T’ t’ Bu sözlükte kullanılan Laz alfabesinin 29’uncu harfi. Öndamaksıl kapantılı fırlatmalı konson (*) fonemini gösterir. [(*) Konson, halk dilinde yanlışlıkla “sessiz” denir. Bazılarına göre “ünsüz”. Lazca fonetiği ve fonolojisinde tek başına hece oluşturamayan fonemi ifade eder.] Uluslararası Fonetik Alfabesi’nde [t’] şeklinde yazılır.


t’a/ t’as/ t’az/ t’aşa/ t’aşi vs → ren/ yen


t’abaği i. Tabak. T’abağişi meyaperi ceşk’omams. (PZ-Cigetore) Tabaktaki yoğurdu yiyip bitiriyor. Asiye na-şk’omasen t’abaği iri ora ceçxuy. (AŞ-Ortaalan) Asiye yediği tabağı her zaman yıkar. Ali cumadik t’abağiz gyari var-gyut’alams. Muntxa gyudvare iri gekosums. (AH-Lome) Ali amca tabakta yemek bırakmaz. ne koyarsan hepsini silip süpürür. Se(r)entis tude berepek istere(r)enan. T’axeyi t’abağis ç’anç’axoni k’izi do ç’at’ali naşkve(r)enan. (HP-P’eronit) Serender altında çocuklar oynamış. Kırık tabakta çamurlu kaşık ve çatal bırakmışlar. → sağani, saxani; tabaği


t’abala[1] (FN ~ AH) s. Yassı. Argunişi sap’i dido t’abala divu-doren. (AH-Lome) Baltanın sapı çok yassı olmuş. Siyak’i t’abala mçxomi ren. (AH-Borğola) Kalkan, yassı bir balıktır. NaylapezK’uçxepeşi jindole mtugi mot-yalet’azya do ncaşen mçire t’abala kara uxenaman. (AH-Borğola) SerenderlerdeAyakların üstüne fare çıkamasındiye ağaçtan geniş ve yassı tekerlek yaparlar. → elazlap’eri


t’abala[2] t’abala (AK) s. Basık. Kısa boylu. Xeyriyeşi k’ulani ginz*e va-ren. T’abala t’abala k’ulani ren. (AK-Döngelli) Hayriye’nin kızı uzun boylu değil. Basık boylu kızdır.


t’abalaşi (FN ~ AH) s. Aralarında yassı olan. Yassı cinsten olan. Han3’o t’abalaşi uşkuriz dido çanz. (FN-Ç’anapet) Bu sene yassı elmada çok bitti (= meyvesi var).


t’abanca i. [çoğ. t’abancape] Tabanca. Xasanis xami darabas gelubun do t’abanca şkas elubun. (FN-Sumla) Hasan’ın bıçaği tahta bölmede, tabancası ise belinde asılı duruyor. Noğaşa geit’aşa t’abanca memişkumels. (FN-Sumla) Çarşıya inerken tabancasını bana emanet ediyor. Sabrik t’abanca mxit’ums. (FN-Sumla) Sabri tabancayı kurcalıyor. Kemalik k’oçi t’abancaten konon3’amu. (AH-Borğola) Kemal adamı tabanca ile vurdu. Omeriz yani-muşiz t’abanca ot’k’oçanşi uci un3’irams-doren. (AH-Borğola) Ömer’in yanında tabanca patlatılınca kulağı çınlarmış. → dok’anaşe, dok’anaşa, donk’anaşe; p’ara; ot’oçape, ot’oçaşe/ ot’oçaşşe;livori; ostomiloni; luveri


t’abani i. Taban. Naylaşi t’abani kvaz geyoxen. (FN-Ç’anapet) Serenderin alt taban agacı taşın üstüne oturmuş vaziyettedir. Modvalu işiraşi t’abanişen gamixven. (AH-Lome) Ayakkabı aşınınca tabandan deliniyor. Ham modvalus t’abani kyosele uğun. Metinis sum tutas ancaxi nuxondun. (AH-Lome) Bu ayakkabının tabanı köseledir. Metin’e ancak üç ay dayanır.


t’abu[1] (AŞ-Ortaalan FN ~ AH) i. Aya. Elin iç kısmı (= avuç) veya ayağın tabanı. Xeşi t’abu mançaminen. Ar yerişe cenç’areri moxt’asen. (AŞ-Ortaalan) Elimin ayası (= avucum) kaşınıyor. Bir yerden para gelecek. Handğa dido goft’i. K’uçxeşi t’abu ma3’unen. (AŞ-Ortaalan) Bugün çok gezdim. Ayak tabanım ağrıyor. K’uçxe-t’abu ncumu dissu do laç’ç’i olosk’apay. (AŞ-Ortaalan) Ayak tabanına tuz sürdü de köpeğe yalatıyor. Xasaniz xeş t’abuz ar pupuli kyuxtu. (FN-Ç’anapet) Hasan’ın avucunda bir çıban çıktı. Berez k’uçxeş t’abuz ar danz*i kona3onu. (FN-Ç’anapet) Çocuğun ayak tabanına bir diken saplandı. Xeşi t’abu gomaç’u. (AH-Lome) Avucumun içi yandı. K’uçxeşi t’abu mançaminen. (AH-Lome) Ayağımın altı kaşınıyor. Lazut’i o3xunute xeş t’abu domaç’u. (AH-Borğola) Mısır ayıklamaktan avuçlarım acıdı. Mtviris goxtimute k’uçxeş t’abu gamamodgitu. (AH-Borğola) Karda yürümekten ayak tabanım dondu (= üşüdü). [avuç] xamp’u; xe-t’abu; xeş t’at’i; [ayak tabanı] k’uçxe-t’abu; k’uçxeş t’at’i


t’abu[2] (HP) i.  Kaygan düğümlü ot yemli kuş tuzağı. [Bir tutam kuş yeminden oluşan ot boyu 30-40 cm eni 5-10 cm şekline getirilir. Boylamasına 2-3 çubuk takılır. Bu çubukların her birine sıkça 3’ari/ 3’ayi (= at kuyruğundan oluşan şima (*) şeklinde ipler) takılır. Bir sopa vasıtası ile yüksek bir yerde tutulan bu mekanizmaya kışın yemlenmek için konan kuşlar şima (*) şeklinde olan 3’ayi’ye ayaklarından yakalanır. R.B.] [(*) Şima : Hopa’da konuşulan Türkçe’de kaygan bir düğümün adı.]

t’afoni (ÇM) i. Çukur. Birinin kazdığı çukur. Ali t’afoni dontxoru. Miti mo-dolvolamt’ay deyi kvalepe guduy. (ÇM-Ğvant) Ali çukur kazdı. Kimse içine düşmesin diye etrafına taş koyuyor. Ali mşk’vela dvorgasi t’afoni t’ambuy. (ÇM-Ğvant) Ali fidan dikince fidan ocağının toprağını sıkıştırıyor. Ayşe ore-t’afoni goyobğay. (ÇM-Ğvant) Ayşe kabak ekilen ocağın üstünü [toprak ile] örtüyor. Lobca-t’afoni uk’onu on. Mt’alepe gvonçay. (ÇM-Ğvant) Fasulye ocağı yabani otlardan arındırılmamış (= yabani otlar temizlenmemiş). Otlar oluşmuş.


t’ağaneri (PZ)(AŞ) s. [< t’ağanums/ t’ağanuy/ t’ağanups fiilinin partisipi] Tavada kızartılmış. Tavalanmış. T’ağanis makvali t’ağaneri on. (PZ-Cigetore) Kulplu tavada yumurta kızartılmış ve hazırdır. Ma k’apça t’ağaneri opşa xaz*i mayen. (PZ-Cigetore) Tavalanmış hamsi çok hoşuma gider. Ayşek t’ağaneri lobiya mocibums. (PZ-Cigetore) Ayşe kavrulmuş fasulyeyi biraz daha pişiriyor. K’vali t’ağaneri xazi maen. (AŞ-Ok’ordule) Peynir tavalaması seviyorum. Tekini minci t’ağaneri cexak’aruy. (AŞ-Ok’ordule) Tekin kızartılmış çökeleği dibinden kazıyor. Nana-şk’imi ham seri sut’olya t’ağaneri mixenu. (AŞ-Ok’ordule) Annem bu akşam bana pazı kavurma yaptı. → cet’t’ağaneri, get’ağaneri


t’ağani i. Tava. T’ağanis çxomi cevoninktam. (PZ-Apso) Tavada balık çeviriyorum. T’ağanis minci cet’ağaneri on. (PZ-Cigetore) Kulplu tavada ekşimik pişirilmiştir. T’ağanite p’at’ila on3’inams. (PZ-Cigetore) Tavada içyağı eritiyor. Xasanik tereğis t’ağani goladgams. (PZ-Cigetore) Hasan rafa tavayı yerleştiriyor. Si k’vari şolar do t’ağanite ceç’var. (ÇM-Ğvant) Sen k’variyi yoğurup tavada pişireceksin. Lobca t’ağani ek’ibğen. Başk’a soti var-iyen. (AŞ-Ok’ordule) Fasulye tavaya eklenir. Başka bir yere olmaz. Mamut’ik, t’ağ’aniz mu-tu gez*irt’u boyne geç’k’omu. (FN-Ç’anapet) Mahmut, tavada ne vardıysa hepsini yedi. Nanak t’ağaniz na-gyamç’u de3i gexak’arumz. (FN-Ç’anapet) Annem tavanın dibine tutan muhallebiyi kazıyarak alıyor. T’ağaniz yaği omçxvinams. Makvali mot’axasen. (FN-Sumla) Tavada yağ kızartıyor. Yumurta kıracak. T’ağaniz mçxomi geboktam. (AH-Borğola) Tavada balık çeviriyorum. Nanak angi çxip’t’uşi t’ağani xak’arups. (AK-Döngelli) Annem bulaşık yıkarken tavayı kazıyor. Eminek pucişi yaği t’ağanis gedveen do ondğulinaps. (AK-Döngelli) Emine tereyağını tavaya koymuş da eritiyor. Nandidi-çkimik t’ağani gexak’arups do eşo çxips. (AK-Döngelli) Babaannem tavanın dibini kazıyor da öyle yıkıyor. → tava; t’ava


t’ağani-k’iti (ÇM) i. Tavanın sapı. Ali t’ağani-k’iti noçxay. (ÇM-Ğvant) Ali tavanın sapını yıkıyor.


t’ağani3’a (PZ-Cigetore ~ AŞ) i. [çoğ. t’ağani3’ape] Küçük tava. Xasanik t’ağani3’ate vali t’ağanums. (PZ-Cigetore) Hasan küçük tava ile peynir tavalıyor. Ali guri mvalu. T’ağani3’a dvok’anu. Kot’oçu. (ÇM-Ğvant) Ali kızdı. Tavayi savurup attı. Ayşe t’ağani3’a cexak’aruy. (ÇM-Ğvant) Ayşe tavanın altını (= dipte kalan ve yapışan yiyecekleri) kazıyor. Ayşe t’ğani3’a goxak’aruy. (ÇM-Ğvant) Ayşe tavanın dibini kazıyor. Tağani3’a var-ndğvarasi conk’oy. (ÇM-Ğvant) Tavayı karıştırmazsan yapışıyor.


t’ağanums/ t’ağanuy/ t’ağanups (PZ-Apso ~ ÇX)(AK) EA har.f. [part. → t’ağaneri] Tavalıyor. Kızgın yağ ile pişiriyor. Kızartıyor. Ayxanik çxombi t’ağanums. (PZ-Apso) Ayhan balık tavalıyor. Beres k’olayi mvalu şeni valişi jindos makvali keyot’axu do t’ağanums. (PZ-Cigetore) Çocuğa kolay geldiği için peynirin üzerine yumurta kırıp tavalıyor. Ali andğa na-ç’opu çxomepe t’ağanuy. (ÇM-Ğvant) Ali bugün tuttuğu balıkları tavalıyor (= kızartıyor). Yenge-şk’imi dido xazi na-mayen şeni minci t’ağanuy. (AŞ-Ortaalan) Yengem [tavalanmış çökeleği] çok sevdiğim için çökelek tavalıyor. Nanak, pederik onaşen na-moiğu-dort’un oz*e t’ağanumz. (FN-Ç’anapet) Annem babamın yeni açılan tarladan getirdiği mantarı kızartıyor. Berez k’olay na-muxtamz şeni mk’valiz makvali mot’axums do t’ağanums. (AH-Lome) Çocuğa kolay geldiği için peynirin üzerine yumurta kırıp tavalıyor. Cuma-çkimişe bidaşiK’ai gi3’onsya do çkimi şeni k’vali t’ağanums. (AH-Borğola) Kardeşime gidince Hoşuna gidiyordiye benim için peynir tavalıyor. Nana-çkimik dixa-makvali t’ağanups. (AK-Döngelli) Annem patates tavalıyor. → cet’ağanay, get’ağanams; omç’itanamsII

şsz it’ağanen : Tavalanıyor. Tavada pişiriliyor. Oxoriz mçxomi it’ağanaşi mçxomişi şura dolodgitun. (AH-Borğola) Evde balık tava yapıldığında balığın kokusu eve siniyor (= çöküyor).


t’aik’oms (FN-Sumla ~ AH-Lome) Aø/Eø har.f. Koşuyor. → uk’ap’ams/ uk’ap’ay; oxut’k’va3ams/ oxut’k’va3un; unk’ap’inams/ unk’ap’inaps; uk’ap’aps; + at’aik’en

I. (FN-Sumla) Aø har.f. At [aps.] dengesiz koşuyor. N3xeni t’aik’oms. (FN-Sumla) At dengesiz, kah çifte atarak, kah şaha kalkarak koşuyor. → cgiyalamsI; ++ mo3’it’aik’ams Eø har.f.

II. (AH-Lome) Eø har.f. İnsan veya hayvan [erg.] (normal şekilde) koşuyor. M3udişi mot-t’aik’om. (AH-Lome) Boşuna koşma (= koşmana gerek yok). Sinanik heşşo t’aik’oms ki ç’anç’axepe k’ap’ulaşen cinikiz maç’apxen. (AH-Lome) Sinan öylesine koşuyor ki çamurlar arkadan ensesine yapışıyor. → cgiyalamsII/ cgiyalums/ cgiyals

f.-i. ot’aik’u : Koşma. Çkim k’ala ot’aik’uş golaxtina miz axenen ? (AH-Lome) Benimle koşmaya kim yarışabilir ?


t’akimi[1] i. Alet takımı. T’akimepeşi nk’ola so-ti dobdvare açkinen do muturen kemizdams. (FN-Ç’enneti) Aletlerin, takımların (= çekiç, bıçkı vs’nin) olduğu yerin (= dolabın) anahtarını nereye bırakırsam onu keşfediyor (= buluyor, anlayabiliyor) ve hepsini alıkoyuyor. Çirağiz ar xez çanta-muşi elokaçun. Majura xez-ti ustak t’akimepe-muşi elokaçapams. (AH-Lome) Çırak bir koltuğunda kendi çantasını tutuyor. Diğer koltuğuna da usta kendi takımlarını tutturuyor.


t’akimi[2] i. Futbol takımı. Osmaniz, na-okaçams t’akimi geicginasi elak’iden. (AH-Borğola) Osman, tuttuğu takım (= futbol takımı) yenilince deliriyor.


t’ak’o (AH-Borğola)(AK) i. Kapı vs kapatmak için kullanılan tahta takoz. Kütük parçası. Ağaç parçası. T’ik’şariz t’ak’o kogoludvi. Gon3’k’eri mot-dut’alam. (AH-Borğola) Çeper kapısına takozu koy (= çeper kapısını takoz ile kapat). Açık bırakma. K’uk’umaşi tude t’ak’o i3’uz*in. (AK-Döngelli) Güğümün altında tahta parçası (= ağaç parçası, kütük parçası) duruyor. Berek x’urz*enişa var-naç’işinuşi t’ak’oz gedgitun do eşo imxors. (AK-Döngelli) Çocuk üzüme erişemeyince kütük parçasına çıkıyor da öyle yiyor. Babak ncaşa var-naç’işinuşi k’uçxes t’ak’o i3’idumers. (AK-Döngelli) Babam ağaca erişemeyince ayağının altına kütük parçası koyuyor. → t’ak’ozi


t’ak’ozi (AH-Lome) i. Kapı vs kapatmak için kullanılan tahta takoz. Kütük parçası. Ağaç parçası. Muavinik arabaz t’ak’ozi e3’udumers. (AH-Lome) Muavin arabaya takoz koyuyor. → t’ak’o


t’ak’t’ak’ara (PZ) i. Değirmenin [gen.] ayar değneği. Karmat’eşi t’ak’t’ak’ara kvas nasven şeni goişiren. (PZ-Cigetore) Değirmenin ayar değneği taşa sürtünmekten etrafı aşınıyor.


t’ak’unums (AH-Borğola) EA har.f. Ağzı ve yüzü ile [aps.] değişik hareket yapıyor.

