Ky ky Bu sözlükte kullanılan Laz alfabesinin 17’nci harfi. Arka-ortadamaksıl kapantılı sessiz fırlatmasız konson (*) fonemini gösterir. [(*) Konson, halk dilinde yanlışlıkla “sessiz” denir. Bazılarına göre “ünsüz”. Lazca fonetiği ve fonolojisinde tek başına hece oluşturamayan fonemi ifade eder.] Uluslararası Fonetik Alfabesi’nde [ki] şeklinde yazılır. Lazcanın Orta (= Fındıklı ile Arhavi) ve Doğu (= Hopa ve Çxala) diyalektlerinde gözlemlenen iki adet fonem /ky/ ile /ç/, Batı (= Pazar, Çamlıhemşin ve Ardeşen) diyalektlerinde tek bir fonem /ç/’ye denk gelirler (*).


(*) Ancak kyopri [< Tür. köprü] gibi yakın zamanda Türkçeden girmiş olan kelimelerde Batı diyalektlerde de bu fonemin kullanıldığı gözlemlenir.


Kyabe (FN ~ ÇX)(AK) i. Kâbe. Xasaniz Kyabeşa oxtimu afik’iren. (FN-Ç’anapet) Hasan Kâbe’ye gitmeyi düşünüyor. Dido para gavaşi Kyabeşe oxtimu-ti farzi iven. (AH-Lome) Çok para olunca Kâbe’ye gitmek de farz oluyor. Han3’o Kyabes dido mç’ima mç’imu-doren. (AH-Borğola) Bu yıl Kâbe’de çok yağmur yağmış. Nanak Kyabeşa oxtimu zade unon. (AK-Döngelli) Annem Kâbe’ye gitmeyi çok istiyor. → Çabe


kyoç’opu, kyoç’opes vs (AK) → ç’opups


kyoği (FN) i. (Bitkilerin) kökü. Oxoyiz ogineşi at’ambaz kyoği doluk3u do exombu. (FN-Ç’anapet) Evin önündeki şeftalinin kökü çürüdü ve kurudu. Limxana bardişi ogine na-maz*iru 3’i3’ila biga bgorişa ntxiri-kyoği k’ala let’az dolilu. (FN-Ç’anapet) Eğreltiotu yığınağı önünde gördüğüm yılan, sopa arayana kadar fındık kökünün orda toprağa girdi. K’epriş kyoğepe bonz*olyayi iven. (FN-Sumla) Kendir kökleri karışık saçak köklü olur. → çok’i, çoki, kyoki; pesoI


kyoi/ kyoyi i. Köy. Kyoişi gzaz dido dolok’ufa ren. (FN-Ç’anapet) Köy yolunda çok çukur (kasis) var. Pederiz kyoyiz na-ek’oskidu dulyape mecite oçodinapamz (veya oxenapamz). (FN-Ç’anapet) Babam köyde geriye kalan işlerini imece ile bitirtiyor. Cazi steyi şeyi ren. Kyoyiz mu-tu iyasen açkinen. (FN-Ç’enneti) Cadı (= gayipten haber alan) gibi bir özelliği var. Görmediği halde köyde meydana gelen her şeyden haberi oluyor. Pi3xaloi 3’k’aiz marte kyoişi ir k’oçi nunç’un. (FN-Sumla) Pisala suyuna komşu köylerin köylülerinin hepsinin payı vardır. (= Doğal hak olarak herkesin payı var. Özel bir veya birkaç kişiye ait değil.) Osmanik, kyoyiz na-uğun oxoriz yarici doxunams. (AH-Borğola) Osman, köydeki evine yarıcıyı oturtuyor (= yerleştiriyor). Jur dğas 3’oxe Artvinis Sinani bz*iri. Ç’umenşi k’ule kyoyiya meptaunon ya tkumart’u. (ÇX-Çxalazeni, TM) İki gün önce Artvin’de Sinan’ı gördüm. Yarından sonra köye geleceğini söylüyordu. Çkini kyoyiz Alevepe va-en. (ÇX-Makret) Bizim köyde Alevi yoktur. Çkini kyoyis ar gyoli ren. Edo Didi-Gyoli coxons. (AK-Döngelli) Bizim köyde bir göl var. Ve adı Didi-Gyolidir. Kyoyi-çkinis muxtarobaşi guşamalu ix’vasinon. (AK-Döngelli) Köyümüzde muhtarlık seçimi olacak. Akçakocas Xemşinlepeşi kyoi-ti ren. (AK-Döngelli) Akçakoca’da Hemşinli’lerin de köyü var. → çoi/ çoyi


