Çocuk çuvalı taşıyamıyor da [çuval] taşlara değiyor. Ramazanik ek’o didi kvayepe raxat’i raxat’i yezdips ki. Man ar teği bile var-yemazden. (ÇX-Çxalazeni, TM) Ramazan o kadar büyük taşlar rahat rahat kaldırıyor ki. Ben bir tanesini bile kaldıramam.


kvaapuna (AK) i. Taşlık yer. Kvaapuna-x’onas mutu var-ix’ven. (AKDöngelli) Taşlı olan tarlada hiçbir şey olmaz. → kvalepuna/ kvalepona, kvalopona


kvalepuna/ kvalepona (PZ), kvalepuna (AŞ ), kvalepuna (FN ~ AH HP) i. Taşlık yer. Kayalık. Ar livadi komiğun ç’i opşa kvalepona on. (PZ-Cigetore) Bir tarlam var da çok taşlık yerdir. Kvalepunaşen buk’ap’i. (FN-Sumla) Kayalara çarpa çarpa düştüm. Cemalik kvalepuna gelat’axums. (FN-Sumla) Cemal kayalık yeri kırıyor. → kvalopona, kvaapuna


kvalona (PZ)(AŞ-Ortaalan ~ FN) s. [Biçiminin düşündürdüklerinin tersine, bu kelime bir isim değil, bir sıfattır.] Taşlı. Taşlık. Şk’u kvalona ar sva komiğuran. Muti ne pxaşk’umt ne-ti dovorgamt. (PZ-Cigetore) Bizim taşlık bir yerimiz var. Ne ekiyoruz ne de dikiyoruz. Hay lazut’i va-dirgen. Zade kvalona on. (AŞ-Ok’ordule) Buraya mısır ekilmez. Çok taşlı bir yerdir. Ayşe na-ntxoruy livadi dido kvalona on. (AŞ-Ortaalan) Ayşe’nin kazdığı bahçe çok taşlıktır. Kvalona let’az mutu var-içanen. (FN-Ç’anapet) Taşlık yerde bir sey yetişmiyor. → kvaloni, kvaononi


kvaloni (PZ)(AŞ ~ AH) s. Taşlı. Taşlık. Kvaloni livadis kva ok’orobute şuri kemales. (PZ-Cigetore) Taşlı tarlada taş toplamaktan canımız çıktı. Kvaloni yerepe mutu var-irden. (AŞ-Ortaalan) Taşlık yerlerde bir şey büyümez. Oxoyişi ogine na-obğun ntxiri dido kvaloni ren. (FN-Ç’abapet) Evin önünde yığılmış fındık çok taşlıdır. Melen ona 3’alendo k’ele m3ika kvaloni ren. Xaçkumt’atşi bergiz ugurit. (AH-Lome) Karşı tarlanın aşağı yanı biraz taşlıdır. Kazırken çapayı kollayın. Kvaloni let’az bergi var-geiçen. (AH-Borğola) Taşlı toprağa kazma vurulmaz (= kazınmaz). → kvalona, kvaononi


kvalopona (ÇM) i. Taşlık yer. Çakıllık. Andğa ixi bay. Zuğa 3’ari kvalopona noçxay. (ÇM-Ğvant) Bugün rüzgâr esiyor. Deniz suyu çakıllığa vuruyor. Alişi livadi kvalopona n. Lazut’i var-iyen. (ÇM-Ğvant) Ali’nin bahçesi taşlıktır. Mısır yetişmiyor. # Kvalopona-gzalepe / Var-magzalen xeleri / Ar ndğa var-mazirasi / Vikter dudi-celeri. (ÇM-Ğvant, anonim ağıt) Taşlı yollarda / Neşe ile dolaşamıyorum / Bir gün görmez isem / Geziyorum boynum bükük. → kvalepuna/ kvalepona, kvaapuna


kvanç’ala (FN ~ AH) i. Çakıl. Araba-gzaşi t’ot’olo3iz kvanç’ala dolobobğit do arabape heşote golaxtez. (FN-Ç’anapet) Araba yolundaki çamurlu yere çakıl döktük ve arabalar o şekilde geçtiler. Mzuğaz kvanç’ala p’k’orobum. (AH-Lome) Denizde çakıl taşı topluyorum. → 3’ik’vabi, xijili; çağili