+ ut’ak’unams EDA har.f. Birine ağız hareketi veya yüz hareketi yapıyor. Mitiz nuk’u mot-ut’ak’unam. Oncğore ren. (AH-Borğola) Kimseye ağız hareketi yapma. Ayıptır.


t’alaxa (ÇM) s. Alacalı. Rengârenk. [< Far.] Andğa na-dirinu ncenina t’alaxa n. (ÇM-Ğvant) Bugün doğan buzağı alacalıdır. Upite kçe porça t’alaxa diyu. (ÇM-Ğvant) Beyaz gömlek terden alacalandı. → ç’ereli; ç’erema


t’alaxi[1] (ÇM) s. Çok kirli. → t’anciyari


t’alaxi[2] (HP)(AK) i. I. (HP-P’eronit) Kurumuş çamur. Berepes, t’alaxis osteru k’ai u3’onunan. (HP-P’eronit) Çocuklar kuru çamur ile oynamayı severler. → xombula ç’oç’oxi; xombula let’a

II. (AK) Sulu çamur. Ofut’es istert’uşi bereşi pantolis t’alaxi nan3axu. (AK-Döngelli) Evin önündeki bahçede oynarken çocuğun pantolonuna çamur yapıştı. Doğanik duvaris t’alaxi astolaşi k’ai nan3axen. (AK-Döngelli) Doğan duvara çamur atınca (o çamur duvara) iyi yapışıyor. Duvaris na-vastoli t’alaxi kenaris ilan3axu. (AK-Döngelli) Duvara attığım çamur kenara yapıştı. Doğanik duvari t’alaxiten pa3’ups do ilon3axaps-gilon3axaps. (AK-Döngelli) Doğan duvarı çamur ile sıvıyor da yukarı doğru aşağı doğru yapıştırıyor. Modvalu-çkimis t’alaxi memisun. (AK-Döngelli) Ayakkabıma çamur sürülüdür. → ç’oç’oxi, ç’aç’axi, ç’anç’axi; t’ot’o3’i; t’ot’olo3i; t’olopi; çamuri


t’alaxoni (HP)(AK) s. I. (HP) Kuru çamurlu. II. (AK) Sulu çamurlu. T’ot’i-skani mu-şeni t’alaxoni ren ? (AK-Döngelli) Paçan neden çamurludur ? K’oçik t’alaxoni xe-muşi ğoberis ilusumers. (AK-Döngelli) Adam çamurlu ellerini çite sürüyor. ç’anç’axoni, ç’anç’axi; t’oloponi


t’alaxums/ t’alaxups (HP) EA har.f. Çamur ile kirletiyor. Bere istert’uşi gyantxu do ağne dolokunu dot’alaxu. (HP-P’eronit) Çocuk oynarken yere düşüp yeni elbiseyi çamur ile kirletti.


t’alebe i. Talebe. [< Arp.] Öğrenci. Muxtarik, t’alebepek seriz mektebişi darabaz na-nonç’arez sloganepe nojilu. (FN-Ç’anapet) Muhtar, öğrencilerin gece okulun ahşap ara bölmesine yazdıkları sloganları siliverdi.


t’ambu (ÇM) i. Yapıştırıcı. T’ambu komomiği. Çabla mevot’ambar. (ÇM-Ğvant) Yapıştırıcı getir. Çarığımı yapıştıracağım. → ç’abu; oç’abule, oç’abula; meç’abele


t’ambuğa (ÇM)(AH) i. [çoğ. t’ambuğape] Damga. T’ambuğa komomçi. Nç’ara-şk’imi cepçar. (ÇM-Ğvant) Mühürü ver. Yazıma basacağım. Pucişi ucis t’ambuğa nubun. (AH-Lome) İneğin kulağında damga var. Hukumetişi k’oçik ncalepe mesamadu şeni t’ambuğa geçu-doren. (AH-Lome) Devletin adamı (= orman memuru, ormancı) ağaçları belirlemek için damgalamış. → menç’areri, nişani[2], t’amuga; damga


t’ambuğali (ÇM) s. Damgalı. Huçumet’işa t’ambuğali nç’ara komomalu. (ÇM-Ğvant) Hükümetten mühürlü yazı geldi. Puji uji t’ambuğali on. (ÇM-Ğvant) İneğin kulağında damga var.


t’ambums/ t’ambuy (PZ ~ ÇM) EA har.f. Toprağı el veya ayakla tepip sıkıştırıyor. Xasanik avla-muşişi let’a t’ambums. (PZ-Cigetore) Hasan ev önündeki toprağı ezerek sıkıştırıyor. Ali mşk’vela dvorgasi t’afoni t’ambuy. (ÇM-Ğvant) Ali fidan dikince fidan ocağının toprağını sıkıştırıyor. Ali gzaşi let’ape t’ambuy. (ÇM-Ğvant) Ali yoldaki toprağı sıkıştırıyor.

part. t’amberi : Sıkıştırılmış. Ayşe t’amberi mt’alepe kankuy. (ÇM-Ğvant) Ayşe sıkıştırılmış otları ayrıştırıyor.


t’amuga (FN) i. [çoğ. t’amuğape] Damga. Puciş uciz t’amuga geçun. (FN-Sumla) İneğin kulağında damga var. → menç’areri, t’ambuğa, nişani[2]; damga


t’anci[1] (PZ) s. Kirli. Pasaklı. Xasani opşa t’anci on. (PZ-Cigetore) Hasan çok pasaklıdır. → lebyari; t’anciyari, t’anciyareri; lebcari, lebiyari; şaveri; pinti; leboni


t’anci[2] (ÇM) i. Kir. Ayşe dolokunaşepe meyonaxuy-moyonaxuy. T’anci var-gamvayonen. (ÇM-Ğvant) Ayşe çamaşırları yeniden yeniden yıkıyor. Kiri çıkaramıyor. → lebi


t’anciyari/ t’anciyareri (ÇM) s. Kirli. Pisliğe bulanmış. Toma t’anciyari ort’u do xolo-ti ditxinu. (ÇM-Ğvant) Yün kirliydi, amma yine de eğirilebildi. Ali porça var-ot’anciyaru şeni var-ik’atalay. P’anda t’anciyari porçate ikten. (ÇM-Ğvant) Ali gömleğini kirletmemek için dikkat etmiyor. Her zaman kirli gömlek ile dolaşıyor. Ali dulyaşa moxt’asi t’anciyari dolokunaşepe moi3’ay. (ÇM-Ğvant) Ali işten gelince kirli giysilerini çıkarıyor. Doğani ti içaminay. Ti t’anciyari uğun. (ÇM-Ğvant) Doğan başını kaşıyor. Başı kirlidir. Ayşe t’anciyari dolokunaşepe cejinaşe eyobğay. (ÇM-Ğvant) Ayşe kirli giysileri yatağın üstüne atıyor. Alişi k’at’a-ndğeri porça t’anciyari k’oda-celvobaşe celvobun. (ÇM-Ğvant) Ali’nin günlük kirli gömleği duvardaki askılıkta asılıdır. Ayşe p’anda t’anciyari dolokunaşepe ost’oli goyonaxuy. (ÇM-Ğvant) Ayşe her zaman kirli giysileri masanın üzerinde yıkıyor. Ali oxori muç’o amaxt’asen t’anciyareri dolokunaşepe nekna k’ap’ula ek’uğay. (ÇM-Ğvant) Ali eve girer girmez kirli giysileri kapının arkasına asıyor. → lebyari; t’anci[1]; t’alaxi[1]; lebcari, lebiyari; şaveri; pinti; leboni


t’angala (PZ ~ FN) i. [çoğ. t’angalape] I. (PZ-Cigetore) Kalın sesi çıkaran büyük çıngırak. [çıngırak] ç’inlaği, ç’indraği; oran3’k’inoni, on3’k’iyaloni

II. (ÇM)(FN) Küçük çan. Ali k’alati t’angala e3’ubay. (ÇM-Ğvant) Ali sepetin altına (küçük) çan asıyor. # E verane, Malivorişi daği/ Amupinu mp’ula. Opşu vanaği./ Oynt’alert’u, t’angala do ç’indraği./ Gomaşina. Ma huy va-mevuxondur. (ÇM-Ğvant, G.K.) Ey gidi, Malivor Dağı/ İçeriye sis serdi. Yayla evlerini sisle doldurdu./ Birbirine karışırdı, çan ile çıngırak./ Hatırlayayım. Ben şimdi dayanmıyorum. [büyük çan] çangi

III. (AŞ) 1. Çan. 2. Çıngırak.


T’angri (PZ ~ AŞ) i. Tanrı. # Avlaşi ogine m3xuli-fidani / Onciruşa va-momçamt’i meydani / T’angri-şk’imi dolumci do dotani / Ordo moxt’i ordo. Cek’uğurare. (AŞ, N.T.) Evin önündeki bahçenin önünde armut fidanı / Uykuma meydan vermiyrordun / Tanrım akşam et ve sabah et / Tez gel tez. Ardından öleceğim. → Tangri, Trangi; ğormot’i/ ğormoti


t’ani (FN ~ HP ÇX) i. İnsan vücudunun gövdesi. Mamut’ik, berepek a m3ika nena eşiğaniz, ti do t’ani guragadams. (FN-Ç’anapet) Çocuklar biraz ses çıkarınca, Mahmut çocukların kafalarına gövdelerine rasgele vuruyor. Yuni-falenaz doloxe mutu var-meşikunaşi t’aniz ixri3ken. (AH-Lome) Yün fanilanın içine bir şey giymeyince vücuda sürtünüyor. Omerik ti do t’ani goikosams. (AH-Lome) Ömer üstü başını siliyor. Bognişi ti do t’aniz gamabzurzi. (AH-Lome) Duyunca baştan ayağa sarsıldım (= çok şoke oldum). Si p’anda ti do t’ani ont’aleri (= opaşeri) re. (AH-Lome) mec. Sen her zaman karmakarışıksın. Oxorcaz xvala mutu var-abeceren. Nana-muşi ar ndğaz var-malaşi ti do t’ani apaşen. (AH-Lome) Kadın tek başına bir şey beceremiyor. Annesi bir gün gelemeyince başı-kıçı karışıyor. Dido domaç’k’indu. Ti do t’ani gomot’roxu. (AH-Lome) Çok yoruldum. Elim ayağım kırgın oldu. Oxorcaz k’rizi muxtaşi mtelli ti do t’ani goistikams. (AH-Lome) Kadının krizi geldiği zaman hepten üstünü başını yoluyor. Babak lumci şakiz dişka xerxumt’u. Avliz ti do t’ani goipatxams. (AH-Lome) Babam akşama kadar odun biçiyordu. Avluda üstünü başını silkeliyor. Helimişik zopont’u kiHa t’ani x3asen. Let’a-çkimişen-ti k’van3a ivasen.” (HP-P’eronit) Helimişi diyordu kiBu beden çürüyecek. Toprağımdan da  kap olacak.”


t’ank’ups (AK) EA har.f. Kapıya [aps.] vuruyor. Mitxanik nek’na t’ank’ups. (AK-Döngelli) Birisi kapıya vuruyor.


t’ant’ari (AŞ) s.-z. Çıplak. Bere t’ant’ari gulun. İni ayen. (AŞ-Ok’ordule) Çocuk çıplak geziyor. Soğuk oluyor. Hantepe t’ant’ari golva oncğore onu. (AŞ-Ortaalan) Buralarda çıplak gezmek ayıptır. → t’at’ari; got’at’areri; t’ent’eliI, t’et’eliI, t’emt’et’eli; ≠ [yalın] ç’unç’u; n3xup’u, 3xup’u; t’ent’eliII, t’et’eliII


t’aoni → t’aroni


t’ap’a[1] (PZ-Cigetore) i. Yayığı havalandırmak için kullanılan araç. Yayığın tıkacı. Onçaxuleşi t’ap’a dinçrak’u. var-gami3’en. (PZ-Cigetore) Yayığın tıkacı sıkışmış. Çıkmıyor.


t’ap’a[2] i. (ÇM) Karakovanın ön kapağı. P’ut’ujepe t’ap’a nonpiran. (ÇM-Ğvant) Arılar kovanın ön kapağında yığılı duruyorlar.


t’ap’a[3] (ÇM)(AŞ-Ortaalan) i. Yayığın üst ağız kapağı. Onçaxule t’ap’a nçaxumt’aşa mutvi. (ÇM-Ğvant) Yayığın ağız kapağını çalkalarken ört. T’ap’a me3’i do onçaxule dolvo3’edi. Yaği diyu-i ? (AŞ-Ortaalan) Tapayı sök de yayığın içine bak. Yağ oldu mu ?


t’arafi (PZ) i. Taraf. Kısım. Xasanis oxorişi ar t’arafi-muşi elva3’en. (PZ-Cigetore) Hasan’ın evinin bir tarafı kopuyor. Xasanis oxorişi ar t’arafi-muşi elvaxven. (PZ-Cigetore) Hasan’ın evinin bir tarafı sökülüyor. → semti


t’araği (FN) i. Kendir veya yün taramak için kullanılan tarak. T’araği yapaği ontalu şeni ixmarinen. (FN-Ç’anapet) Tarak yapağı taramak için kullanılır. → o3xot’ale


t’arağums (AH) EA har.f. Yay ve tokmakla pamuk [aps.] ditiyor. Pamuk [aps.] atıyor. Hallaçlık yapıyor.

f.-i. ot’arağu : Yay ve tokmakla pamuk ditme. Pamuk atma. Hallaçlık yapma. Tasiniz sum oncire ot’arağu şeni mepçi. (AH-Lome) Tahsin’e hallaçlık yapması için (= yünü kabartması için) üç yatak verdim.

+ ot’arağapams EDA ett.f. Birine [dat.] hallaçlık yaptırıyor. Oncire Tasiniz bot’arağapi. (AH-Lome) Yatağı Tahsin’e hallaçlık yaptırdım.


t’aroni[1] (ÇM) i. ve s. I. i. Sarı sıcak. Bunaltıcı sıcaklık. T’aroni-orape 3’ari na-var-cexen msvalepeşi mt’alepe cexombun. (ÇM-Ğvant) Aşırı sıcaklarda su verilmeyen otlar sıcaktan yanıyor. T’aroni ort’aşa pavrepe cepurjun. (ÇM-Ğvant) Çok sıcaklarda yapraklar solgunlaşıyor. # Andğa nçxvapa t’aroni / Dulya va-vikum dulya / Ceturgeri elaxer / Mu dogaç’in golva. (ÇM, Anonim) Bugün sıcak sımsıcak / İş yapmıyoun iş / Gölgede oturmuşsun / Gezmek senin neyine ?

II. s. Harıl harıl yanan (ateş). P’et’mezi ocibu şeni t’aroni daçxuri ogzar. (ÇM-Ğvant) Pekmez pişirmek için harıl harıl yanan ateş yak.


t’aroni[2], t’aoni i. (FN-K’ont’iva, Mo3xora ~ ÇX)(AK) i. Hava. I. Meteorolojik etkenler. T’aoni mureci t’aşi nçxomi on3’aponite k’ayi iç’open. (AH-Lome) Hava kapalı olunca balık oltayla güzel tutulur. On3xonez na-gyomç’imu dişkape kogupinana, t’aoni mot’ubaşi muşebura geskurun. (AH-Lome) Tavanarasına yağmur damlayıp ıslanan odunları yayarsan, havalar ısınınca durduğu yerde kendi kendine kurur. Mç’imaş t’aoniz gulut’aşi dolokunuz ç’anç’axi nisven. (AH-Lome) Yağmurlu havada gezerken elbiseye çamur sürülüyor. Gale t’aoni dido ini ren. Dadik berepe oxoriz dokaçams. (AH-Lome) Dışarıda hava çok soğuk. Teyze çocukları evde tutuyor. T’aonik mzuğaşe k’ele xolo ok’otumers. Mç’ima moxtasen. (AH-Lome) Hava deniz tarafında yine kapatıyor. Yağmur gelecek. Rizak ham t’u3a t’aoniz daz*epunaz nun3’ams. Ala daçxuri var-akaçasen. (AH-Lome) Rıza bu sıcak havada dikenliği tutuşturuyor. Ama ateşi zapt edemeyecek. Berepek k’ai t’aroniz gale gamaxtanşi iri cgiyaluman. (AH-Borğola) Çocuklar güzel havada dışarı çıkınca hep koşuyorlar. Berepez mç’imoni t’aroniz gale var gamalenanşi oxoriz nikaçenan. (AH-Borğola) Çocuklar yağmurlu havada dışarıya çıkamadıkları için evde sıkılırlar. T’aoni k’ai yen. (HP-P’eronit) Hava güzeldir. T’aoni muoci ren. (HP-P’eronit) Hava kapalıdır. T’aroni kok’oxu. (FN ~ ÇX) Hava bozdu. 3’ineyi t’aonepe k’ayi yen. (ÇX-Makret) Bu seneki havalar iyidir. Mç’ima var-mç’imaşa t’aroni xodilikaçen. (AK-Döngelli) Yağmur yağmadan hava kararıyor (= bulutluyor). Andğa mjuroni t’aroni ren. (AK-Döngelli) Bugün güneşli hava var. Andğa t’aroni rumeli ren. (AK-Döngelli) Bugün hava bulutlu-kapalıdır. Andğa t’aroni ordo m3’k’upun. (AK-Döngelli) Bugün hava erken kararıyor. → xavaI; oraIII

II. Solunabilir hava. T’aoni va-ren. (HP-P’eronit) Hava yok. → xavaII

[dey. T’aoni va-miğun. (HP-P’eronit) Havamda değilim. Canım sıkkın.]


t’asi[1] (PZ)(AH) i. Tas. Sahan. Tabak. Morderi t’asis mja kok’ovinçxumt do ok’ovimxot. (PZ-Cigetore) Büyük sahana ayranın içine ekmek doğrayıp da hep beraber yiyoruz. Mja ok’onçxveri t’asişi doloxe doloşk’omams. (PZ-Cigetore) İçine ekmek doğranmış ayranı tasın içinde yiyor. Xasanik t’asis 3’ari ceşums. (PZ-Cigetore) Hasan tabaktaki suyun tamamını içiyor. Ar t’asite k’apça kep’ç’opi. Xorz*a-şk’imik n3xot’ums. (PZ-Cigetore) Bir sahan hamsi aldım. Karım ayıklıyor. Cumadik k’arfi gamaçamt’aşi ham t’asiz ge3’onums do meçams. (AH-Lome) Amca çiviyi satarken bu tasın içinde tartıyor da veriyor.[sahan] sağani, saxani; [tabak] t’abaği, tabaği


t’asi[2] (AŞ) i. Fide. Ma na-doborgi luu t’asi zade msk’va sk’udun. (AŞ-Ok’ordule) Benim diktiğim lahana fideleri çok güzel yaşıyor. → mşk’vela; leğidi; fidani; nergi


t’ast’i (ÇM) i. Yaklaşık 90 cm uzunluğu, 50 cm genişliği, 30 cm derinliği, dip tarafı dar ve üst tarafı geniş olup ortası delikli ve uzun bir tıpa ile kapatılabilen, sütteki kaymağı dinlendirerek ayırmaya yarayan araç. Kaymak teknesi. Ncavla t’ast’i p’ri cen3’oray meyaperi şeni elubay. (ÇM-Ğvant) Sütü t’ast’iye süzmeden yoğurt için ayırıyor. T’ast’işa mca niyoren. (ÇM-Ğvant) Tekneden süt dökülüyor.


t’at’a (FN) i. [çocuk dilinde] İskemle. Aşek bere t’at’az gyoxunams. (FN-Sumla) Ayşe çocuğu iskemleye oturtuyor. → orz*o/ oz*z*o


t’at’ari (PZ ~ ÇM) s. Çıplak. Çırılçıplak. Ali t’at’ari ikten. (ÇM-Ğvant) Ali çırılçıplak dolaşıyor. → got’at’areri; t’ant’ari, t’ent’eliI, t’et’eliI, t’emt’et’eli; ≠ [yalın] ç’unç’u; n3xup’u, 3xup’u; t’ent’eliII, t’et’eliII


t’at’eri (AK) s. Bulanmış. Bulaşık. K’ulanik t’at’eri angepe çxips. (AK-Döngelli) Kız bulaşmış kap kacakları yıkıyor.


t’at’i[1] (FN-Ç’anapet) i. Dal. Selimik Ntxiriz ğari mot-aet’az deyi jindole-muşi gunz*e ntxombuşi t’at’epe mouk’vatams. (FN-Ç’anapet) Selim, “Fındığa gölge olmasın diye üstündeki kızılağacın uzun dallarını kesiyor. → ara; ndali; t’ot’i[1]; x’a


t’at’i[2] (FN ~ AH) i. I. (İnsanlarda) el. (Hayvanlarda) pençe. K’at’uk t’at’i gemçu do xe gomipu3xolu. (AH-Lome) Kedi pençeyi bana vurdu da elimi tırmaladı. Coğorik t’at’i iloskams. (AH-Borğola) Köpek pencesini yalıyor. [AH-Borğola’da hem t’at’i hem tati denir.] [pençe] tatula; tati; ç’angi[1]

II. (Üzüm, bezelye vs bitkilerin) sürüngen sapı.


t’at’i[3] (HP) i. Elin iç kısmı veya ayak tabanı. Xeş t’at’i. (HP-P’eronit) Avuç. K’uçxeş t’at’i. (HP-P’eronit) Ayak tabanı. Memet’ik t’at’i iloskams. (HP-P’eronit) Mehmet avucunu(n tümünü) yalıyor. Memet’ik t’at’i niloskams. (HP-P’eronit) Mehmet avucunu(n bir kısmını) yalıyor. [avuç] xe-t’abu; xeş t’abu; [ayak tabanı] xamp’u; k’uçxe-t’abu; k’uçxeş t’abu


t’at’i-mç’veyi (FN) s. Cimri. Dido t’at’i-mç’veyi ren. Mutu var-gaminç’en. (FN-Sumla) Çok cimridir. (Kimseye) bir şey vermez. Xasani t’at’i-mç’veyi. Paras para eludumels. (FN-Sumla) Hasan çok cimridir. Paranın yanına para koyuyor (= hep tasarruf ediyor). 3’im3’imi; nak’isi; xinç’ç’i; xesisi; k’it’ip’irozi; dey. [çok cimridir] rak’anişi mskveris-ti nunç’vals; m3’k’iriz xardali gamimers


t’at’ups (AK) EA har.f. Pelte halinde olan bir şeyi [aps.] sıçratıyor, sıvazlıyor ya da bulaştırıyor. Berek, xodoloxederen do t’alaxi t’at’ups. (AK-Döngelli) Çocuk oturmuş da çamuru sıçratıyor (= bulaştırıyor). → t’a3ums; t’a3’uy; t’a3uy; not’a3ams; not’a3’ay; not’a3ay


t’auşani i. Tavşan. Mtugik doxvat’ums domtugik oipxorsya var-itkven. Tauşanik-ti doxvat’ums. (AH-Lome) Fare kemirir ve fare yerdenmez. Tavşan da kemirir. T’auşanik lu do maruliz kinarepe guxvat’ams do naşkumers. (AH-Lome) Tavşan lahana ve marulun kenarlarını kemirip bırakıyor.


t’ava i. Tava. Yusufişi jimok’as jur tane didi m3xul-topuyi gedgin. Ar teğişen ar t’ava p’et’mezi gyulun. (AH-Lome) Yusuf’ların evlerinin arkasında iki tane bal armudu var. Birinden bir tava pekmez iniyor. → t’ağani; tava


t’avli (ÇM ~ AH) i. I. (ÇM ~ AŞ) Basit tahta oturak. Tahta bank. Ayşe bere t’avli cexuneri cari çay. (ÇM-Ğvant) Ayşe çocuğu oturağa oturtup yemek yediriyor. Bere t’avli jindo noşk’erite conç’aray. (ÇM-Ğvant) Çocuk tahta oturağın üzerine kömür ile yazıyor. Yataği t’avli steri diyu. Nana-şk’imi him ntaluy. (AŞ-Ok’ordule) Yatak tahta gibi oldu. Annem onu dövüyor.