kyoki (AH ~ HP) i. (Bitkilerin) kökü. Çayişi jin sedis mt’k’a golaçans. Xasanik drap’anite meç’k’orums. Mt’k’ape kyokişen var-e3’k’aşi a-jur tutaşi xolo komulun. (AH-Lome) Çayın üst setinde dikenler var. Hasan orakla kesiyor. Dikenleri kökünden sökmezsen bir-iki ay sonra tekrar gelir. Nanak ont’uleşi k’ayi na-ren yeepeşi luz go3’ilams. Xizani yeepeşi lu kyokişen eç’k’orums. (AH-Lome) Annem tarlanın iyi yerlerindeki lahanaların yapraklarını topluyor. Kötü yerdeki lahanaları kökten kesiyor. → çok’i, çoki, kyoği; pesoI


kyoli (FN) i. Köylü. Cemalik kyoliş gza ğoberite menz*gipums. (FN-Sumla) Cemal köylünün yolunu çitle kapatıyor. → çoyli


kyona[1] (FN-Pi3xala, Ç’anapet) i. Işık. P’ap’uliz toliz k’ayi na-var-a3’iren şeni ndğaleyiz-ti kyonaz nudvinamz. (FN-Ç’anapet) Dedemin gözleri iyi görmediği için [dedem] gündüz de ışıkları yakıyor. Seyiz oxoyişi galendoni kyona medvineyi mebaşkumer do na-golit’anenpez natanen. (FN-Ç’anapet) Geceleri evin dış ışığını açık bırakıyorum. Ve [ışık] gelip geçenleri aydınlatıyor. Nanak berepe dinciya şkule kyona noskurinamz. (FN-Ç’anapet) Annem çocuklar uyuduktan sonra ışığı söndürüyor. Kyona meskuruyiz nanak kirp’it’i gelançaxu do nuk’laz nudvinu. (FN-Ç’anapet) Isık sönünce annem kibriti çakarak mumu yaktı. → çona; tena[1], te


kyona[2] (AH ~ HP) i. [Sırf deyim üyesi olarak kullanılır.]

[dey. kyona gyodums/ kyona gyodumers] a. (AH) Birini yerleştirip işlerini yoluna koyuyor.Bere-skanis kyona gyodvi. (AH-Lome) Çocuğunu yerleştirip işlerini yoluna koy. Bere-çkimis kyona var-gemadu. (AH-Lome) Çocuğumu iş yerine yerleştiremedim. b. (HP) Birini evlendirip yeni hayata yerleştiriyor. Fadimek bozos kyona gyodumers. (HP-P’eronit) Fatma kızını evlendirip yeni hayata yerleştiriyor. Bere ora-muşiz oçilare do kyona gyodvare. (HP-P’eronit) Çocuğu zamanında evlendirip yeni hayata yerleştireceksin.

[dey. kyona geidums/ kyona geidumers] a. (AH) Kendini yerleştirip işlerini yoluna koyuyor. Alik ti-muşis kyona geidvas. (AH-Lome) Ali kendini yerleştirip işlerini yoluna koysun. b. (HP) Evlenip kendini yeni hayata yerleştiriyor. Bere-çkimi ! Mundes içilare do kyona geidvare ? (HP-P’eronit) Oğlum ! Ne zaman evlenip yeni hayata kendini yerleştireceksin ?


kyopri i. Köprü. Taş, beton vs’den yapılan büyük köprü. Rumepe hako gza do kyopri dido ey. (AŞ-Ortaalan) Rumlar burada yol ve köprü çok yaptılar. İstanbolişa nam kyoprişe golaft’aten ? (AŞ-Ortaalan) İstanbul’a hangi köprüden geçeceğiz ? → xinci


kyoruği (FN ~ ÇX) i. Körük. Eveliz sağanepez k’alayi geçamu şeni kyoruği ixmart’ez. (FN-Ç’anapet) Eskiden bakır tabakları kalaylamak için körük kullanırlardı. K’alaycik daçxuris kyoruğite ubars. (AH-Lome) Kalaycı ateşe körükle üfler. → çoruği


kyoruğoni (FN ~ ÇX) s. Körüklü. 3’oxle p’ap’uli-çkimis kyoruğoni ocaği uğut’u. Hek k’alayi ikomt’u. (AH-Borğola) Eskiden dedemde körüklü ocağı vardı. Orada kalay yapardı.