kvanç’alapuna (FN ~ AH) i. Çakıllık. 3’oxle zuğaşi 3’k’ari kvanç’alapunaz nançvalet’u. Ha3’i didi kvalepez nançvalen. (AH-Borğola) Eskiden deniz dalgası çakıllıklara vuruyordu. Şimdi büyük taşlara vuruyor. Ha3’i Zuğa-Uçaşi k’elez kvanç’alapuna var-doskidu. (AH-Borğola) Şimdi Karadeniz kenarında (= kıyısında) çakıllık kalmadı. → 3’ik’vabepuna; xijilopona


kvaononi (AK) s. Taşlı. 3’aleni x’onaşi gza kvaononi ren. (AK-Döngelli) Aşağıdaki tarlanın yolu taşlıdır. → kvalona, kvaloni


kvinums (FN-Ç’anapet, Pi3xala) EA har.f. Ağaç altındaki ot, diken çalı vs [aps.] temizliyor. Cumadi-çkimik handğa livadişi 3’alendoni ntxiyona kvinums. (FN-Ç’anapet) Amcam bugün bahçe dibindeki fındıklığı temizliyor. Ntxiyona kvinumt’aşa duğrenişi danz*epe ni3onen. (FN-Ç’anapet) Fındıklığı temizlerken böğürtlenin dikenleri batıyor. → kosumsIII; klimuy[2]; ğarums[2]; nçvarums


ky- → Ky bölümü


ky’ → Ky’ bölümü


K3apa (FN-Sumla) i. Temmuz ayı. Eçi-do-sum K3apaş ndğaz p’arlament’iş 3xuna miğunan. Ma-ti p’arlament’eri adayi bore. (FN-Sumla) 23 Temmuz’da parlamento seçimimiz var. Ben de parlamenter adayıyım. → Ç’uruğayi, Ç’uruği/ Çuruği, Çuruğayi, k3apaşi ora, Tuta-k3ala


k3apaşi ora/ k3apaş ora (AH) i. Çürüme zamanı. K3apaş oraz na-niçanasen xacişi gverdi xorşaz nok3un. (AH-Lome) Çürük ayında (= Temmuz’da) yetişen fasulyenin yarısı sırıkta çürüyor.

[Lazona’da yaklaşık Temmuz ayının ikinci haftasından Ağustos ayının ikinci haftasına kadar geçen süre, k3apaşi ora (çürük ayı) diye tanımlanır. Böyle tanımın sebebi, bu zamanlarda dışarıda kalan her şeyin adeta küflenip çürümesindendir. Bu dönemde yağmur sık sık yağar ve yağmur yağmadığı zamanlarda da hava kapalı olur. Nem oranının en yüksek olduğu bu dönemde birkaç gün dışarıda kalan bir giyim eşyası hemen çürümeye başlar ve çok kötü kokar. Çürümenin suda başladığı inancıyla bu dönemlerde derelerde yüzmek tavsiye edilmez. Suya girmeye mecbur kalıp suyla haşır neşir olan kişilere ya da yüzmek isteyenlere bakır yüzük veya bilezik takmaları tavsiye edilir. Bakırın çürümeyi önleyeceğine inanılır. A.K.] → Ç’uruğayi, Ç’uruği/ Çuruği, Çuruğayi, K3apa, Tuta-k3ala