II. (FN-Ç’anapet) Tahta parçası. Cumadik naylaşi parpaz na-e3’uz*irt’u t’avli moşa3’k’ums. (FN-Ç’anapet) Amcam serender direği tekerleğinin aldında duran tahta parçasını söküp çıkarıyor. Pederik k’uzi oxenu şeni t’avliz gyoğamz. (FN-Ç’anapet) Babam tahta kaşık yapmak için kalın tahta parçasını derinliğine oyuyor.

III. (AH-Borğola) Tavla. [< İta.] Ma t’avli k’ai bister. (AH-Borğola) Ben tavla iyi oynarım. → t’uği; tavla, tavli


t’avli-kva (ÇM) i. Eskiden çeşmelerde ahşap yalak altına konan ortası hafif çukur düz bir taş. Yalakaltı taş. Omçvelinaşa 3’ari t’avli-kva goyaben. (ÇM-Ğvant) Ahşap yalaktan su t’avli-kva üstüne dökülüyor.


t’avli-n3’ari/ t’avli-n3’ai (AH) i. Bir tahta üzerine açılan çentikler ile at kuyruk kılından yapılan boğumlardan oluşan bir tuzak. Handğa t’avli-n3’aite sum k’inçi op’ç’opi. (AH-Borğola) Bugün kuş tuzağı ile üç kuş yakaladım.


t’axaçxa (PZ-Cigetore ~ ÇM) i. Salı günü. → erk’inaçxa, ik’inaçxa


t’axeri [t’axums/ t’axuy/ t’axups fiilinin partisipi] (ÇM ~ AŞ) s. Körüklü (şalvar, pantolon). 3’ik’va t’axeri. (ÇM-Ğvant) Körüklü şalvar-pantolon.


t’axums/ t’axuy/ t’axups EA har.f. Kırıyor. “Var-ipelenma do p’t’axat’t’işadixmarinenma do mebaşkvi. (FN-Ç’enneti) “Bir şeye kıllanılmazdiye kırıyordum kitekrar kullanılırdiye vazgeçtim. Cemaliş kyuski moiğit. Kvalepe p’t’axaten. (FN-Sumla) Cemal’lerin küsküsünü getirin. Taş kıracağız. Nusak lazut’i t’axums do ont’ulez ok’obğams. Lumcişa k’ele oxorişe zdasen. (AH-Lome) Gelin mısırı kırıp tarlada bir araya yığıyor. Akşama doğru eve taşıyacak. Mustafak na-t’axu laustişi p’ark’epe ncaşi tude kilobğaps. (AK-Döngelli) Mustafa kırdığı mısır koçanlarını ağacın altına yığıyor.

part. t’axeri : Kırarak. Kırmış. Kırılmış. Kırık. Nandidik nez*i serentiz molat’axumz do oxoyişe t’axeri moimers. (AH-Lome) Babaannem cevizi serenderde kırıp eve kırılmış olarak getiriyor. Ont’ule pxaçk’umt’itşi t’axeri katanas mopxvadit. (AH-Borğola) Tarlayı kazarken kırık küpe rastladık. Se(r)entis tude berepek istere(r)enan. T’axeyi t’abağis ç’anç’axoni k’izi do ç’at’ali naşkve(r)enan. (HP-P’eronit) Serender altında çocuklar oynamış. Kırık tabakta çamurlu kaşık ve çatal bırakmışlar.

f.-i. ot’axu (PZ ~ HP)(AK), ot’axu/ t’axua (ÇX) : Kırma. Kırmak. K’ak’ali ot’axu (= t’axua) var-domaguru. (ÇX-Çxalazeni, ONM) Ceviz kırmayı öğrenemedim.

yoks.part. ut’axu : Kırmadan. Kırmaksızın. Kva ut’axu komogağenna maxmaren. (ÇM-Ğvant) Taşı kırmadan getirebilirsen kullanabilirim. Makvali ut’axu o3xoneşa kyot’k’oçu. (FN-Ç’anapet) Yumurtayı kırmadan çatı katına attı.3’k’aişi meşrepe ut’axu komomiği. (FN-Sumla) Maşrapayı kırmadan getir.

+ ut’axums/ ut’axuy/ ut’axups[1] EDA har.f. 1. Birine ait bir şeyi kırıyor. 2. mec. Birinin [dat.] kalbini [aps.] kırıyor.

+ ut’axups[2] (ÇX) øDA har f. ♦ [dey. ti ut’axups (ÇX) : Birinin başı zonkluyor.] Ti mit’axups. (ÇX-Çxalazeni, TM) Başım zonkluyor.


T’axva (PZ-Cigetore) i. Ekim ayı. Ham 3’ana t’axva-tutaşi eçi-do-vit’o-ar ndğas yazi-saat’işi k’işi-saat’işa kogolaft’it. (PZ-Cigetore) Bu yıl Ekim 31’inde yaz saatinden kış saatine geçtik. → Guma


t’a3ums/ t’a3uy (PZ)(AŞ-Ortaalan ~ AH) EAL har.f. Pelte halinde olan bir şeyi [aps.] bir yere [lok.] sıçratıyor, sıvazlıyor ya da bulaştırıyor. Xasanik çamuri t’a3ums. (PZ-Cigetore) Hasan çamur ile oynuyor (= oraya buraya sürüyor). Ham usta vrossi boya var-axenen. İri yeri t’a3uy. (AŞ-Ortaalan) Bu usta iyi boya yapamıyor. Her yeri bulaştırıyor. NanakFiridapeşen mç’aci mod-amit’azdeyi axirişi nek’la lazmate t’a3ums. (FN-Ç’anapet) AnnemAralıklardan sinekler girmesindiye ahırın kapısını inek dışkısı ile sıvazlıyor. Berek hekol-hakole papa t’a3ums. (AH-Lome) Çocuk öteye beriye muhallebi sıçratıyor. → t’a3’uy; t’at’ups; + at’a3en; ++ not’a3ams; yot’a3ams; goit’a3ams vs

+ ut’a3ams (AH-Borğola) EDA har.f. Pelte halinde olan bir şeyi [aps.] birine veya bir şeye [dat.] sıçratıyor, sıvazlıyor ya da bulaştırıyor.


t’a3’a (ÇM) i. Tokat. T’a3’a mvoç’apxay. (ÇM-Ğvant) Tokat atıyor. Ali bere t’a3’a noç’apxay. (ÇM-Ğvant) Ali çocuğa tokat atıyor. Bere didi juma-muşi t’a3’a noç’apxapay. (ÇM-Ğvant) Çocuk kendisine büyük kardeşinin tokat atmasına izin veriyor.


t’a3’uy (ÇM) EAL har.f. Pelte halinde olan bir şeyi [aps.] bir yere [lok.] sıçratıyor, sıvazlıyor ya da bulaştırıyor. Bere t’ot’o3’i t’a3’uy. (ÇM-Ğvant) Çocuk çamur yapıştırıyor. → t’a3ums/ t’a3uy; t’at’ups; ++ not’a3’ay


t’ebi (ÇM ~ AŞ-Ok’ordule) i. I. İnsan ve hayvanın derisi. Nceni-t’ebite vrosi demet’ula iyen. (ÇM-Ğvant) Buzağı derisinde iyi yayık örtüsü olur. T’ebi omcorasi oxup’un. İğvarasi lubu iyen. (ÇM-Ğvant) Deri güneşleyince (güneşte kuruyunca) büzülüyor. Islanınca yumuşak oluyorAyşe t’ebi celunt’u3ay. (ÇM-Ğvant) Ayşe deriyi sıcak su ile yumuşatıyor. Ali t’ebi tomape ft’iluy. (ÇM-Ğvant) Ali derideki tüyleri yoluyor. T’ebi osk’uru şeni 3’alemona kocevoç’i. (ÇM-Ğvant) Derinin kuruması için odalar arasındaki hole çaktım. Tomalyari t’ebi. (AŞ-Ok’ordule) Tüylü deri (= post). Şabani na-nok’vatu xoci t’ebi go3’ay. (AŞ-Ok’ordule) Şaban kestiği öküzün derisini soyuyor. Selimi puci nok’vatay. A piçoraşa t’ebi gammoşoray. (AŞ-Ok’ordule) Selim ineği kesiyor. Kısa bir zamanda derisini soyuyor. → nt’ebi, t’k’ebi, nt’k’ebi; [tüylü deri; post] post’i

II. (ÇM) Ağaç kabuğu. Bu3xate mcaşi t’ebepe gvoç’irday. (ÇM-Ğvant) Tırnakları ile ağacın kabuklarını yırtıyor. → t’k’ebiII; [kestane, çam, köknar ve ladin ağacının kabuğu] k’abuği; çerçi, kerki; [kestane ve kiraz ağacının kabuğu] msurtu

III. (AŞ-Ok’ordule) (Soğanın) zarı. K’romişi t’ebi korba mi3’unay. (AŞ-Ok’ordule) Soğanın zarı karnımı ağrıtıyor. → zari[2]


t’ebi-korba (ÇM) i. Davul. Xeveği ixoronamt’anşa p’ilili do t’ebi-korba oç’andinaman. (ÇM-Ğvant) Xevekte horon oynar iken zurna ile davul çalıyorlar. → davuli


t’eft’eri (PZ ~ AŞ-Ok’ordule) i. [< Yun.] Defter. Coşk’unik t’eft’eri svarums. (PZ-Cigetore) Coşkun defter sayfalarını çeviriyor. Alişi berek t’eft’eri ğanç’k’ums. (PZ-Cigetore) Ali’nin çocuğu defteri karalıyor (= çiziyor). Xasanik t’eft’eri var-z’iru do pi3aris conç’arams. (PZ-Cigetore) Hasan defter bulamadı da tahtanın üstüne yazıyor. Alişi berek t’eft’eris mumgvarlaği ğarums. (PZ-Cigetore) Ali’nin çocuğu deftere yuvarlak çiziyor. Bere mç’arum deyi t’eft’eri celvoğaray. (ÇM-Ğvant) Çocuk deftereyazı yazıyorumdiye rasgele çiziyor. Bere t’eft’eri dovuyindram. Haman doğanç’k’uy. (AŞ-Ok’ordule) Çocuğa defter alıyorum. Hemen karalayıp bozuyor (= deftere anlamsız sert çizgiler çiziyor, karalıyor, boyuyor, kirletiyor vs). Bere t’eft’eri ok’utuy. Ar daha va-gon3’uy. (AŞ-Ok’ordule) Çocuk defteri kapatıyor. Bir daha açmıyor. → defteri; onç’aroni supara


t’ek’ik’e (PZ) i. Dakika. [< Arp.] Xalamidas çusk’i var-on. Si oxmaram-i ? Ho. Vit t’ek’ik’e iyondri. Mekçare. (PZ-Cigetore) Çekmecede küskü yok. Sen mi kullanıyorsun ? - Evet. On dakika bekle. Sana vereceğim. → dek’ik’e


t’ela i. Tela. [< İta.] Ceketişi mxuciz na-gez*in t’ela m3ika t’eni ren. Lumcişa mjoras gyok’idana ancaxi goşaskurun. (AH-Lome) Ceketin omuz arasındaki tela biraz nemlidir. Akşama kadar güneşe asarsan ancak kurur.


t’ellak’i i. Tellak. [< Arp.] Osmanik xamamiş t’ellak’i steri k’oçi k’riçoms. (AH-Lome) Osman tellak gibi adam keseliyor.


t’emt’et’eli (AH ~ ÇX) s. 1. Çırılçıplak. 2. mec. Hiçbir şeysiz. İri şeyi go3’omiğez. T’emt’et’eli kamapskidit. (AH-Lome) Her şeyimizi aldılar. Hiçbir şeysiz ortada kaldık. → t’at’ari; got’at’areri; t’ant’ari, t’ent’eliI, t’et’eliI; ≠ [yalın] ç’unç’u; n3xup’u, 3xup’u; t’ent’eliII, t’et’eliII


t’eni (AH) s. Nemli. Tam kurumamış. Porça k’ayi var-xomu-doren. M3ika t’eni ren. (AH-Lome) Gömlek iyi kurumamış. Biraz nemlidir. Ceketişi mxuciz na-gez*in t’ela m3ika t’eni ren. Lumcişa mjoras gyok’idana ancaxi goşaskurun. (AH-Lome) Ceketin omuz arasındaki tela biraz nemlidir. Akşama kadar güneşe asarsan ancak kurur. Ham dolokunu var-xomu-doren. Ar m3ika t’eni steri ren. (AH-Borğola) Bu gömlek kurumamış. Biraz nemli gibidir. → nt’eni; t’laza


t’ent’eli (FN) s. I. Çıplak. T’u3a orapez t’ent’eli bincir. (FN-Ç’anapet) Sıcak havalarda çıplak yatıyorum. → t’at’ari; got’at’areri; t’ant’ari, t’et’eliI, t’emt’et’eli

II. Yalın. ç’unç’u; n3xup’u, 3xup’u; t’et’eliII


t’epsi i. Tepsi. Ali nadgen do ar t’epsi baklava a piçvaz imxoz. (FN-Ç’anapet) Ali ölçüsüzce bir tepsi baklavayı bir anda yiyor. Gem3xineri irik ar t’epsiz ok’obipxort’itşi mik dido ipxort’u va-oxi3’onert’u. (AH-Lome) Gem3xineriyi hepimiz bir tepside yerken kimin çok yediği anlaşılamıyordu. Babak kovali va-koraşa t’epsiz ar k’ele eluç’k’omams do nana oşumams. (AH-Lome) Babam ekmeği soğumadan tepsideyken kenarından yiyor ve annemi kızdırıyor. Ar t’epsiz nak’o dagi bak’lava gamulun ? (AH-Lome) Bir tepsiden kaç dilim baklava çıkar ? Babaz mç’k’udişi elat’axu-adeti var-uğun. T’epsiz gepuşonums do naşkumers. (AH-Lome) Babamın ekmek kırmak diye bir adeti yok. Tepsinin içinde ufalayıp bırakıyor. Mç’k’udi mugvala t’epsite furuniz meşadgi. (AH-Lome) Ekmeği yuvarlak tepside fırına koy. T’epsis na-gyobğun princi dido mok’un3’uleri ren. M3ika koduk’li. (AH-Lome) Tepsideki pirinç tepesine kadar doludur. Biraz eksilt.


t’ertli s. Dertli. # Ç’emu-şk’imi cur 3’ana oren P’ursa / Var it’ur çi oxori var on nusa / T’ertli doviçodi ham yalan dunya. // Otxo daha koren va-mazin toli / Mak’omandi ... (ÇM-M’ek’alesk’irit, H.D.) Benim Mustafa iki senedir Bursada [çalışıyor] / Evin de yok gelin de yok / Dertli bittim bu yalan dünyada. // [Birinci kıtayı söyledikten sonra] daha dört senedir [benim Mustafa] gözüme görünmüyor / Seni özledim ..... → derdiyayi


t’et’eli (AH ~ ÇX) s. I. Çıplak. Mçxvapa t’aronepez gverdi t’et’eli incirnan. (AH-Borğola) Sıcak havalarda yarı çıplak yatarlar. Berepe zuğaz dido t’et’eli goxtanşi mjoraten iç’venan. (AH-Borğola) Çocuklar denizde çok çıplak gezdiklerinde güneşten yanarlar. → t’at’ari; got’at’areri; t’ant’ari, t’ent’eliI, t’emt’et’eli

II. Yalın. İniz k’uçxe t’et’eli var-goilen. (AH-Lome) Soğukta çıplak (= yalın) ayakla gezilmez. ç’unç’u; n3xup’u, 3xup’u; t’ent’eliII

[dey. ti t’et’eli (AH) : Baş açık.] Nuranik oxoriz gamit’aşi şarba dolik’orams. Oxorişen m3ika dimendranaşi şarba kodoli3’k’ams do ti t’et’eli gulun. (AH-Lome) Nuran evden çıkarken eşarp bağlıyor. Evden biraz uzaklaşınca eşarbı çıkarıp baş açık gezer.


t’evaffi (AŞ-Ortaalan) s. Tuhaf. Xasani mdğura na-t’k’upe a m3’ika t’evaffi momalu. (AŞ-Ortaalan) Hasan’ın demin söyledikleri bana biraz tuhaf geldi. Himuşi na-t’k’upe iri ora dido t’evaffi momalen. (AŞ-Ortaalan) Onun söyledikleri bana her zaman tuhaf gelir. → t’uafi; sefali[2]


t’eyare (PZ)(FN) i. Tayyare. [< Arp.] Uçak. N3aşi jindo t’eyare cijulinert’uşa berepes aşk’uyinet’es. (PZ-Apso) Gökyüzünde uçak uçarken (= uçurulup bırakılırken) çocuklar korkuyorlardı. Xasanik t’eyare oputxinams. (PZ-Cigetore) Hasan uçak kullanıyor (= uçuruyor). Alişi biç’i pilot’i diyu do t’eyare goputxinamz. (FN-Ç’anapet) Ali’nin oğlu pilot oldu ve uçak kullanıyor (= uçuruyor). Ap’azaşi Şukri ğoma ncaşe melu do t’eyarete Mp’olişa mendiyonez. (FN-Ç’anapet) Abhaz Şükrü dün ağaçtan düştü ve ucakla İstanbul’a götürdüler. T’eyare golulun. Emtumani o3’k’edi. (FN-Sumla) Uçak geçiyor. Gökyüzüne bak. → t’iyare/ t’iyyare; uçaği


-t’i → -ti


t’iba (HP-Ortahopa ~ ÇX)(AK) i. [çoğ. t’ibape] I. Su birikintisi. Gölet. Gölcük. X’ona-çkinis ar ç’it’a t’iba ren. (AK-Döngelli) Tarlamızda küçük bir gölcük var. Ercanik t’ibas çxomi ç’opups. (ÇX-Çxalazeni, TM) Ercan gölette balık tutuyor.