kyosele (AH) i. Kösele. Ham modvalus t’abani kyosele uğun. Metinis sum tutas ancaxi nuxondun. (AH-Lome) Bu ayakkabının tabanı köseledir. Metin’e ancak üç ay dayanır.


kyosta (FN-Ç’anapet), kyoste (AH-Borğola ~ HP) i. [çoğ. kyostape, kyostepe] Bileğitaşı. Cuma-çkimik kyostaten drep’ani larsumt’uşa var-açkinu do xe goişiru. (FN-Ç’anapet) Kardeşim tırpanı bilevlerken farkına varmadan elini aşındırdı. → çoste, çostra, bilevi; ≠ k’rosta, kroste


kyoşe i. Köşe. Ustaz amşkorinu. Kyoşez elaxen do mk’val do mç’k’udi elipxors. (AH-Lome) Usta acıktı. Bir köşede oturup peynir ekmek yiyor. → çoşe; armozi


kyoştere (FN-Sumla) i. Kapı, pencere ve pervazların oturması için yapılan oyukları açmak için kullanılan, rende biçiminde çalışan, yaklaşık 70-80 cm uzunluğunda bir araç.


kyot’k’oç- → ot’k’oçams


kyozi i. Köz. Temizaneri taze kapçape mşkerişi but’k’az geisvaren do kyoziz imç’itanen. (AH-Lome) Temizlenmiş taze hamsiler ormangülü yaprağına dizilip közde kızartılır. → xomali/ xumali/ xurmali; maxva


kyufi (AH) i. Küf. Çuruğayis dido kyufi iven. (AH-Lome) Temmuz ayında çok küf olur. → çufi; mt’k’ori[1]; s. buği; f. mt’orinduy; mt’k’orun; imt’k’oren; ibuğen


kyume (FN ~ AH) i. Bir çeşit tatlı sucuk, kış çerezi. [3-4 cm aralıklarla ipe dizilmiş ceviz ya da fındık içi meyve suyuna un katılıp pişirilerek yapılan pelteye daldırıldıktan sonra kurutulur.] Xasanik ntxiri 3onums. Kyume vasen. (FN-Sumla) Hasan fındık diziyor. 3’oxle k’at’a oxoriz ovlepe ivet’u; nez*i, kyume, minci do mk’vali ixominert’u. (AH-Lome) Eskiden her evde ovle olurdu; içinde ceviz, tatlı sucuk, çökelek ve peynir kurutulurdu. Kyume yapacak. Hamseri kyume dolobobaten. Nanak ntxirişi kyume 3onums. Emine teyzek nez*işi kyume 3onums. (AH-Lome) Bu gece kyume bandıracağız (= yapacağız). Annem fındık kyumesi diziyor. Emine teyze ceviz kyumesi diziyor. Omerik ip’aramitamt’aşi arada tavaniz na-amobun kyumepez e3’o3’k’ers. (AH-Lome) Ömer konuşurken arada tavana asılı kyumelere gözü kayıyor. Memeti, t’ik’inaz na-dolobğun urz*eni k’ai jlip’i. Hemuşi 3’k’ariten kyume p’aten. (AH-Borğola) Mehmet, küçük sepetteki üzümü iyice ez. Onun suyundan kyume yapacağız. Urz*enişi lova dido titxu divu. Hamuşen kyume var-iven. Ar m3ika mkveri kuk’atit. (AH-Borğola) Üzüm şırası çok sulu (= ince) oldu. Bundan meyve sucuğu olmaz. Biraz un katın. Kyumeşi lova k’op’aten ndğvarums. (AH-Borğola) Meyve sucuğu şırasını kepçe ile karıştırıyor. Kyume dido mçxu ivaşi goişoren. (AH-Borğola) Meyve sucuğu çok kalın olunca dışı soyulur. Cixaniz na-buncğoni kyume menduxtu-doren. (AH-Borğola) Cihan’a yolladığım meyve sucuğu ona gitmiş. Kyume ikomt’aşi dido papa goişoren do tude dat’a3en. (AH-Borğola) Sucuk yaparken çok muhallebi sıyrılıp yere yapışır. Kyumeşi papa na-gubu 3’uk’aliz na-gaç’u papa dişkaşi k’uziten gexak’arums. (AH-Borğola) Kyume muhallebisi kaynatılan kazanın dibine yanmış olan muhallabiyi tahta kaşıkla kazıyor. Kyumeşi papa. (AK-Döngelli) Fındık ve ceviz ipe dizilerek pekmez muhallebisine bandırılıp kuruturan bir tür tatlı. → çume