k3aperi/ k3apeyi (PZ ~ AŞ-Ok’ordule)(FN ~ AH) s. ve i. Çürümüş olan. Çürük. → ksaperi, x3aperi; çuruği. I. s. Ar ombri opşk’omi. K3aperi ort’u-i, var-mişk’un. P’ici lon3a demiyu. (PZ-Cigetore) Bir erik yedim. Çürük müydü, bilemiyorum. Ağzımı burdu (= ağzımı tatsızlaştırdı). K3aperi m3xulepe gamak’atuy. (ÇM-Ğvant) Çürük armutları ayırıyor. Munt’ri k3aperi mca n3oluy. (ÇM-Ğvant) Ağaç kurdu kuru (= çürüyüp ölmüş) ağacı ufalıyor (= kemiriyor). Mt’a-korme k3aperi oşk’uri nonzgilay. İmxoy. (AŞ-Ok’ordule) Çulluk kuşu çürük elmayı gagalıyor. Yiyor. K3aperi ç’ibri eşk’a3’u (AŞ-Ortaalan) Çürük dişi (diğer dişlerin arasından) çıkardı. Nanak naylaz na-goşiğu k3apeyi uşkurepe gale gamat’k’omerz. (FN-Ç’anapet) Annem serenderde seçtiği çürük elmaları dışarı atıyor. Ğoberiz mot-yoxedurt. M3ika k3aperi ren. Yoxedatna gelat’roxun. (AH-Lome) Çepere oturmayın. Biraz çürükçedir. Oturursanız kırılır. K3apeyi pi3arik k’arfi var-okaçams. (AH, atasözü, K.A.) Çürük tahta çivi tutmaz. Nandidik ont’ules na-obğun k3aperi uşkurepe, k’et’i gyo3onams do k’orobums. (AH-Borğola) Ninem tarlada dökülmüş olan çürük elmaları, çubuk sokarak topluyor. Doğanik ncas na-ren k3aperi uşkurepe t’ot’i onk’anams do tude dobğams. (AH-Borğola) Doğan ağaçta olan çürük elmaları dalı sallayıp da yere döküyor.

II. i. Pederik ğomamci na-p’k’ak’alit ntxiri endğvarums-gendğvarums do k3aperepe goşiğams. (FN-Ç’anapet) Babam dün akşam ayıkladığımız fındığı karıştırıp çürükleri ayırıyor. K3aperepe goşime(r)z do go3’onk’anamz, ot’k’ome(r)z. (AH-Lome) Çürükleri seçiyor ve savurup atıyor.


k3un (PZ), k3un/ k3uy (ÇM), k3un (AŞ ~ AH) Aø har.f. [part. k3e(r)i] Çürüyor. 3’ameri laç’işi leşi dok3u. Opşa gont’ams. (PZ-Cigetore) Gebertilmiş köpeğin leşi çürüdü. Çok kokuyor. Oxorişi merterizepe dok3es. Ar avara ndğas ke3’evuç’adat. (PZ-Cigetore) Evin saçakları çürüdü. Bir boş zamanda alttan yukarı çakalım. Çemre dok3u. (ÇM-Ğvant) Gübre (güneş ve havanın etkisi ile) çürümüş. Ayşe xoşk’ape tudendo guç’uy. Let’a dolvo3onasi ordoşa var-k3asen. (ÇM-Ğvant) Ayşe sırıkların alt kısmını yakıyor. Toprağa saplayınca erken çürümeyecek. Ayşe şuk’a tasepe tutxu mbela mek’oruy do ezduy. Tasepe va-k3uran. (ÇM-Ğvant) Ayşe salatalık tohumlarını tülbente sarıp saklıyor. Tohumlar çürümüyor. K’ayğişi na-k3u ergi dolo3’ay. (AŞ-Ok’ordule) Kayığın çürüyen eğrisini [= kayığın yapımında kullanılan bükülmüş ağaç parçasını] çıkarıyor. Ham ç’ubrişi kap’i dok3u-doren. Dişka-ti var-iven. (FN-Sumla) Bu kurumuş kestane dip bölümü çürümüş. Odun bile olmaz. Bageni va-3’k’uşi dok3u do muşebura kodolibğu. (AH-Lome) Kulübeyi sökmeyince çürüyüp kendi kendine yıkıldı. Orz*o mtelli dok3u-doren. Mundi gedvaşi get’roxun. (AH-Lome) Iskemle hepten çürümüş. Kıçını koydun mu kırılıyor. O3’udeşi pi3ari dok3u-doren. Na-meboç’k’adam k’arfik var-okaçamz do mestun. (AH-Lome) Rafların tahtası çürümüş. Çaktığım çivi tutmuyor ve sıyrılıp kopuyor. Bağus na-ren uşkuri t’aroni na-t’ubun şeni ipti buğun. Ok’ule k3un. (AH-Borğola) Ambardaki elmalar hava ısındığı için ilk küflenir, sonra da çürür. Doşemes na-yoç’k’adun pi3arepe dok3u-doren. Okturoni boret ! (AH-Borğola) Döşemeye çakılı tahtalar çürümüş. Değiştirmeliyiz ! → ksun, x3un