II. Dere ve ırmak gibi akar suların durgunlaşıp derin bir hale geldiği nokta. Aya ğalis didi t’ibape uğun. (AK-Döngelli) Bu derede büyük t’ibalar var. 3’aleni ğali şiyaleri gilulun. Ama Memetişi x’ona k’ele t’iba ikten do ç’it’a ç’it’a gyulun. (AK-Döngelli) Aşağıdaki dere şırıltılı akıyor. Ama Mehmet’in tarlasının tarafında t’iba biçiminde dönerek yavaş yavaş akıyor. Doğanik ğalişa kvape yopşaps do t’iba ix’vas ya do içalişeps. (AK-Döngelli) Doğan dereye taşları dolduruyor da gölleşsin (= t’iba olsun) diye çalışıyor. → ncoli; t’obaII


t’ibu (ÇX) s. Sıcak. Demiri t’ibu ren. Xe mo-nonç’ap. (ÇX-Çxalazeni, TM) Demir çok sıcak. Elini yanaştırma. t’u3’a, t’usa, t’u3a


t’ibun (HP ~ ÇX) Aø har.f. Su, hava, ev içi vs [aps.] ısınıyor. 3’k’ai dot’ibu. (HP-P’eronit) Su ısındı. Daçxeri (n)igzen do m3ika şkule oxori t’ibasi(n)on. (*)(AK-Döngelli) Ateş yanıyor ve birazdan ev ısınacak. Daçxeri (n)adven do m3ika şkule oxori t’ibasi(n)on. (*)(AK-Döngelli) Ateş tutuşuyor ve birazdan ev ısınacak. [AK’da bu fiilin gelecek zaman 3.tek.ö. biçimi hem t’ibasinon hem t’ibasion şekillerinde söylenir.] → it’u3’anen, it’t’usanen; moit’u3anams; t’ubun, mot’ubun; t’ibun, it’iben; + ot’ibinams/ ot’ibinaps


t’ikşari (FN ~ AH HP ÇX) i. Bahçe kapısı. Çit kapısı. İxi elabarayiz t’ikşari ğoberiz maç’apxen. (FN-Sumla) Rüzgâr esince bahçe kapısı çitlere çarpıyor. CemalikPuci ont’uleşen getasuleşe mot-amulut’asya do t’ikşariten gyuğobams. (AH-Borğola) Cemal, “İnek bahçeden sebzeliğe girmesindiye çit kapısıyla kapatıyor. → p’ot’ra; [evlerin veya bahçenin çit kapısı] pot’ra, t’ubi-pot’ra


t’ik’ams (PZ) Aø har.f. Damlıyor. Mç’ima t’ik’ams. Ek’vambinen do imorden. (PZ-Cigetore) Yağmur damlaları ekleniyor da büyüyor. Otva gamat’axeri on. Odas 3’ari t’ik’ams. (PZ-Cigetore) Çatı delinmiş. Odaya su damlıyor.comç’ims/ comç’iy, gyomç’ims; mç’vetun; it’ap’en; i3’ap’en, 3’ap’ums/ 3’ap’un


t’ik’ani (PZ ~ FN-Ç’anapet)(AH)(HP ~ ÇX) i. Koyun ve keçinin yavrusu. Kuzu. T’ik’ani Mustafas ek’uren. (PZ-Apso) Kuzu [veya keçi yavrusu] Mustafa’nın arkasındadır. Na-boskedinam t’ik’aniz bilon3a dido k’ai u3’ons. (AH-Borğola) Bilon3a otu, beslediğim keçi yavrusunun çok hoşuna gidiyor. # K’irk’ola mskvaila muç’o t’ik’ani / Si domç’vi do domxali, gyuli-çkimi. (AH, anonim) Sanki kuzu gibi kıvırçık saçlı küçük güzel kız / Sen beni yaktın kavurdun sevgilim. → p’it’i, p’it’ile; k’uzili


t’ik’anina (PZ ~ AŞ) i. Küçük kuzu. Kuzucuk. T’ik’anina itopay. Ek’ask’udun. (ÇM-Ğvant) Kuzucuk topallıyor. Geride kalıyor. Ali a piçoraşi t’ik’anina nok’vatay. T’ebi gamvoşoray. (ÇM-Ğvant) Ali çabucak kuzuyu kesiyor. Derisini soyuyor. Alişi şuroni-t’ik’anina ç’umandele-şuk’ule p’et’elay. (ÇM-Ğvant) Ali’nin keçi yavrusu sabahtan beri meliyor.


t’ik’ina i. [çoğ. t’ik’inape] Küçük sepet. Emines t’ik’ina elobun. (PZ-Cigetore) Emine’nin sepeti yandan takılıdır. M3xulepe t’ik’ina kodolobdvi. (AŞ-Dutxe) Armutları sepete koydum. Nanak berepez t’ik’inaten ntxiri mok’idamz do oxorişa ozdapamz. (FN-Ç’anapet) Annem çocuklara küçük sepetle fındığı sırltarına verip eve tasıtırıyor. Kat’uşi motalepe t’ik’inas doloxedun. (AH-Lome) Kedi yavruları sepetin içine oturuyor. K’at’uşi motalepeşi ari na-t’u t’ik’inas doloxen. (AH-Lome) Kedi yavrularından biri sepetin içindedir. T’ik’inaz tude na-didgasen steri jur k’uçxe aven. Jindole kara guz*in. (AH-Lome) Sepetin yere konabilecek gibi iki ayağı olur. Üst kısmında etraflıca saran çember vardır. K’oçepek berez t’ik’inaz na-dolobudvi oç’k’omalepe iri doluç’k’omez. (AH-Lome) Adamlar çocuğun sepetine koyduğum yiyeceklerin hepsini yediler. Mja t’ik’inaz mot-dolodumer. K’ap’ulaz ek’ak’ideri ulut’aşi inçaxen. Xez dikaçi. (AH-Lome) Sütü sepetin içine koyma. Sırtında giderken çalkalanıyor. Elinde tut. Avliz na-t’u t’ik’ina do bergi kezdez-doren. Mintxak ezdu, k’aybana avaz, k’aybana doskidaz. (AH-Lome) bed. Avluda duran sepet ve kazmayı almışlar. Kim aldıysa lânetli olsun, lânetli kalsın. Guda var, t’ik’ina var, mot moxti mu-şeni ? (AH-Lome) Tulum yok, sepet yok, niye niçin geldin ? (= Elin boş geldin. Ne işe yarayacaksın ?) Urz*eni t’ik’inaz dolijlip’u-doren. Na-3’rodasen lova berez dolokunuz gaben. (AH-Lome) Üzüm sepetin içinde ezilmiş. Süzülen suyu çocuğun elbisesine dökülüyor. Dadi t’ik’ina ek’ak’ideri gzas golit’aşi Xasanik jindolen t’şk’inas m3xuli gyut’k’oçams. (AH-Lome) Teyze sepet arkasında taşıyarak yoldan geçerken Hasan yukarıdan teyzenin sepetine armut atıyor. Memeti, t’ik’inaz na-dolobğun urz*eni k’ai jlip’i. Hemuşi 3’k’ariten kyume p’aten. (AH-Borğola) Mehmet, küçük sepetteki üzümü iyice ez. Onun suyundan kyume yapacağız. Ntxirişi bigaz mt’k’e3i elo3’k’aman do t’ik’ina şuman. (AH-Borğola) Fındık çubuğundan lif ayırıp sepet işliyorlar. T’ik’inaz çayi var-int’raşi Doğanik xete çayi t’ik’inaz dolobaz*gams do ont’rinams. (AH-Borğola) Sepete çay sığmayınca (= dolduğundan) Doğan elle çayı sepete bastırıyor da sığdırıyor. [büyük sepet] k’alati


t’ik’işi (AŞ) i. Dikiş. T’ikişi ç’uy. (AŞ-Ok’ordule) Dikiş dikiyor. [AŞ diyalektlerinde “dikiş dikiyor” ile “ateş yakıyor” anlamlarına gelen fiiller eşbiçimli olduğundan dolayı Türkçeden “dikiş” kelimesi alınmıştır.] → oç’vale


t’ik’şari (AH-Borğola) i. Çeper kapısı. T’ik’şariz t’ak’o kogoludvi. Gon3’k’eri mot-dut’alam. (AH-Borğola) Çeper kapısına takozu koy (= çeper kapısını takoz ile kapat). Açık bırakma. Memet’ik na-eliç’up’ranu t’ik’şari k’arfiten ok’ap’et’anams. (AH-Borğola) Mehmet yamulan ahşap bahçe kapısını çivi ile [çakıp] sağlamlaştırıyor. → t’ikşari; p’ot’ra


t’iliğoni (PZ) i. Kumru. [< Far.] Xasanik t’iliğoni goputxinams. (PZ-Cigetore) Hasan kumruyu etrafta uçuruyor.


t’irups (AK) EA har.f. Biri [erg.] bir şeyi [aps.] taşıyor. Fadimek teneketen 3’k’ari t’irups. Ama int’valeps. (AK-Döngelli) Fadime teneke ile su taşıyor. Ama [suyu] çalkalıyor (= sallıyor, dalgalandırıyor). Xut batmani 3’k’ari p’t’iri do xolo var-domibağu. (AK-Döngelli) Beş testi su taşıdım da yine de bana yetmedi. torums[1]/ toruy; zdums, zdims/ zdips[1]

yet. at’iren : Taşıyabiliyor. K’ançxaten 3’k’ari var-mat’iren do maben. (AK-Döngelli) Ağaç leğen ile suyu taşıyamıyorum da (suyum) dökülüyor.


t’işi (ÇM) i. Baht. Talih. E, t’işi-sk’ani ! (ÇM-Ğvant) Vay, bahtına ! Miti na-var-ek’uren k’oçi t’işi cuvelay. (ÇM-Ğvant) Arkasında kimse olmayan (= destekçisi olmayan) kişinin bahtı çöker. # Andğa ç’andra on Alişi/ Helessa yalessa/ Mondo cuvelasen t’işi/ Helessa yalessa/ Noğamisa oren mişi/ Helessa yalessa hessa hey. (ÇM-Ğvant, anonim) Bügün Ali’nin düğünü/ Helessa yalessa/ Belki bahtı çökecek/ Helessa yalessa/ Gelin acaba kimlerden/ Helessa yalessa hessa hey. → bedi[2]


t’işinay[1] (ÇM ~ AŞ) EAL har.f. Vücudun bir yerindeki [lok.] şişkinlik, çıban, saçtaki toz veya bit vs [aps.] saptıyor ya da ayıklıyor. → it’işinams/ it’işinay[1]; it’işons, it’işonams/ it’işonaps, it’işonups/ it’işinups

+ ut’işinay EDAL har.f. Birinin [dat.] vücudunun bir yerindeki [lok.] şişkinlik, çıban, saçtaki toz veya bit vs [aps.] saptıyor ya da ayıklıyor veya temizleyip masaj ediyor. Ayşe berepe ti ut’işinay. (ÇM-Ğvant) Ayşe çocukların başlarını inceliyor (= toz vs ayıklıyor). # Ma huy xolo mutxa kogomaşinu / Emaşik’en yari kelemişinu / Ti kok’o3’ovudvi domit’işinu / Amseri ezmoje sevdali-şk’imi. (ÇM-Ğvant, K’.Z.) Yine şimdi bir şey anımsadım / Hıçkırıyorum sevgilim beni andı / Başımı ona koydum (o beni) kaşıdı / Bu gece rüyamda sevgilim.


t’işinay[2] (ÇM ~ AŞ) Eø har.f. Düşünceli düşünceli başını kaşıyor. Hesaplıyor. Hesap ediyor kitap ediyor. A muti p’ri, ar vrosi t’işinar. (ÇM-Ğvant) Bir şey yapmadan önce iyice hesaplayacaksın. A mutu p’ri, ar vrossi t’işinare. (AŞ-Ok’ordule) Bir şey yapmadan önce iyice hesaplayacaksın. → it’işinay[2]; eduy-ceduy, en3’uy-cen3’uy, e3’onuy-ce3’onuy


t’işineri (AH) s. [< it’işinams[2] fiilinin partisipi] Ayıklayıcı. Saptayıcı. Bilgili. Heya dido t’işineri k’oçi ren. Na-var-uçkin mutu var-ren. (AH-Borğola) O çok saptayıcı (= bilgili, ayıklayıcı) insandır. Bilmediği şey yok.


t’işuça (PZ) s. Zavallı. T’işuça Xasaniz, “Tutuni mevaşk’varedeyi hik’u nobazgu ç’i, şuri keyalu do xolo-ti var-nat’omalu. (PZ-Cigetore) Zavallı Hasan Sigarayı bırakacağımdiye o kadar direndi ki canı çıktı de yine de bırakamadı. → eçxome; eçama; k’rima[1]


t’it’veri/ t’it’viri/ t’it’iviyi (ÇX) i. Dudak. T’it’viyi domaz*i3xiyu. (ÇX-Makret) Dudağım kanadı. → leşk’i; çabri, çarbiI; laşi


t’iyare/ t’iyaye/ t’iyyare (AH-Lome) i. Tayyare. [< Arp.] Uçak. P’ap’uliz jin ti gakten. T’iyayez p’ot’e va-gexedun. (AH-Lome) Dedemin yüksekten başı döner.Uçağa asla binmez. T’iyyare pilot’epek ixmars. (AH-Lome) Uçağı pilotlar kullanır. Muradi pilot’i ren. T’iyyare ixmars. (AH-Lome) Murat pilottur. Uçak kullanıyor. → t’eyare; uçaği


t’iyat’ora (FN) i. Tiyatro. [< İta. < Lat. < Yun.] Alik t’iyat’ora ibirt’aşa pimbili niçanamz. (FN-Ç’anapet) Ali tiyatro oynarken sakal takıyor. → tiyatro


t’k’ebi (FN ~ AH)(AK)(ÇX) i. I. (FN ~ AH)(AK)(ÇX) Deri. 1. İnsan derisi. Ayxanik k’iti nik’vatu do t’k’ebiz nubun. (FN-Sumla) Ayhan parmağını kesti. Sadece deri tutuyor gibi. 3’i3’ilaş t’k’ebi. (FN-Sumla) Yılan derisi. Nanak k’itiz na-goxedasen daz*i eşimet’aşi lemşiz uci nuç’umz do heşşo t’k’ebiz ni3onams. (AH-Lome) Annem parmağına batan dikeni çıkarırken iğnenin ucunu yakıp derisine öyle sokuyor. Nuranik berez xura ubont’aşi t’k’ebi gostikams. (AH-Lome) Nuran çocuğunu yıkarken derisini yoluyor. 2. Hayvan derisi. Post. K’oyiniş t’k’ebi. (FN-Sumla) Koyun derisi. Koyun posti. Hayvan derisi. Post. Muammedik puci nok’vatu do ha3’i t’k’ebi go3’k’ams. (AH-Lome) Muhammet ineği kesti. Şu an derisini yüzüyor. Musak k’oyini nok’vataşi jin amok’idams do t’k’ebi gamoşorams. (AH-Lome) Musa koyun kestiği zaman yukarı asıyor ve aşağıdan derisini soyuyor. Puciz na-dolobun tok’i aliz kodolat’k’u-doren. Ti hekol hakole ovalaşi axri3ken do t’k’ebi doluç’k’omams. (AH-Lome) İneğe takılan ip boynunu sıkıvermiş. Başını öteye beriye sallayınca sürtünüp deriyi yiyor. Puci nik’vataşi ipti t’k’ebi go3’k’aman. (AH-Borğola) İnek kesildiğinde önce derisini yüzerler. Doğanik davulişi gamaxveri t’k’ebi-muşi gexaru do ağani gyoçanu. (AH-Borğola) Doğan davulun delinmiş derisini yırttı da yenisini taktı. Xasanik pucis t’k’ebi go3’k’ips. (AK-Döngelli) Hasan ineğin derisini yüzüyor. → t’ebiI, nt’ebi, nt’k’ebi; [tüylü deri; post] post’i

[dey. t’k’ebi golams] a. (FN) Birinin [dat.] derisi [aps.] soyuluyor. Mjoraşi tudele oçalişute t’k’ebi gomolu. (FN-Ç’anapet) Güneşin altında çalışmaktan derim soyuldu.

b. (AH) (1) Birinin [dat.] derisi [aps.] soyuluyor. (2) Biri [dat.] çok uğraştığından dolayı yoruluyor. Hek’o dulya p’i ki t’k’ebi gomolu. (AH-Lome) O kadar çok çalıştım ki derim soyuldu (= çok yoruldum).

II. (AH)(AK)(ÇX) Ağaç ve ağaççıkların kabuğu. Babak na-k’vatasen ç’uburiz t’k’ebi va-goxomaşa nanak msurtu şeni goşorums. Ok’açxe he msurtupeşi 3an3a şeni babak k’ayepe goşimez do 3’k’ariz gelumt’vinams. (AH-Lome) Babamın kestiği kestaneler henüz kurumadan annem bağ ipi yapmak için kabuğunu hemen soyuyor. Sonra o kabuklardan çanta yapmak için babam iyilerini seçip suya koyuyor. Msicişen orz*o oxenu şeni t’k’ebi go3’k’u uk’ors. (AH-Borğola) Sarmaşıktan iskemle yapmak için derisini soymak gerekir. Xasanik ncas t’k’ebi go3’k’ips. (AK-Döngelli) Hasan ağacın kabuğunu soyuyor. → t’ebiII


t’k’iyalams/ t’k’iyalums (AH) Eø har.f. Gereksiz yere çok konuşuyor. M3udişi mot-t’k’iyalam. (AH-Lome) Boşuna çok konuşma. Ç’e, ar mot-t’k’iyalum. Si giyucare-i ? (AH-Lome) Yahu, bir boş konuşma. Seni mi dinleyeceğim ? [gerekli gereksiz konuşuyor] barbalayII

+ ut’k’iyalams ED har.f. Birine [dat.] gereksiz yere çok konuşuyor. Uncumeli uncumeli mot mit’k’iyalam. (AH-Lome) Bana tuzsuz tatsız boş boş konuşma.


t’k’obaşa (FN ~ ÇX)(AK) s.-z. Gizli. Gizlice. → t’obaşe, t’obaşa, nt’obaşa. I. s. Gizli. T’k’obaşa mutu var-iven. Ar ndğaz komoşulun. (FN-Sumla) Gizli hiçbir şey olmaz. Bir gün ortaya çıkar.