kyunti (FN-Ç’anapet) s. Hantal. → çuntu, kyuntu; dunduI, dunduli


kyuntu (FN-Sumla), (HP-K’ise) s. Hantal ve tembel. Xasani dido kyuntu ren. (FN-Sumla) Hasan çok hantal ve tembel biridir. → çuntu, kyunti; dunduI, dunduli


kyupe (AK) i. Küpe. İlknurik x’uci-muşis kyupe dili3’k’ips. (AK-Döngelli) İlknur kulağından küpe söküyor. Fatoşik x’ucis k’ik’inoni kyupe dilik’idaps. Vidali kyupe niçaneps. (AK-Döngelli) Fatoş kulağına çengelli küpeyi takıyor. Vidalı küpeyi sıkarak tutturuyor. → çupe; gelak’idale; dolok’idale


kyupi (FN) i. Küp. Geniş karınlı ve dibi dar toprak kap. P’et’mezi kyupis dolobun. (FN-Sumla) Pekmez küpün içine dökülmüş haldedir. P’et’mezi kyupişen kodibu-doren. (FN-Sumla) Pekmez küpten (küpün altından kaçırılarak) dökülmüş. Kyupişen ncumoreri kapça eşiğams. (FN-Sumla) Küpten tuzlanmış hamsi çıkarıyor. → çupi, çupina; kupi; test’i; dergi; xica; katana; batmani


Kyurdi (FN) s. ve i. Kürt. Cumadi-çkimişi didi nusa Kyurdi ren. (FN-Ç’anapet) Amcamın büyük gelini Kürttür. → Çurdi, Kyurti


Kyurti (AH HP ÇX)AK) s. ve i. Kürt. Art’aşeniz yerleşuği Kyurtepe renan. Ala Arkabiz çkar Kyurti va-ren. (AH-Lome) Ardeşen’de yerleşik Kürtler var. Ama Arhavi’de hiç Kürt yokKyurtepe Turkiyeşi k’at’a k’eles skidunan. (AH-Borğola) Kürtler Türkiye’nin her tarafında yaşıyorlar. Kyurti Alevi ix’ven. Miçkin. Ama Turki Alevi-ti ix’ven. (AK-Döngelli) Kürt alevi olur. Biliyorum. Ama Türk Alevi de olur. → Çurdi, Kyurdi


kyuski (FN) i. Küskü. Xasanik nek’la var-gan3’k’uyiz kyuskite montxamz. (FN-Ç’anapet) Hasan kapıyı açamayınca küsküyle tepeliyor. Cemaliş kyuski moiğit. Kvalepe p’t’axaten. (FN-Sumla) Cemal’lerin küsküsünü getirin. Taş kıracağız. → çusk’i; lomi


kyuspe (AH) i. Küspe. [< Far.] Kepek. Aşek ngeniz mkveri do kyuspe ok’ont’alams do çams. (AH-Lome) Ayşe danaya un ile kepeği karıştırıp yediriyor. Ali-Cumadik pucepe kyuspete omgvanams. (AH-Lome) Ali Amca ineklerini küspe ile besliyor. → kat’o[2]


kyutuği (AK) i. Kütük. Ğalis ar didi kyutuği xodolocans. (AK-Döngelli) Derede bir büyük kütük yatıyor. Ğalis na-doloz*in kyutuği muşebura gulikten. (AK-Döngelli) Derenin içerisindeki kütük kendiliğinden dönüyor. Kyutuği duzi ox’azu şeni ç’apxu gepçap’t’it. (AK-Döngelli) Kütüğü düz bir biçimde yontmak için çırpı ipi ile vurup işaret verirdik. Abdulak kyutuğis guikaçeps do i3’ozdips. (AK-Döngelli) Abdullah kütüğü çevreleyerek (= sararak) tutup kaldırıyor. Ğalik kyutuği gilimers. Ama ilantxen-gilantxen do gilulun. (AK-Döngelli) Dere kütüğü sürüklüyor. Ama sağa sola (= oraya buraya) çarpa çarpa sürükleniyor. → çutuği; yat’oniIII-2; gvarcali; cirek’i/ ciyek’i


kyuxtu → yuxtams