II. z. Gizlice. Berek K’ai t’aroniz bulti bisterareya do oxorişen t’k’obaşa gamilams. Dişlop’aşi-ti t’k’obaşa amilams. (AH-Borğola) Çocukİyi havada top oynayacağımdiye evden gizlice çıkar. Pislenince de gizlice (eve) girer. Berek t’k’obaşa nana-muşişa nupurçolups. (AK-Döngelli) Çocuk annesinin kulağına gizlice fısıldıyor. Nana-skanik t’k’obaşa sin mentxips. (AK-Döngelli) Annen gizlice sana dokunuyor. Nandidi-çkimişen t’k’obaşa mutu var-gaxonen. Mu x’vina açkinen. (AK-Döngelli) Babaannemden gizli bir şey yapamazsın. Ne yaparsan olan-bitenden haberdar oluyor. XasanikNoderis mu ren mu va-ren ?” ya do t’k’başa ixosars. (AK-Döngelli) Hasanİmecede ne var ne yok ?” diye gizlice dikizliyor. Berek sağani-muşis na-ren gyari var-aç’k’omu do t’k’obaşa mexups. (AK-Döngelli) Çocuk sağanındaki yemeği yiyemedi de gizlice döküyor.


t’k’obun (FN ~ ÇX)(AK) Aø har.f. Saklanıyor. Bir yeri siper alıyor. Kaçarak herhangi bir yere saklanıyor. Baba-muşi mulut’uşa dot’k’obu do ha3’i moşulun. (FN-Sumla) Babası gelirken saklandı, ama şimdi ortaya çıkıyor. Bere nek’naz elaç’aben do t’k’obun. (AH-Lome) Çocuk kapının yan tarafına yapışıp saklanıyor. Osmanik k’inçi oiluşe iduşiK’inçik mot-mz*iromt’azya do kogyamxu do t’k’obu. (AH-Borğola) Osman, kuş vurmaya gittiğindeKuş beni görmesindiye çömelip saklandı. Hem berez dido oncğore aven. Miti moxtaşi igzalant’aşa ar soti keloç’abun do t’k’obun. (AH-Borğola) O çocuk çok utanıyor. Biri eve gelince o gidinceye kadar bir yerde yapışır da saklanır. Doğanik, dulyaşi oraz dot’k’obun do ti-muşi goç’kendinapams. (AH-Borğola) Doğan iş zamanı saklanıp da kendini [herkese] unutturuyor. Mtviri mtvaşi k’inçişi motalepe na-t’k’obunan sotis elaxro3kunan. (AH-Borğola) Kar yağınca kuş yavruları saklandıkları yerde geberiyorlar. → impulen, dimpulen; t’obun, nt’obun; işinaxen


t’k’orini (FN ~ HP ÇX)(AK) i. Sesli yellenme. Sesli osuruk. Ksiniz k’itxez-doren : “So ulur ?” - “Oç’u do oxeluşeya. T’k’oriniz k’itxez-doren : “So ulur ?” - “Oz*i3u do oxeluşeya. (AH-Lome) Sessiz osuruğa sormuşlar : Nereye gidiyorsun ?” - “Yakıp kavurmayademiş. Sesli osuruğa sormuşlar :Nereye gidiyorsun ?” - “Gülmekten kasıp kavurmayademiş. Abdesi var-ok’omaxvas ya do t’k’orini-muşi okaçaps. (AK-Döngelli) Abdestim bozulmasın diye osuruğunu tutuyor. → t’orini; ≠ ksini


t’k’orins/ t’k’oyins/ t’k’orinams/ t’k’oyinams (FN), t’k’orinoms/ t’k’oyinoms (AH), t’korins/ t’k’oyins (HP) Eø har.f. [perf. t’k’o(r)inu] Sesli olarak yelleniyor. Sesli olarak osuruyor. → nit’orinams; t’orinuy; met’orinuy, met’k’orinams; goit’k’orinams/ goit’k’orinaps; ≠ niksinams; iksinen; ksinums/ ksinoms; skinums/ skinups; goiksinay/ goiksinams; goiskinums/ goiskinups


t’k’ubişi (FN ~ AH) s. İkiz. Turnaşi juri 3’ut’eli bozope t’k’ubişi renan. (FN-Ç’anapet) Turna’nın iki küçük kızı ikizler. T’k’ubişi berepe ar 3’en3’ez gyoncirams. (FN-Sumla) İkiz çocukları bir beşiğe yatırıyor. Da-çkimiz t’k’ubişi bere avu. (AH-Lome) Kız kardeşimin ikiz çocuğu oldu. Xasanis ham fara t’k’ubişi biç’i avu. (AH-Borğola) Hasan’ın bu sefer ikiz oğlu oldu. T’k’ubişi berepez didoten ok’onok’veti dolokunu dolokunaman. (AH-Borğola) İkiz çocuklara çoğunlukla aynı giysi giydirirler. → t’ubi; juroni; ekizi; okonoç’k’ire; çiftişi


t’k’v- → it’urs[1], zop’ons


t’k’va (PZ ~ AŞ) ş.zm. Siz. → tkva/ tkvan. ♦ aps.-erg.-dat. t’k’va : 1. aps. Siz. Sizi. 2. erg. Siz. T’k’va doloxeni k’oçi içinamt-i ? (PZ-Cigetore) Siz içerdeki adamı tanıyor musunuz ? 3. dat. Siz. Size. Sizin.

pos.-gen. t’k’vani : Sizin. 1. pos. 2. gen. T’k’vani hininepe muyaperi on ? Opşa mevozmor. (PZ-Cigetore) Sizin oralar nasıldır ? Çok merak ediyorum. Om3’elişi 3’ulu cuma-t’k’vani mo-cok’u3xinamt. Gale ibirit. (PZ-Cigetore) Beşikteki ufak kardeşinizi uyandırmayın. Dışarıda oynayın. T’k’vani karmat’t’e iri ora msk’va ikten. (AŞ-Ortaalan) Sizin değirmen her zaman güzel dönüyor.

dir.-abl. t’k’vaninde/ t’k’vande/ t’k’vanda (PZ); t’k’vanda (ÇM ~ AŞ) : Size. Size doğru. Sizden. K’eç’epe t’k’vaninde muluran. (PZ-Cigetore) Keçiler sizden geliyorlar.


t’k’vanebura (PZ ~ ÇM) z. ve i. I. z. 1. Kendinizce. Size göre. Düşüncenizce. Kimseye sormadan kendi kararınız ile. T’k’vanebura p’anda vorsi oret. (PZ-Cigetore) Size göre her zaman iyisiniz. Düşüncenizce her zaman iyisiniz. 2. Siz size. → tkavanebura

II. (ÇM) i. Kendinizce yaptığnız şey. Siz size yaptığınız şey. T’k’vaneburate m3aşa var-eyilen. (ÇM-Ğvant) Kendi kendinize verdiğiniz kararla göğe çıkamazsınız (= çıkılmaz).


t’k’vaneburi (AŞ) z. Sizin tarzda. T’k’vaneburi bisinapa do oxo3’onaten. (AŞ-Ok’ordule) Sizin tarzda konuşayım da anlayacaksınız.


t’k’vanepe (PZ ~ AŞ) i. çoğ. Sizinkiler. → tkvanepe


t’k’va3’un (FN-Ç’anapet), t’k’va3un (FN-Sumla ~ AH), t’k’va3’ums/ t’k’va3’ups (HP), t’k’va3’un (ÇX) Aø har.f. Şimşek, silah vs [aps.] patlıyor. Mja opşa bidoni, çayiz goşobit’işa, xeşen memilu do t’k’va3u. Mja mtelli çayiz goşobun. (AH-Lome) Süt dolu bidon, çaydan (ben) geçerken, elimden düşüp patladı. Süt hepten çaylığa aktı (= akıp dökülmüş halde duruyor). Çkimi tufegi k’ai t’k’va3un. (AH-Borğola) Tüfeğim güzel patlıyor. Luveriten mo-ister. Dot’k’va3’un. Berepes komoxvadun. (ÇX-Çxalazeni, TM) Silahla oynama. Patlar. Çocuklara isabet eder. → t’va3un/ t’va3’ums (PZ), dit’va3’ay (ÇM), t’va3un (AŞ), t’vasun (AŞ-Ortaalan), dit’k’va3’ams (FN-Ç’anapet); + ot’k’va3’inams/ ot’k’va3inams/ ot’k’va3’inaps; → divalams/ divalay, divalen, divals, nvalun, goncalums, valums/ valups

part. t’k’va3’ine(r)i/ t’k’va3ine(r)i : Patlamış. T’k’va3’ineyi purengişen 3’k’ari ibzit’ilen. (FN-Ç’anapet) Çatlak borudan su fışkırıyor. T’k’va3’ineyi purengişen na-gamulun bzit’a 3’k’arik gza jile gelantxoru. (FN-Ç’anapet) Çatlak borudan çıkan tazyiklı su yol yukarısını kazdı. Pederik boginaşi t’k’va3inei k’ele-muşi nuk’late dolopşu. (FN-Ç’anapet) Babam kovanın çatlak tarafinı mumla tıkadı. Xort’umi mendrik’aşi t’k’va3ineri yerişen 3’kari ibzit’ilen. (AH-Lome) Hortumu bükersen patlak yerinden su fışkırıyor.

+ ut’k’va3’un/ ut’k’va3un AD har.f. 1. Birine ait [dat.] bir şey [aps] patlıyor. Berek ti momontxu şkule cabri mit’k’va3u. (FN-Ç’anapet) Çocuk başımı vurduğu an dudağım çatladı. Aliz k’vaciş k’ak’ali ut’k’va3u-doren. (AH-Lome) Ali’nin testisi patlamış. 2. mec. Birinin [dat.] yüreği [aps.] parçalanıyor. Ödü kopuyor. Berepez şkurnaten guri ut’k’va3es. (AH-Lome) Korkudan çocukların ödleri koptu. Şkurinaten guri mit’k’va3u. (AH-Borğola) Korkudan ödüm koptu. K’oçik k’ap’k’ap’i steri i3’k’ers. Seyi ke3’emilazna guri mit’k’va3un. (AH-Lome) Adam hortlak gibi bakıyor. Gece karşılaşırsam ödüm kopar.


t’laza (FN-Ç’anapet) s. Nemli. Ham porça var-skuru-doren. Daha t’laza ren. (FN-Ç’anapet) Bu gömlek kurumamış. Halen nemlidir. Ğoma na-gebok’idi geyarçalepe t’laza ren. K’ayi va-skuru doren. (FN-Ç’anapet) Dün astığım çarşaflar nemli. Tam kurumamış. → nt’eni (ÇM), t’eni (AH)


t’oba (PZ ~ HP-P’eronit) i. [çoğ. t’obape] I. (PZ-Cigetore)(AŞ-Ok’ordule)(AH-Borğola) Küçük çukurcuklara yağmurdan ötürü suyun biriktiği hali. Su birikintisi. Xasanik t’obas dolobazgams. (PZ-Cigetore) Hasan su birikintisinin içine basıyor. K’ut’alapez mç’ima mç’imaşi 3’k’ari dolodgitun. Hemus-tit’obaitkven. (AH-Borğola) Çukurlara yağmur yağınca su birikir. Ona dat’obadenir. → na-gedgin mç’imaşi 3’k’ari (FN-Ç’anapet); 3’k’ari na-dolodgitun sotipe (AH-Borğola) vs

II. (ÇM)(AŞ-Ortaalan ~ HP-P’eronit)(AK) Dere ve ırmak gibi akar suların durgunlaşıp derin bir hale geldiği nokta. Abca Alişi oxori şk’ala t’oba iyen. (ÇM-Ğvant) Irmak Ali’nin evinin önünde t’oba oluyor. T’oba andğa 3’umulay. (ÇM-Ğvant) T’oba bugün parlıyor. Ali t’oba an3’işi dolvon3’ay. Çxomi eşk’iyonay. (ÇM-Ğvant) Ali oltayı t’obaya daldırıyor. Balık çıkarıyor. P’anda t’oba-gamat’axuri mboli çxomi maç’open. (ÇM-Ğvant) Her zaman t’obanın suyunun boşaldığı tarafta bol balık tutabiliyorum. Ham t’obaşe hak’k’u çxomi iç’ç’open. (AŞ-Ortaalan) Bu t’obadan bu kadar balık avlanır. Cuma-çkimi t’u3a orapez t’obaz doluk’ap’un do iserinamz. (FN-Ç’anapet) Kardesim sıcak günlerde dereye atlayıp serinliyor. Geçaçxalonişi 3’alendo na-ren t’obaz dido mçxomi doloxen. (FN-Ç’anapet) Çağlayanın aşağısındaki t’obada çok balık yaşıyor. Amet’i t’obaz dolodgitun do mçxomiz ank’esi ut’k’omerz. (FN-Ç’anapet) Ahmet t’obanın içinde durup balığa olta atıyor. Xusenik pucepe mele oşkumet’u. Ğaliz golulut’uşi bereşi nena ognu. İ3’k’edu. Berepeşi ari t’obas işkidet’u. A şvacis t’obaz dolantxu do bere muşletinu. (AH-Lome) Hüseyin ineklerini karşı tarafa götürüyordu. Dereden geçerken çocuk sesini duydu. Baktı. Çocukların biri t’obada boğulmak üzere idi. Hemen atlayıp çocuğu kurtardı. Sabayle t’obaz keşuyi edgitun. Melendo var-iz*iren. (AH-Lome) Sabahları t’obada buhar çıkıp yükseliyor. Karşısı görünemiyor. Omçviru na-var-uçkin berez baba-muşik nuxvancams do t’obaz dolot’k’omers. (AH-Lome) Yüzmeyi bilmeyen çocuğu babası itip t’obaya atıyor. Mç’ima şkule ğali gelalaşi kimi yeepez t’obape dolodgitun. (AH-Lome) Yağmurdan sonra dere suyu düşünce kimi yerlerde göllenmeler olur. K’avağuyi T’oba derini ren. Necmi gunz*e na-ren şeni iri gyont’onams. (AH-Lome) Kavak Gölü derindir. Necmi uzun boylu olduğundan herkesi batırıyor. T’obas mosa nudgin. Nçxomepe var-amt’inen. (AH-Lome) Gölün çıkışında ağ var. Balıklar kaçamaz. T’oba-dodgineyiz gakti; meyaçxaloniz mek’axti. (AH, atasözü, K.A.) Durgun sudan kaç; çağlayandan geç (= Sinsi insanlara güvenme). K’ap’istonari Ğalişi jilendo k’ele T’oba-Gunz*e, T’oba-Uça, T’oba-Didi steri t’obape ren. (AH-Borğola) Kabirse deresinin yukarı tarafında T’oba-Gunz*e (= “Uzun Göl”), T’oba-Uça (“Siyah-Göl”), T’oba-Didi (“Büyük Göl”) gibi t’obalar var. → ncoli (PZ); t’ibaII

III. (ÇM)(FN-Ç’anapet) Gölet. Göl. İst’anbolişa it’aşa ar didi t’oba kon. Sapanca cozun. (ÇM-Ğvant) İstanbul’a giderken büyük bir göl var adı Sapanca’dır. Van-T’obaşi 3’k’ari m3’utxe ren. (FN-Ç’anapet) Van gölü suyu tuzludur. [Lazların geleneksel yerleşme sahasında ve ona yakın yörelerde standart Türkçe’deki “göl” kavramına denk gelen şey bulunmadığına göre, bu kullanım sonradan katılmıştır.] → coli, gyoli


t’obaşa (PZ-Cigetore ~ AŞ) s.-z. Gizli. Gizlice. → t’obaşe, nt’obaşa, t’k’obaşa [◘ eşb. t’oba kelimesinin PZ-Cigetore-ÇM-AŞ diyalektlerindeki iki-yön durumu biçimi ve FN-HP-ÇX-AK diyalektlerindeki direktif biçimi] I. s. Gizli. T’obaşa dulya doyey. Ok’açxe gamuxvey. (ÇM-Ğvant) Gizli iş yaptılar. Ama sonra (başkalar) ortaya çıkardılar.

II. z. Gizlice. Xasanişi bere ar t’obaşa imt’en ç’i mitis p’i şuri ugnasi gamast’un. (PZ-Cigetore) Hasan’ın çocuğu bir gizli kaçıyor ki kimsenin ruhu anlamaz da kayıp gidiyor. T’obaşa galendo nuşvert. (ÇM-Ğvant) Gizlice dışarıdan destekliyoruz. Bere t’obaşa doiley do ok’aç’xe eşk’uxvey. (ÇM-Ğvant) Delikanlıyı gizliden vurdular, amma sonradan (başkaları) ortaya çıkardılar. Ma t’obaşa memaxolen. (ÇM-Ğvant) Bana gizlice yanaşıyor. Ayşe t’obaşa a muti ilak’irdamt’anşa digurinay. (ÇM-Ğvant) Ayşe gizli bir şey konuşulur iken üzerine alınıyor. # Amseri tutast’e on / Mendaft’at rak’anişa / Ma si na mego3’ert’i / T’obaşa elit’işa. (ÇM, anonim) Bu akşam ay var / Çıkalım tepeye / Ben sana bakıyordum / Sen gizlice yukarı giderken. # Cevulur eşk’evulur / Bgarineri noğaşa / Mo-goişaşer cuma / Komeft’ana t’obaşa. (AŞ-Cibist’as) İniyorum çıkıyorum / Ağlayarak çarşıya / Şaşırma kardeşim / Gelirsem gizlice.


t’obaşe (PZ-Noxlamsu, Apso) s.-z. Gizli. Gizlice. → t’obaşa, nt’obaşa, t’k’obaşa [◘ eşb. t’oba kelimesinin PZ-Noxlamsu-Apso diyalektlerindeki iki-yön durum biçimi ve AH diyalektlerindeki direktif biçimi]


t’obina (ÇM) i. T’oba (= dere ve ırmak gibi akar suların durgunlaşıp derin bir hale geldiği nokta)’nın küçük olanı. Abcaşi t’obinape çxomi iyen. (ÇM-Ğvant) Irmağın t’obinalarda (= küçük t’obalarda) balık olur.


t’obun (PZ ~ AŞ) Aø/A.Abl har.f. Saklanıyor. Gizleniyor. → impulen, dimpulen; nt’obun, t’k’obun; işinaxen; ++ cet’obun

I. Aø har.f. Saklanıyor. Gizleniyor. Ma muç’o azirasen t’obun. (ÇM-Ğvant) Beni görür görmez saklanıyor. Limxonapona amaxt’i do t’obi. (ÇM-Ğvant) Eğreltiliğin içine gir. Saklan. Ali laç’i azirasi t’obun. (AŞ-Ok’ordule) Ali köpek görünce saklanıyor. Soti t’obare t’obi, gzirare. (AŞ-Ortaalan) Nerede saklanırsan saklan, bulacağım.

II. A.Abl har.f. Belirli birinden saklanıyor. Memet’i şk’imda t’obun. (PZ-Cigetore) Mehmet benden saklanıyor. Bere baba-muşişa t’obun. (PZ-Cigetore) Çocuk babasından (korkudan) saklanıyor.

f.-i. ot’obinu : Saklanma. Saklanmak. Gizlenmek. Ot’obinu şeni tamlepe tudendo meşk’ulun. (ÇM-Ğvant) Gizlenmek için çalıların altına giriyorOt’obinu şeni na-amaxt’u yerişa gamulun. (ÇM-Ğvant) Saklanma amaçlı girmiş olduğu yerden çıkıyor.


t’ok’serepez (AH) z. Geçenlerde. T’ok’serepez skani k’ala nçxomiş oç’opuşe na-biditşi majurani ndğaz Nacişi ç’anda ivu. (AH-Lome) Geçenlerde seninle balığa gittiğimizin ikinci günü Nacinin düğünü oldu. → ceçendepe; m3’eya; t’okseri/ t’ok’seri


t’okseri[1] (AŞ-Dutxe) s. Geçen. T’okseri doloni oxoriş doloxe kçe ğap’ite dobğap’i. (AŞ-Dutxe) Geçen hafta evin içini beyaz boya ile boyadım.


t’okseri[2]/ t’ok’seri (FN ~ HP) z. Geçenlerde. Handğa na-moxtu mak’vande paği dolokuneri t’u. T’okseri na-moxtes jur mak’vande-ti pimpilepe bonz*oa [t’es do] nuk’u var-az*iret’es. (AH-Lome) Bugün gelen dilenci temiz giysiliydi. Geçenlerde gelen iki dilenci de sakalları upuzun. Ağızları görünmüyordu. T’ok’seyi na-mekçi drap’ani ondğe şkule mik’orems. Komomiği. (AH-Lome) Geçenlerde verdiğim orak öğleden sonra bana lazım. Getiriver. T’ok’seyi na-gomoç’k’ondu gudeli hak m3xuliz ge3’obun. (AH-Lome) Geçenlerde unuttuğum gudeli burada armutta asılı duruyor. T’okseri karmat’eşe bulut’işi Memet’ik gzaz moşkurinu. (AH-Lome) Geçenlerde değirmene giderken Mehmet yolda beni korkuttu. Memnune t’okseri kobz*iri. (HP-P’eronit) Memnune’yi geçenlerde gördüm. → ceçendepe; m3’eya; t’ok’serepez


t’ok’t’ok’oro-k’inçi (PZ-Cigetore) i. Ağaçkakan. → mk’udi; k’urk’amt’axu


t’olopi (FN-Sumla ~ AH) i. Çamur. Dulyaz fot’a var-go3’ik’oraşi na-ren t’olopi porçaz nasven. (AH-Lome) İş yaparken peştamal takmayınca bütün pislik elbiseye sürünüyor (= bulaşıyor). ç’oç’oxi, ç’anç’axi, ç’aç’axi; t’ot’o3’i; çamuri; t’ot’olo3i; t’alaxi[2]-II


t’oloponi (FN-Sumla ~ AH) s. Çamurlu. K’uçxe t’oloponi oxoriz mot-amulur. (FN-Sumla) Ayağı çamurlu iken eve girme. Şenerik dido yangazoba ikoms. T’oloponi xe berepez elusumers. (AH-Lome) Şener çok yaramazlık yapıyor. Çamurlu ellerini çocukların üzerine sürüyor. Berek nek’naşi amaxtimoniz t’oloponi k’uçxe gelobaz*gams. (AH-Lome) Çocuk kapı girişine çamurlu ayaklarını basıyor. ç’oç’oxiII; ç’anç’axoni, ç’anç’axiII; t’alaxoniII


t’ongo (AH) i. Öküzlere takılan büyük çıngırak. [İneklere takılan normal çıngıraktan büyüktür.]


t’opi (ÇM) i. Top. T’opi k’oda nontxasi goikten. (ÇM-Ğvant) Top duvara vurunca geri dönüyor. → t’op’i, t’op’u; burti; [yuvarlak bir şey] bulti


t’op’i (AŞ ~ AH) i. Top. Doğani bere t’op’i obiray. (AŞ-Ok’ordule) Doğan çocuğa top oynatıyor. Ali bereşi t’op’i duşinaxay. Hişote guç’ondrinay. (AŞ-Ok’ordule) Ali çocuğun topunu saklıyor. Öylelikle [çocuğa topunu] unutturuyor. Gamak’onaşi zeniz berepe k’ala t’op’i bibirt’it. (FN-Ç’anapet) Kamankona (= Gamak’ona)’nın düzünde çocuklarla top oynuyorduk. Ridvanik t’op’i k’uçxez gyocondinams. (FN-Sumla) Rıdvan topu ayağında dolandırıyor (= oyalıyor, pas vermiyor). Alik t’op’i-çkimi go3’omimers do ğalişe ok’ap’inams. (AH-Lome) Ali benim topumu zorla elimden alıp dereye atıyor→ t’opi; t’op’u; burti; [yuvarlak bir şey] bulti


t’opiji (ÇM) i. Yüzün yıkanan bölümleri. Ali sirafi dolast’ra şuk’ule nuk’osalete t’op’iji popojate nik’oramt’u. (ÇM-Ğvant) Ali usturayı biledikten sonra yüzünü fırça ile köpürtüyordu.


t’op’u (PZ-Cigetore) i. Top. Xasanik t’op’u na-ibirs şeni t’ut’ulepe-muşi mçxu on. (PZ-Cigetore) Hasan top oynadığı için baldırları kalındır. Xasanik Alis tudendo t’op’u meşk’ut’oçams. (PZ-Cigetore) Hasan Ali’ye alttan top atıyor (= gönderiyor). Berepek t’op’u ibiraman. Xasani-tik iseriyams. (PZ-Cigetore) Çocuklar top oynuyorlar. Hasan da seyrediyor. Berepek Xasanis t’op’u muğaman. Xasani-tik t’op’u ombarinams. (PZ-Cigetore) Çocuklar Hasan’a top getiriyorlar. Hasan da topu şişiriyor. → t’opi; t’op’i; burti; [yuvarlak bir şey] bulti


t’ora (PZ ~ AH-Lome)(HP ~ ÇX) z. Az kalsın (...) yapardı. Az kaldı (...) yapardı. a. [t’ora + perf.] Xasanişi k’at’iri t’ora doxosk’u. (PZ-Cigetore) Hasan’ın katırı az kalsın geberirdi. Ma andğa gzas vigzat’işa çuk’uri ort’u. T’ora kodolovoli. (PZ-Cigetore) Ben bugün yolda yürürken çukur vardı. Az kalsın içine düşerdim. Alik k’et’i demiğiru do t’ora tolis gomamt’u. (PZ-Cigetore) Ali bana çubuk attı da az kalsın [o çubuk] gözüme saplanırdı. Manganate movit’itşa t’ora kodolovibğit. (ÇM-Ğvant) Araba ile gelirken az kalsın [uçuruma] dökülürdük. Lazut’i-k’ak’ala xurt’uli kocemadu. T’ora var-cemaşk’u. (ÇM-Ğvant) Mısır tanesi boğazımda kaldı. Az kalsın yutamazdım. Bere kva ot’oçusi t’ora toli komomat’u. (AŞ-Ok’ordule) Çocuk taş atınca az kalsın gözüme vururdu. T’ora ceboli. (AŞ-Ortaalan) Az kalsın düşerdim. T’ora nca yat’u do nizu. (FN-Ç’enneti) Az kalsın ağaç onun üzerine düşerdi ve o ezilirdi. T’ora, sigara pşumt’itşa, baba kemat’ez. (FN-Ç’enneti) Az kalsın sigara içerken baba bizi görürdü (= o anda orada bulundu/ üzerimize geldi). K’oçiz çkar oxo3’onale var-uğun. T’ora kogamabudgi. (AH-Lome) Adamın hiç anlayışı yok. Az kalsın, çakardım suratına. T’ora komat’u. (HP-P’eronit) Az kalsın ona isabet ederdi. b. [t’ora + emp.] Handğa na-va-re var-maçkinuk’o t’ora mebulut’t’i. (FN-Ç’enneti) Bugün senin orada olmadığını anlamamış olsaydımaz kaldı geliyordum. → t’ua (AH-Borğola), t’uva (AK)


t’orba i. Torba. T’orba xerxite opşay. Toç’i uxup’inay. (ÇM-Ğvant) Torbayı parça peynir ile dolduruyor. İpini büzüyor. → aç’uII; p’indi; t’urva[1]


t’orbina (ÇM) i. Küçük torba. Ali vali-t’orbina me3’uy. Vali momçanen. (ÇM-Ğvant) Ali peynir torbasının bağını çözüyor. Bana peynir verecek.


t’orini (PZ ~ AŞ) i. Sesli yellenme. Sesli osuruk. → t’k’orini; ≠ ksini


t’orinuy (ÇM ~ AŞ) Eø har.f. Sesli olarak yelleniyor. Sesli olarak osuruyor. → nit’orinams; t’k’o(r)ins, t’k’o(r)inams/ t’k’o(r)inoms; met’orinuy, met’k’orinams; goit’k’orinams/ goit’k’orinaps; ≠ niksinams; iksinen; ksinums/ ksinoms, skinums/ skinups; goiskinums/ goiskinups


t’oroci (PZ)(AŞ ~ HP ÇX)(AK) i. Güvercin. Şk’uni Atinas opşa t’oroci on. Art’aşenis hiçi var-on. (PZ-Cigetore) Bizim Pazar’da çok güvercin var. Ardeşen’de hiç yok. T’oroci otva-şk’uni yuva dixenu. (AŞ-Ok’ordule) Güvercin çatımızda yuva yaptı. Mtviri mtumt’aşa nayla ç’art’ağiz t’oroci kogelipinen. (FN-Ç’anapet) Kar yağarken güvercinler serenderin balkonuna uçuşurlar. T’orocişi motalepe dahaluk var-geputxez. (FN-Ç’anapet) Güvercin yavruları halen yuvadan uçmadılar. T’orocik ncaşi dudiz yuva vu-doren. Xut tane makvali gyuz*in. (AH-Lome) Güvercin ağacın tepesine yuva yapmış. Beş tane yumurtası varOn3xenez sum tane t’orocişi motali ren. Hek mebaşkvatna k’at’uk geipxors. (AH-Lome) Tavan arasında üç tane güvercin yavrusu var. Orada bırakırsak kedi [onları] yer. T’orocik motalepe-muşiz oputxinu dogurams. (AH-Borğola) Güvercin yavrularına uçmayı oğretiyor. Handğa Kyamili k’ala mçxuş-t’oroci oiluşe bidit. (AH-Borğola) Bugün Kâmille iri (= yabani) güvercin avına gittik. # Jilendon mu gululun ? / X’alisari t’oroci / Diçiles dikimoces / Kodopskidit çkin xvala. (HP-Limani, anonim) Yukarıdan ne geçiyor ? / Kızılgerdan kuşu / Erkekler de evlendiler, kızlar da evlendiler / Kaldık biz yalnız. Çkini oxorişen cumadi-çkimişi oxorişa t’orocepe mijaputxun. (AK-Döngelli) Bizim evden amcamın evine güvercinler uçuyor. → t’oroç’i; cuvercini


t’orocina (PZ ~ AŞ) i. Güvercin yavrusu. Küçük güvercin. T’orocina amseri opşa k’iyamt’es. P’iya muya ağodes ? (PZ-Cigetore) Güvercin yavruları bu gece çok bağırıyorlardı. Acaba bir şey mi oldu ? T’oroci otva-şk’uni yuva dixenu. T’orocina-muşi hey cuxen. (AŞ-Ok’ordule) Güvercin çatımızda yuva yaptı. Yavrusu orada (= anasının yaptığı yuvada) oturuyor. → t’oroç’i-monta, t’orocişi motali


t’oroç’i (ÇM-Ğvant) i. Güvercin. Serendişi otva t’oroç’epe obğe dixeney. (ÇM-Ğvant) Naylanın çatısına güvercinler yuva yaptı. T’oroç’i-montalepe ç’umanişi ordoşa 3’vi3’vilaman. (ÇM-Ğvant) Güvercin yavruları sabah erken ötüyorlar.


t’ot’i[1] (FN-Sumla ~ AH) i. Dal. Feli m3xuliş t’ot’iz go3’obun. (FN-Sumla) Kabak armut ağacının dalından sarkarak asılıdır. Mşkvelapeşi t’ot’epe mtel oxoriz nan3’en. (FN-Sumla) Kızılağaçların dalları hep eve değiyor, dokunuyor. M3xuliş ar t’ot’i Berepe moxtan şkule ç’k’omanen ya do nut’alu. (FN-Sumla) Armudun bir dalını Çocuklar gelince yesinler diye dalda bıraktı. M3xuliz xila yacina şkule t’ot’epe gelat’roxun. (FN-Sumla) Armut ağacına xila basınca dalları kırılıyor. Han3’o mbuliz heşşo çans ki t’ot’epez konz*ol konz*oli gyobun. (AH-Lome) Bu sene kirazlarda öyle (meyvesi) var ki dallarda salkım salkım asılıyor. K’oçik uşkurişi t’ot’i gelat’axums. (AH-Lome) Adam elmanın dalını kırıyor. Alik na-k’vatasen dişkaz ma t’ot’epe goboç’k’oram. (AH-Lome) Ali’nin keseceği odunların dalını ben kesiyorum (= temizliyorum). Han3’o dido k’ayi ntxiri çans. Bunkvape t’ot’iz konz*oli konz*oli ge3’obun. (AH-Lome) Bu sene çok güzel fındık var. Çotanaklar dalda salkım salkım asılı. Muradik na-extu uşkurişi t’ot’işenmeblareya do t’ot’iz k’ai ak’nen. (AH-Borğola) Murat, çıktığı elma ağacının dalındandüşeceğimdiyerek iyice dala tutunuyor. Go3’oz na-p’k’vati ç’uburik t’ot’i keliğu. (AH-Borğola) Geçen sene kestiğim kestane dal çıkardı. Daduli3’iMot-imt’et’asya do ncaşi t’ot’iz gyok’orams. (AH-Borğola) AtmacayıKaçmasındiye ağacın dalına bağlıyor. Uşkurişi ncaz epti-dort’un. T’ot’i met’roxu do t’ua mebli. (AH-Borğola) Elma ağacına çıkmıştım. Dal kırıldı da az kalsın düşerdim. DoğanikNcaşen mot-meblamt’aya do t’ot’is k’ap’et’i gyak’nams. (AH-Borğola) DoğanAğaçtan düşmeyeyimdiye dala kuvvetli tutunuyor. Felamurik pukuri gon3’k’a şkule na-goi3xop’u t’ot’epes pukurepe i3xunen. (AH-Borğola) Ihlamur çiçek açtıktan sonra budanan dallarından çiçekler ayıklanır. Doğanik ncas na-ren k3aperi uşkurepe t’ot’i onk’anams do tude dobğams. (AH-Borğola) Doğan ağaçta olan çürük elmaları dalı sallayıp da yere döküyor. Doğani ncaşi tudeni t’ot’iz ge3’ik’iden do me3’antxen. (AH-Borğola) Doğan ağacın altındaki dala asılıp [oradan] atılıyor. → ara; ndali; t’at’i[1]; x’a


t’ot’i[2] (AK) i. Pijama şeklindeki uzun külot. Uzun don. Mtviri domtvaşiX’ini renya do t’ot’i muidu. (AK-Döngelli) Kar yağıncaSoğukturdiye uzun külotu (pantolonun içine) giyindi.


t’ot’i[3] (AK) i. Paça. T’ot’i-skani mu-şeni t’alaxoni ren ? (AK-Döngelli) Paçan neden çamurludur ? Coğorik bereşi t’ot’epes ilasven do eşo isters. (AK-Döngelli) Köpek çocuğun paçalarına sürünüyor da öyle oynuyor. → paça


t’ot’olo3i (FN-Ç’anapet) i. Çamur. Xayi mç’ima şkule oxoyişi ogine boyne t’ot’olo3i diyu. (FN-Ç’anapet) Kötü yağmurdan sonra evin önü hep camur oldu. Pederik ğvarite na-moxtu oxoyişi geyideni t’ot’olo3i xak’arums. (FN-Ç’anapet) Babam yağmur suyu ile gelen, evin arkasındaki çamuru temizliyor. Araba-gzaşi t’ot’olo3iz kvanç’ala dolobobğit do arabape heşote golaxtez. (FN-Ç’anapet) Araba yolundaki çamurlu yere çakıl döktük ve arabalar o şekilde geçtiler. → ç’oç’oxi, ç’aç’axi, ç’anç’axi; t’ot’o3’i; çamuri; t’olopi; t’alaxiII


t’ot’oni (FN-Sumla ~ AH) i. [sıfat + t’ot’oni] Dallı. Dalı bir halde [yüklem sıfatı] olan. Na-mok’vati ncalepe t’ot’oni mot-naşkumer. (AH-Lome) Kestiğin ağaçları dallı bırakma. İnoraz dido mtviri mtvaşi gunz*e t’ot’oni ncapes t’ot’epe got’roxun. (AH-Borğola) Kışın çok kar yağınca uzun dallı ağaçların dalları kırılır. K’inçepek mç’imoni orapes moşkva t’ot’oni ncalepes meşaxedunan. (AH-Borğola) Kuşlar yağmurlu havalarda dalları bol ağaçlarda (korunmak için) otururlar.


t’ot’ori3’a (PZ) i. Kurumuş su kabağı. Ayşe p’anda t’ot’ori3’a elik’orams. (PZ-Cigetore) Ayşe her zaman kurumuş su kabağı yanına bağlıyor. Bere zuğas inçit’aşa t’ot’ori3’a elaberi inçiş ç’iMo-vişk’idadeyi. (PZ-Cigetore) Çocuk denizde yüzerken kurumuş su kabağı yanına takarak yüzüyor ki boğulmayayım diye. [(kurumuş veya kurumamış) su kabağı] orı3’a; k’ark’ala


t’ot’o3i (PZ-Cigetore) i. Balçık. Koyu, yapışkan ve özlü çamur. Xasanik t’ot’o3i cexak’arums. (PZ-Cigetore) Hasan balçığı yukardan aşağıya doğru dibinden kazıyarak alıyor.


t’ot’o3’i (ÇM ~ AŞ-Ok’ordule) i. Çamur. Mç’ima mç’imasi gzalepe t’ot’o3’i moiselen. (ÇM-Ğvant) Yağmur yağınca yollar (alışkan derecede) çamur oluyor. Bere t’ot’o3’i t’a3’uy. (ÇM-Ğvant) Çocuk çamur yapıştırıyor. Bere t’ot’o3’epe kva eyot’a3’ay. (ÇM-Ğvant) Çocuk çamurları taşın üstüne yapıştırıyor. Ali t’ot’o3’i-gza igzart’aşa var-ik’atalay. K’uçxepe it’ot’o3’ay. (ÇM-Ğvant) Ali çamurlu yolda yürürken dikkat etmiyor. Ayaklarını çamura batırıyor. Mç’ima zade mç’imasi gza t’ot’o3’i diyen. K’oçi çamuri gvant’en. (Ok’ordule) Yağmur fazla yağınca yol iyice yumuşuyor. İnsan çamura batıyor. → ç’oç’oxi, ç’aç’axi, ç’anç’axi; çamuri; t’ot’olo3i; t’olopi; t’alaxiII


t’ra t’ra t’ra t’ra (FN-Sumla) ü. “Sıvı döküyor” ya da “Sıvı dökülüyor” anlamına gelen ünlem.


T’rabozani (FN-Ç’anapet) i. Trabzon şehri ve ili. Cordani ogineni ndğaz T’rabozaniz na-ren cuma-muşişa idu. (FN-Ç’anapet) Cordan önceki gün (= dünden bir önceki gün) Trabzon’da olan kardeşinin yanına gitti. Cuma-çkimik T’rabozaniz na-dobdgitare ar oxori migoramz. (FN-Ç’anapet) Kardeşim benim için Trabzon’da kalacağım bir ev arıyor. Mustafa T’rabozanişa idayiz ar-jur xafta da-muşiz kelidven. (FN-Ç’anapet) Mustafa Trabzon’a gidince bir iki hafta kız kardeşinin yanında yerleşip kalıyor. Xopaşen P’olişa ntxiri na-iğamt’u gemi T’rabozanişi oginepez mzuğaz geilu. (FN-Ç’anapet) Hopa’dan İstanbul’a fındık götüren gemi Trabzon açıklarında denize battı. Xat’ice k’at’a T’rabozanişa it’aşa cuma-muşi elok’atun. (FN-Ç’anapet) Hatice’nin her Trabzon’a gidişinde kardeşi yanında oluyor. Mustafa T’rabozanişa idayiz ar-jur xafta da-muşiz kelidven. (FN-Ç’anapet) Mustafa Trabzon’a gidince bir iki hafta kız kardeşinin yanında yerleşip kalıyor. Urumepe oşi 3’ana ogine T’rabozani-gomtumaniz skidurt’ez. (FN-Ç’anapet) Rumlar yüz sene öncesine kadar Trabzon cıvarında yaşıyorlardı. Cordanişi papuli Trabozaniz memuri rtu. (FN-Ç’anapet) Cordan’ın dedesi Trabzon’da memurdu. → T’rap’uzani


t’rağoda (PZ)(AŞ)(FN-Sumla) i. Şarkı. Türkü. → t’rağuda, t’rağudi; birapa


t’rağodums (PZ)(FN-Sumla) Eø har.f. I. Şarkı söylüyor. Türkü yakıyor. Şanak t’rağodums do on3’eliz na-cans bere gok’un3xinams. (FN-Sumla) Şana şarkı söylüyor ve beşikte yatan çocuğu uyandırıyor. Mdğoraneri steri ar dot’rağodi. (FN-Sumla) Deminki gibi bir türkü söyle. Yusufik t’rağodayiz iri-xoloz guri napşen. (FN-Sumla) Yusuf türkü söyleyince herkesin içi duygu ile doluyor (= ağlamaklı oluyor). → t’rağuduy/ t’rağuday, t’rağudums; ibirs[2]

II. (FN-Sumla) (Kuş) cıvıldıyor. K’inçepek mu k’ai-ti t’rağoduman ! (FN-Sumla) Kuşlar ne güzel de cıvıldaşıyorlar ! → 3i3ilams, k’ark’alams, i3’vi3’vilay, 3’vi3’vilay, 3’ip’inams, uç’andamsII, ustvinsII


t’rağudi/ t’rağuda (ÇM)(FN-Ç’anapet) i. Şarkı. Türkü. Ham orapez nena do muzik’i-muşi çkimi na-ren ağne t’rağudape bikom. (FN-Ç’anapet) Bu arada sözleri ve müziği bana ait olan yeni şarkıları yapıyorum. → t’rağoda; birapa


t’rağuduy/ t’rağuday (ÇM), t’rağuduy (AŞ-Ok’ordule), t’rağuday (AŞ-Ortaalan), t’rağudums (FN-Ç’anapet) Eø har.f. Şarkı söylüyor. Türkü yakıyor. Ar ğoma na-t’rağudipeşi zit’ape dominç’ari. (ÇM-Ğvant) Haydı dün söylediğin şarkı (ya da : türkü) sözlerini (benim için) yaz. Him k’oçi t’rağudasi guri pupuli diyen. (AŞ-Ok’ordule) O adam türkü söyleyince kalp yaralı oluyor. Him t’rağudamt’aşşa si-ti elvayoni. (AŞ-Ortaalan) O şarkı söylerken sen de eşlik et. Pasxa doxuneri ar k’ale p’t’rağudi. Ar k’ale na-dolilay mcora bo3’edi. (AŞ-Ortaalan) Kulübede oturarak bir taraftan şarkı söyledim. Bir taraftan batan güneşe baktım. Cordanik dido mskva t’rağudums. (FN-Ç’anapet) Cordani çok güzel şarkı söylüyor. → t’rağodums; ibirs[2]

part. t’rağuderi : Şarkı söyleyerek. T’rağuderi t’rağuderi celamti celebulur. (AŞ-Ortaalan) Şarkı söyleye söyleye aşağı doğru iniyorum.

f.-i. ot’rağudu : Şarkı söylemek. Radiyo gon3’u. Ot’rağudupe nişk’inay. (ÇM-Ğvant) Radyoyu açtı. Türküler dinliyor. Bere ot’rağudute ip’lanen. (ÇM-Ğvant) Çocuk ninni ile ağlamayı kesiyor (= avunuyor). Alepeşi k’oçepe ot’rağudute ixvamaman. (ÇM-Ğvant) Alevi erkekleri türkülerle dua ediyorlar. Nanak radiyoşen ot’rağudu ognayiz eloyonamt’u. (FN-Ç’anapet) Annem radyodan türkü duyunca eşlik ederdi.

+ ut’rağuday/ ut’rağudams ED har.f. Biri için şarkı söylüyor, türkü söylüyor, ağıt yakıyor. # Amipinu xolo Mart’i dumani / Git’rağudar mo-ibgar e amani. (ÇM-Ğvant, K’.H.) Yine geliyor [bu tarafa] Mart [ayının] sisi / Ağıt yakacağım (= türkü söyleyeceğim) sakın ağlama. Ar miti ut’rağudana ma memot’rağudi. (AŞ-Ortaalan) Biri için şarkı söyleyeceksen bana atma türkü söyle. 3’ut’eli biç’i-çkimik p’ap’uli-muşiz ut’rağudams. (FN-Ç’anapet) Küçük oğlum dedesi için türkü söylüyor.


T’rap’uzani (FN-Sumla) i. Trabzon şehri ve ili. T’rap’uzanişen Mp’olişa putxit. (FN-Sumla) Trabzon’dan İstanul’a [uçakla] uçtuk. → T’rabozani


t’rak’ums/ t’rak’uy (PZ ~ ÇM) Eø har.f. İshali var. Bere t’rak’uy. (ÇM-Ğvant) Çocuğun ishali var. → korbaçxla uğun; at’rak’en; ameli uğun; t’ra3’i uğun


t’raşi i. Tıraş. Aydiniz t’raşişi makina var-mo3’ondun. K’at’a sabaxtan eskineri steri skiafite pimpili ibğams. (FN-Sumla) Aydın tıraş makinesini beğenmiyor. Her sabah eskisi gibi ustura ile sakalı tıraş ediyor. T’raşi iven. (AH) Tıraş oluyor. 3’oxle skiyafite pimpil bibğamt’it. Ha3’i t’raş-makinasi bixmart. Eçi 3’ana şkule mute t’raşi bivaten va-miçkinan. (AH-Lome) Eskiden ustura ile sakalı tıraş ediyorduk. Bugün tıraş makinesi kullanıyoruz. Yirmi yıl sonra ne ile tıraş yapacağız bilemiyoruz. [tıraş oluyor] (pimpili/ pimbili) ibğams/ ibğay, ibğims/ ibğips


t’raşi-maçina (AŞ) i. Tıraş makinesi. Ergyuni t’raşi-maçina var-mo3’ondrun. K’at’a ndğa eskineri st’eri usturate pimpili ibğay. (AŞ-Ok’ordule) Ergün tıraş makineyi beğenmiyor. Her gün eskisi gibi ustura ile sakalı tıraş ediyor. → t’raş-makinasi, t’raşişi makina


t’raş-makinasi i. Tıraş makinesi. 3’oxle skiyafite pimpil bibğamt’it. Ha3’i t’raş-makinasi bixmart. Eçi 3’ana şkule mute t’raşi bivaten va-miçkinan. (AH-Lome) Eskiden ustura ile sakalı tıraş ediyorduk. Bugün tıraş makinesi kullanıyoruz. Yirmi yıl sonra ne ile tıraş yapacağız bilemiyoruz. → t’raşi-maçina, t’raşişi makina


t’ra3’i (HP) i. İshal. Amel. Sürgün. Berez t’ra3’i uğun. (HP-P’eronit) Çocuğun ishali var. → korbaçxala; ameli


t’rik’k’i (AŞ-Ortaalan), t’rik’i (FN ~ AH HP ÇX) i. Bacak. T’rik’k’i kok’k’iği. (AŞ-Ortaalan) Bacağını topla. Osmanişi didi bozos t’rik’epe m3ika mendrik’eri uğun. (FN-Ç’anapet) Osman’ın büyük kızının bacakları biraz bükük. Bozok t’rik’i konobaz*gu(1). (AH-Lome) Kız ayağını yere paralel hareket ederek bir şeye bastı. Ncaşen me3’ebuk’ap’işi t’rik’i memot’roxu. (AH-Borğola) Ağaçtan atlayınca bacağım kırıldı. Ezani ik’itxert’aşi t’rik’i t’rik’iz var-eidven. (AH-Borğola) Ezan okunurken bacak bacak üstüne atılmaz. → p’aç’a; polo[1]

[dey. t’rik’i nobaz*gams (AH) : Direniyor. İnat ediyor.] Bozok t’rik’i konobaz*gu(2). (AH-Lome) Kız inat etti. K’at’a oras t’rik’i mot-nobaz*gam ! Ar fara-ti na-gi3’vanoren dulya dovi. (AH-Borğola) Her zaman ayak direme ! Bir kere de (sana) söylenen [= kelimesi kelimesine : “sana söyleyecekleri”] işi yap. → k’uçxe nobaz*gaps

[dey. t’rik’i nuşirams (AH) : Ölüyor.] Badik t’rik’i konuşiru. (AH-Lome) İhtiyar öldü.


t’roxun (PZ ~ HP) Aø har.f. [perf. (do)t’roxu] Kırılıyor. K’uçxe mo-contxam. Pi3ayi t’roxasere. (PZ-Apso) Ayağını sert çarpma. Tahta kırılır. Ğoberi so-dot’roxun noğobay. (ÇM-Ğvant) Çitin kırılan yerlerini onarıyor. Ali çupina moy-t’roxurt’ay şeni mt’alepe oşk’enda k’oşk’adguy do mangana ceduy. (ÇM-Ğvant) Ali testi kırılmasın diye otların arasına koyup araca koyuyor. Ali 3’oderi şeni na-moğu kvalepe mç’ima azirasi t’roxun. (ÇM-Ğvant) Ali’nin duvar (örmek) için getirdiği taşlar yağmuru görünce (= yağmur olduğu yerde) kırılıyor. Mutxa dot’roxu. Him ok’voç’abay. (AŞ-Ok’ordule) Bir şey kırıldı. Onu (= parçalarını) yapıştırıyor. Mzuğa dalga t’roxasi ok’intalay. K’oçi doragaduy. (AŞ-Ok’ordule) Denizde dalga kırılınca biraraya geliyor. Adamı dağıtıyor. Makvalepe mo-not’oçam. T’roxasen. (AŞ-Ortaalan) Yumurtaları atma. Kırılacak. Na-momincğonare televizyoni vrossi gurçi. Mo-t’roxurt’t’ay. (AŞ-Ortaalan) Göndereceğin televizyonun çevresini iyi sar. Kırılmasın. Cuma-çkimik “K’işiz mandalinape mod-t’roxut’andeyi tok’iten limxana guğamz. (FN-Ç’anapet) KardeşimKışın mandalinalar kırılmasındiye etrafına iple eğreltiotu sarıyor. Bageni-tkvanişi xart’omape dot’roxu-doren. Mç’ima ordo goşolams. (AH-Lome) Sizin kulübenin çatı kaplamaları kırılmış. Yağmuru çabuk geçiriyor. Na-bot’k’oçi kva camiz moxvadu do cami dot’roxu. (AH-Borğola) Attığım taş cama rastladı ve cam kırıldı. Axirişi nek’na dot’roxu. Dişka gamixven. (HP-P’eronit) Ahırın kapısı kırıldı. Odun dışarı dökülüyor. → t’ruxun

+ ut’roxun (PZ ~ HP) AD har.f. Birine ait [dat.] bir şeyi [aps.] kırılıyor. Xe men3xuli mit’roxun. (ÇM-Ğvant) Elimin ek yeri ağırıyor. Na-ep’ç’opare meşlep’e jur ndğaz domit’roxun. (FN-Ç’anapet) Aldığım bardak iki günde kırılıyor.

[dey. guri ut’roxun : Birinin kalbi kırılıyor.] Nana-çkimiz dido ordo guri ut’roxun. (FN-Ç’anapet) Annemin çok çabuk kalbi kırılıyor.

[dey. ti ut’roxun[1] (PZ ~ AH): Birinin başı zonkluyor.] Ti mit’roxun.[1] (PZ ~ AH) Başım zonkluyor.

[dey. ti ut’roxun[2] (HP): Birinin başı, kırgınlık veya üşütme sonucu, ağrıyor.] Ti mitroxun.[2] (HP-P’eronit) Başım [kırgınlık veya üşütme sonucu] ağrıyor.


t’ro3un/ nt’ro3un (HP ~ ÇX) Aø har.f. Heyelân oluyor. Toprak kopuyor. → caşk’ven; mvaşk’ven; dolvaşk’ven; nt’ro3’un, nt’rosun; ment’ro3un, mont’ro3’un; gelant’ro3un


t’ruşi (ÇM)(FN-Ç’anapet) i. Turşu. T’ruşi cebdum. (ÇM-Ğvant) Turşu kuruyorum. Ayşe 3’o mboli msut’olya kodvorgu. T’ruşi cedvasen. (ÇM-Ğvant) Ayşe bu yıl çok pazı (ya da şeker pancarı) dikti. Turşu kuracak. T’ruşi çupi hiçi va-dut’ay do gamvoçodinay. (ÇM-Ğvant) Turşu küpünü hiç bırakmadan boşaltıyor. Ayşe t’ruşi oxenu şeni msut’olya mocibuy. (ÇM-Ğvant) Ayşe turşu yapmak için şeker pancarını hafif haşlıyor. Ayşe k’at’a 3’ana cençxva-ora targami-t’ruşi ceduy. (ÇM-Ğvant) Ayşe her ilkbaharda turp turşusu yapıyor. T’ruşi bikom./ T’ruşi dolobobğam. (FN-Ç’anapet) Turşu kuruyorum. → t’urşi; mç’oxali, ç’arxala/ ç’axala[2], mç’axala, ç’axala[2]


t’ruxun (AK)(ÇX) Aø har.f. [perf. (do)t’ruxu] Kırılıyor. Caxçeşi pi3ari manişa t’ruxun. (AK-Döngelli) Kavak ağacının tahtası çabuk kırılır. → t’roxun


t’ua (AH-Borğola) z. Az kalsın (...) yapardı. Az kaldı (...) yapardı. [t’ua + perf.] Uşkurişi ncaz epti-dort’un. T’ot’i met’roxu do t’ua mebli. (AH-Borğola) Elma ağacına çıkmıştım. Dal kırıldı da az kalsın düşerdim. Xez na-miğun pupuliz nek’na elemantxuşi elemankanu do t’ua ok’obnağuri. (AH-Borğola) Elimde olan yara kapıya değince yaram acıdı da az kalsın bayılacaktım. Apxazi gyumruğişi polisik t’ua, nek’naşi fot’oğrafi na-gamabiği şeni, fot’oğrafişi makine go3’omiğu. (AH-Borğola) Abhaz gümrük polisi az kalsın, kapının fotoğrafını çektiğim için, fotoğraf makinemi elimden alırdı. Na-bipxort’i m3xuli xurxiz gelemadu do t’ua dobişkidi. (AH-Borğola) Yediğim armut gırtlağımda kaldı da az kalsın boğulurdum. → t’ora, t’uva


t’uafi (FN-Ç’anapet) s. Tuhaf. [< Arp.] Xasanik mdğora na-mi3’upe a m3ika t’uafi momixtu. - Çkva ağne t’uafi mogixtams-i ? Heyak na-zop’onspe ma p’anda t’uafi momixtams. (FN-Ç’anapet) Hasan’ın demin bana söyledikleri biraz tuhaf geldi. - İlk defa mı (= Daha yeni mi) sana tuhaf geliyor ? Onun söyledikleri her zaman bana tuhaf geliyor. t’evaffi; sefali[2]


t’ubi (PZ ~ ÇM) s. ve i. İkiz. Ayşe t’ubi bere kodvorinu. (ÇM-Ğvant) Ayşe ikiz çocuk doğurdu. Ayşe t’k’u çi ğoma mitonpe t’ubi bere dvayu. (ÇM-Ğvant) Ayşe dedi ki birilerinin ikiz çocukları oldu. → juroni; ekizi;t’k’ubişi; okonoç’k’ire; çiftişi

[t’ubi ar, t’ubi jur, t’ubi sum, t’ubi otxo, t’ubi xut, t’ubi aşi (ÇM) : (tavla oyununda) Hep-yek, dubara, dü-se, dört-cihar, dü-penç, dü-şeş.] Ali p’ot’e t’ubi ar var-at’oçen. (ÇM-Ğvant) Ali hiç hep-yek atamıyor. Ali t’uği ibirt’aşa p’anda t’ubi jur ot’omay. (ÇM-Ğvant) Ali tavla oynarken hep dubara atıyor. # T’ubi sum kovot’oçi / Ngolape megit’oçi / Be bozo sk’ani şeni / Şuri k’ek’evit’oçi. (ÇM-Ğvant, A.A.S.Y.) Dü-se attım / Yaylaları sana bıraktım / Ey kız senin için / Canımdan da vazgeçtim. # T’ubi otxo ot’oçi / Ar m3xuli cemit’oçi / Ar daya kot’oçana / E3’egimcğonar boçi. (ÇM-Ğvant, A.A.S.Y.) At dört-ciharı / At bir armut yukardan / Bir daha atarsan / Koçu önüne katacağım. # T’ubi xut ot’oçasi / Ar msk’va bozo naşk’vasi / Ora-ti var-golulun / Ordoşa moyselasi. (ÇM-Ğvant, A.A.S.Y.) Dü-penç atınca / Güzel kızı bırakınca (= güzel kızdan ayrılınca) / Zaman hiç geçmez / Sabah erken kalkınca. Ali xe topri ok’açun. P’anda t’ubi aşi ot’oçay. (ÇM-Ğvant) Ali eli ballı. Hep dü-şeş atıyor. → ara[2], jura, suma vs; jur-ari, jur-juri, jur-sumi vs; dort-ceari vs


t’ubina (PZ ~ ÇM ) s. ve i. Küçük ikiz. Xasanis t’ubina berepe uyonun. K’artik’artis hik’u numguran çi ok’vant’alen. (PZ-Cigetore) Hasan’ın ikiz çocukları var. Birbirine o kadar benziyorlar ki birbiriyle karıştırıyor.


t’ubi-pot’ra (ÇM) i. Evlerin veya bahçenin çift kanatlı çit kapısı. İkiz kapı. Oxori naxolasi ğoberi kon. Ar do didi t’ubi-pot’ra kocobun. (ÇM-Ğvant) Eve yaklaştıkça çit var. Bir de büyük çift kanatlı çit kapısı [çalışır durumda] var. → pot’ra; [bahçenin çit kapısı] t’ikşari, t’ik’şari; p’ot’ra


t’ubi-pot’rina (ÇM) i. Evlerin giriş kaplarında konan çift kanatlı asma yarım kapı. İkiz yarım kapı. Oxori nek’na ar do t’ubi-pot’rina kocuburan. (ÇM-Ğvant) Evin kapısında bir de yarım kapıları var. → p’ort’a, pot’rina


t’ubun (FN ~ AH) Aø har.f. Su ya da hava [aps.] ısınıyor. 3’k’ai t’ubun. (FN ~ AH) Su ısınıyor. Ora dot’ubu. (FN-Sumla) Hava ısındı. Ont’ulez mtviri ezdims. T’aoni m3ika dot’ubu. (AH-Lome) Tarlada kar kalkıyor. Havalar biraz ısındı. T’aoni dot’ubu. Beres p’eci mot-dolokunam. Amçxvapen. (AH-Lome) Havalar ısındı. Çocuğu kalın giydirme. Terliyor. Bağus na-ren uşkuri t’aroni na-t’ubun şeni ipti buğun. Ok’ule k3un. (AH-Borğola) Ambardaki elmalar hava ısındığı için ilk küflenir, sonra da çürür. → it’u3’anen, it’t’usanen; moit’u3anams; t’ubun, mot’ubun; t’ibun, it’iben; + ot’ubinams

part. t’ubineri : Isınmış. Isıtılmış. T’ubineri mja ini 3’k’ariz geludgare do haşoten yekten ikorinen. (FN-Ç’anapet) Kaynatılmış sütü soğuk suyun içine (kabıyla) yereleştirip hemen soğutulabilir.


t’uç’ani (PZ) i. Dükkân. [< Arp.] Ebak bere-muşi t’uç’anis ninç’inams. (PZ-Cigetore) Baba çocuğunu dükkâna ortak ediyor. → duk’k’ani, dukkyani


t’ufa (PZ) i. I. Buhar. → nefli; klesti, kresti; keşuri/ keşuyi

II. Kayıp. Yitmiş olan kimse. Ham bere soti var-iz*iren. Bolaç’i t’ufa var-iyuk’o. (PZ-Cigetore) Bu çocuk hiçbir yerde görülmüyor. Sakın buhar olmuş olmasın.


t’ufeği (AH) i. Tüfek. “T’ufeğik muç’o ot’k’omersya do 3adums. (AH-Lome) “Tüfek nasıl atıyordiye deneme yapıyor. Muammedik t’ufeğite k’ayi noğirams. (AH-Lome) Muhammet tüfekle iyi nişan alır. Nurik t’ufeği umeğiru not’k’oçams. (AH-Lome) Nuri tüfeği nişan almadan atıyor. Candamaz sungi so uğun ? T’ufeğiz var-nubun. Sungi palaskas mek’ideri uğun. (AH-Lome) Jandarmanın süngüsü nerede ? Tüfeğine takılı değil. Sügü palaskasına takılıdır. Memet’ik yani-çkimis hek’o t’ufeği ot’k’oçu ki uci dunga domavu. (AH-Borğola) Mehmet yanımda o kadar tüfek attı (= patlattı) ki kulağım sağır oldu. → tufeği, tuffeği


t’uği (ÇM) i. Tavla oyunu. Ali t’uği ibirt’aşa p’anda dubara ot’omay. (ÇM-Ğvant) Ali tavla oynarken hep dubara atıyor. Ali t’uği ibirt’aşa p’anda t’ubi jur ot’omay. (ÇM-Ğvant) Ali tavla oynarken hep dubara atıyor. → tavla, tavli, t’avlaIII


t’ukşi (ÇM) i. Fidanın [gen.] filizi. Ali mşk’velaşi t’ukşepe dolot’axuy. (ÇM-Ğvant) Ali fidanın filizlerini dibinden kırıyor. Ali an3’k’ili-t’ukşepe t’axuy. (ÇM-Ğvant) Ali dikenin filizlerini kırıyor. M3xuli-arapeşi t’ukşepe mturite k’oşk’ut’roxun. (ÇM-Ğvant) Armut dallarının filizleri kardan bir bölümü (= ara ara) kırılıyor.


t’ulumba (FN) i. [çoğ. t’ulumbape] Enjektör. [< Fra.] T’ulumbaşi lemşi memit’roxu. (FN-Ç’anapet) Enjektörümün iğnesi kırıldı→ igne; lemşiII


t’ulumi i. Tulum çalgısı. Gayda. Alişi berek t’ulumi oç’andinams. (PZ-Cigetor) Ali’nin çocuğu tulum çalıyor. Ali vrosi t’ulumi oç’andinay. (ÇM-Ğvant) Ali iyi tulum çalıyor. Ar Ağust’ozi seri ar k’ale map’p’azule çonape biseyiram. Ar k’ale t’ulumi biyucam. (AŞ-Ortaalan) Bir Ağustos gecesi bir taraftan ateşböceklerinin ışığını seyrediyorum. Bir taraftan tulum dinliyorum. Barani dulyaşe moxta-şkule ar k’ele t’ulumi geloç’andinamz do heşote moişvacun. (FN-Ç’anapet) Baran işten geldikten sonra bir taraftan tulum çalıyor ve dinleniyor. → guda; 3’em3’e; tulumi


t’urşi (PZ)(AŞ)(FN-Sumla)(HP) i. Turşu. T’urşi vikum. Muya-na diç’is kek’evuk’ati. Muya-na iyasen mevaşk’um. (PZ-Cigetore) Turşu yapıyorum. Ne gerekiyorsa kattım. Kendi halince (= ne olacaksa öyle) bırakıyorum. Xasanik çupis t’urşi dolont’orums. (PZ-Cigetore) Hasan küpün içine turşuyu sürükleyerek itiyor. T’urşi bdgum. (AŞ-Ok’ordule) Turşu kuruyorum. T’urşi-bidoni hik’u inç’ark’en-i ? Mu-tu on dizlap’u. (AŞ-Ok’ordule) Turşu bidonu o kadar sıkıştırılır mı ? Ne varsa ezildi. Taneri t’urşi-bidoni moyo3’uy. Xe doliğay. Gamiğay. (AŞ-Ok’ordule) Taner turşu bidonunun üstünü açıyor. Elini sokuyor. Çıkarıyor. T’urşi gebdgum./ T’urşi bikom. (FN-Sumla) Turşu kuruyorum. Han3’o dido p’raskaş t’urşi p’it. (FN-Sumla) Bu sene çok pırasa turşusu yaptık. T’urşi bikim. Mtelli şeyepe buk’atum. Muşebua ox’vapuşe mebaşkum. (HP-P’eronit) Turşu yapıyorum. Bütün şeyleri kattım. Kendi kendine olmaya bırakıyorum.

t’ruşi; mç’oxali, ç’arxala/ ç’axala[2], mç’axala, ç’axala[2]


t’urt’olums (FN) EA har.f. I. (FN-Ç’anapet) Eti veya mısırı [aps.] ateşin içine atıp acemice, yarısı küle karışmış, yanmış şeklinde kızartıyor.

II. (FN-Sumla) Doğrudan doğruya ateşe gösterip pişiriyor. → ot’uxnams; turtolums

part. t’urt’oleri : Doğrudan doğruya ateşe gösterilerek pişirilmiş. Xor3i şişiz mo3oneri do daçxuris t’urt’oleri nostonyai iven. (FN-Sumla) Etin şişe geçirilip doğrudan doğruya ateşe gösterilip pişrilmişi çok lezzetli olur.


t’urva[1] (AH) i. [çoğ. t’urvape] Torba. Ercanik k’oçi t’urvaz kodoloxunamz. (AH-Lome) Ercan adamı torbaya koyar (= adamı kandırıyor). Mincişi t’urva 3’rodun do nanak 3’uk’ali e3’ukaçams. (AH-Lome) Çökelek torbası süzülüyor da annem altından kazan tutuyor. T’urvapez ntxiri mot-naşkumert. Mtugik dolipxors. Çkar var-dut’alams. (AH-Lome) Torbalarda fındık bırakmayın. Fare yiyor. Hiçbir şey bırakmaz. T’urvape p’et’mezoni mot-naşkumer. Artikatiz ok’iç’aben. (AH-Lome) Torbaları pekmezli bırakma. Birbirine yapışıyor. Mtugi t’urvaz dolulun do doloxeşen gamaxorums. (AH-Lome) Fare torbanın içine girerek içerden kemirip deliyor. Metiniz xez t’urva elokaçun. Gzas miti va-rt’aşi na-e3’ulasen ntxirepe t’urvaz dolot’k’oçams. (AH-Lome) Metin’in elinde torba var. Yolda kimse olmayınca önüne gelen fındıkları torbaya atıyor. Berek t’urvaz xami orçak’ams. (AH-Lome) Çocuk torbaya [birçok kez] bıçak saplıyor. Berek t’urvaz xami norçak’ams. (AH-Lome) Çocuk torbaya [bir kez] bıçak saplıyor. T’urvaz na-ren lovape 3’rodun do 3’uk’alişe ok’in3’oren. (AH-Borğola) Torbada olan şıralar damlayarak kazana süzülüyor. → aç’uII; p’indi; t’orba


t’urva[2] (AK) i. [çoğ. t’urvape] Çuval. T’urvas lausti dilibğen. (AK-Döngelli) Çuvala mısır doluyor. Nazimik, nit’aşi t’urva-muşi dixas don3’aps. (AK-Döngelli) Nazım, giderken çuvalı yere değdiriyor. Mustafak mtxirişi t’urvape yesvarups. (AK-Döngelli) Mustafa fındık çuvallarını üst üste diziyor.K’oçik t’urvapeşi nok’epe muşa3’k’ips. (AK-Döngelli) Adam çuvalların ipliklerini söküyor. → ç’uvali; t’uvra


t’usa/ t’u3a (AŞ-Ortaalan) s. ve i. Sıcak. T’u3a lazut’t’i-cari şk’ala minci cet’t’ağaneri dido msk’va iyen. (AŞ-Ortaalan) Sıcak mısır ekmeği ile tavalanmış minci çok güzel oluyor. T’usa çayi na-var-aşven şeni oçuçunay. (AŞ-Ortaalan) Sıcak çayı içemediği için ılıtıyor (= ılıklaştırıyor). T’usa orape dere-çenari 3’ari momaben. Bisserinam. (AŞ-Ortaalan) Sıcak zamanlarda dere kenarında bana doğru dökülen su ile serinliyorum. Dido t’usa gayayna dere nut’t’ombali do dimçiri. (AŞ-Ortaalan) Sana çok sıcak olursa dereyi gölet yap da yüz. 3’ari dido t’usa iyuna kok’on3’ori. (AŞ-Ortaalan) Su çok sıcak olduysa [soğuk suyla] karıştır. T’u3a orape dondurma blosk’um. (AŞ-Ortaalan) Sıcak zamanlarda dondurma yalıyorum. → t’u3a, t’u3’a; t’ibu; [hava sıcak] mçxvapa, nçxvapa, mçxvopa/ çxvopa


t’usanoba (AŞ-Ortaalan) i. Sıcaklık. T’usanoba-orape golilu. (AŞ-Ortaalan) Sıcak zamanlar geçti. → t’u3anoba, t’u3’anoba


t’ut’a (AK) i. Kapı kolunun anahtar deliğini de içinde bulunduran metalik bir renkte olan aynamsı sac kısım.


t’ut’uci/ t’ut’t’uci (PZ ~ ÇM) i. Isırgan otu. T’ut’ucik miç’ums. (PZ-Apso) Isırgan otu beni açtıyor. T’ut’ucik miçvinams. (PZ-Cigetore) Isırgan otu beni acıtıyor. T’ut’t’uci uç’vinay. (ÇM-Mek’alesk’irit) Isırgan otu acıtıyor. Ali t’ut’uji so-nasvasen ufloxt’un. (ÇM-Ğvant) Ali’nin neresine ısırgan otu sürülse şişiyor. → çxap’a, oçxap’ule; diç’k’ici; onz*orale


t’ut’uli[1] (PZ ~ ÇM)(AH ~ HP ÇX)(AK) i. I. (PZ) (İnsan ve hayvanlarda) Baldır. İncik. Xasanik t’op’u na-ibirs şeni t’ut’ulepe-muşi mçxu on. (PZ-Cigetore) Hasan top oynadığı için baldırları kalındır. Andğa Xasanik xoci nok’vatu. Xor3’i-muşi gamaçamt’u. Ma-ti vidi do xocişi t’ut’ulepe-muşi kep’ç’opi. (PZ-Cigetore) Bugün Hasan öküz kesti. Etini satıyordu. Ben de gittim de öküzün baldırlarını aldım. → polo[2]; mpolo

II. (ÇM) 1. (İnsanda) Kıç ve baldır. Bere mundi var-nunkturasi t’ut’ulepe namç’itanen. (ÇM-Ğvant) Çocuğun altını değiştirmez isen kıç ve baldırları kızarır. 2. (İnsanda) Kalça. Bere t’ut’ulepe mçxu uğun. Ordoşa var-agzalasen. (ÇM-Ğvant) Çocuğun kalçaları çok kalın. Erkenden yürüyemeyecek. ([uyluk ve kalça] mesoğoni) 3. (Hayvanlarda) But. Ali na-nok’vatu pujişi ogindeni poloşi ar t’ut’uli ma komomçu. (ÇM-Ğvant) Ali kestiği ineğin ön bacak butlarından birini bana verdi.

III. (AH ~ HP ÇX)(AK) (Hayvanlarda) But. Damtirek kotumeşi t’ut’uli sicas uşinaxams. (AH-Lome) Kaynana tavuğun budunu damada saklıyor. Guberi kotumeşi t’ut’uli berobaşen doni k’ai mi3’ons. (AH-Borğla) Haşlanmış tavuğun budu çocukluğumdan beri hoşuma gider. Kotumeşi t’ut’uli dido nostoneri ix’ven. (AK-Döngelli) Tavuğun budu çok lezzetli olur. Zemskuşi t’ut’uli mç’ipe ren. Ama binciş pilavi k’ala k’ai iç’k’omen. (AK-Döngelli) Karatavuğun budu incedir. Ama pirinç pilavı ile iyi yenir.


t’ut’uli[2] (AŞ-Ok’ordule) i. (küçük çocuklarda) Vajinanın çevresi bütünü. Elif, t’ut’uli gazin. Komoitvi. (AŞ-Ok’ordule) Elifkızlık organların görünüyor. Kapat. → çuri


t’ut’uni i. Tütün. T’ut’unis 3’aneri şeni tasiluği cut’ams. (PZ-Cigetore) Tütüne seneye için tohumluk bırakıyor. [PZ-Cigetore’de hem tutuni hem t’ut’uni denir.] → tutuniI


t’ut’x’ulaps (ÇX) Aø har.f. I. Fokurduyor. 3’k’ari t’ut’x’ulaps. (ÇX-Çxalazeni, TM) Su fokurduyor. → xarxalams/ xarxalay; ixarxalenI; + ot’ut’x’ulaps

II. Haşlanıyor. → ixarxalenII


t’uva (AK) z. Az kalsın (...) yapardı. Az kaldı (...) yapardı. Kva mastolu. Var-vimt’e(r)et’ik’on t’uva mumat’asint’u. (AK-Döngelli) Bana taş attı. Eğer kaçmasaydım az kalsın bana çarpacaktı. → t’ora; t’ua


t’uvra (FN-Sumla) i. [çoğ. t’uvrape] Çuval. Büyük torba. Ntxirişi t’uvra mobi3’oni do vit’oxut kilo na-t’u koxobo3’oni. (FN-Sumla) Fındık çuvalını şöyle bir elle tarttım ve 15 kg olduğunu anladım. Mkveriş t’uvra sarğaz gyopatxams. (FN-Sumla) Un torbasını teknenin içine silkeliyor. Nez*i t’uvraşen gamixven. (FN-Sumla) Ceviz çuvaldan dışarı dökülüyor. Gyubreş t’uvrape oxori-skanişi k’ap’ulaz ek’egidvi. (FN-Sumla) Gübre çuvallarını evinin arkasına bıraktım. → ç’uvali; t’urva[2]


t’u3a (PZ-Cigetore)(ÇM)(AŞ-Ortaalan ~ AH)(ÇX)(AK) s. ve i. Sıcak. I. s. [genelde sıvı, katı cisim ve buhar hakkında] Sıcak. Andğa t’u3a kovali-caris şveni k’oşk’abdi do pşk’omi. (PZ-Cigetore) Bugün sıcak buğday ekmeğe içyağı koydum da yedim. T’u3a mjalva pşumt’işa xurt’uli omaç’u. (PZ-Cigetore) Sıcak süt içerken gırtlağım yandı. K’uk’minas na-doloret’u 3’ari t’u3a na-iyuşe Xasanik meyorums. (PZ-Cigetore) Güğümdeki su ısındığı için Hasan döküyor (= akıtıyor). Bere k’it’i t’u3a soba non3’ay. Gvaç’vasen. (ÇM-Ğvant) Çocuk parmağını sıcak sobaya değdiriyor. Yanacak. T’u3a orapez ncalepe xombun. (FN-Çanapet) Sıcak havalarda ağaçlar kuruyor. Nanak, berek gyayi na-geç’k’omu sağani t’u3a 3’k’ariten geçxums. (FN-Ç’anapet) Annem, çocuğun yemek yediği tabağı sıcak suyla yıkıyor. Nanak t’u3a 3’k’ayite na-naxu k’azaği dotxu. (FN-Ç’anapet) Annemin sıcak suyla yıkadığı kazak çekti (= küçüldü). Lazmaşen t’u3a kresti yulun. (FN-Sumla) Kemreden sıcak buhar çıkıyor. Si dahaluği t’u3a papaz omtur. (AH-Lome) Sen henüz soğmamış muhallebi içinde yüzüyorsun (= mec. Henüz hayatta bir şey görmüş değilsin). Çili-çkimik kçe do mç’ita porçape t’u3a 3’kari k’ala ok’onaxomt’uşi kçe porçaz mç’ita konuk’nams. (AH-Borğola) Eşim beyaz ve kırmızı gömlekleri sıcak su ile yıkarken beyaz gömleğe kırmızı bulaştırıyor. T’u3a mja mçire angiz ordo gekorun. (AH-Borğola) Sıcak süt geniş kapta erken soğur. T’u3a 3’k’arite xura var-mabonen. 3’kari gom3’k’orum do bibon. (AH-Borğola) Sıcak suyla banyo yapamıyorum. Suyu ılıştırıyorum da yıkanıyorum. T’u3a gyari gale xododgaşi manişa gekirun. (AK-Döngelli) Sıcak yemeği dışarıya koyarsan çabuk soğur. Zekak 3’k’ari dido t’u3a na-ren şeni gon3’k’orups. (AK-Döngelli) Zeliha su çok sıcak olduğu için ılıştırıyor. → t’u3’a, t’usa/ t’u3a; t’ibu

II. s. [hava hakkında] Sıcak. T’u3a ora mca var-ompunaşa naşk’vasi floxt’un. (ÇM-Ğvant) Sıcak zamanda (= yazın) sütü kaynatmadan bırakırsan kabarıyor (= köpürüyor). Handğa gale dido t’u3a ren. K’oçi upiz din3’en. (FN-Ç’anapet) Bugün dışarda çok sıcak. İnsan ter içinde kalıyor. T’u3a orapez t’ent’eli bincir. (FN-Ç’anapet) Sıcak havalarda çıplak yatıyorum. Tu3’a orapez ncalepe xombun. (FN-Çanapet) Sıcak havalarda ağaçlar kuruyor. Cuma-çkimi t’u3a orapez t’obaz doluk’ap’un do iserinamz. (FN-Ç’anapet) Kardesim sıcak günlerde dereye atlayıp serinliyor. Dido t’u3a ren. Upi bo3’rodinam. (FN-Sumla) Çok sıcak. Ter akıtıyorum (= üstümden ter süzülüyor). Dido t’u3a ivu do balucağiş fidepe beut’i melez. (FN-Sumla) Çok sıcak oldu ve domates fideleri soldu. T’u3a oraz k’oçiz şuri xurt’uliz konacinen. (FN-Sumla) Sıcak zamanlarda insanın nefesi boğazına dayanır, sıkışır. İnsan nefes alamaz olur. Rizak ham t’u3a t’aoniz daz*epunaz nun3’ams. Ala daçxuri var-akaçasen. (AH-Lome) Rıza bu sıcak havada dikenliği tutuşturuyor. Ama ateşi zapt edemeyecek. Dido mçxvapa ren. Baba t’u3az çkar var-naxondinen. Lumcişa vantilatori ofarfalams. (AH-Lome) Hava çok sıcaktır. Babam sıcağa hiç dayanamıyor. Akşama kadar vantilatör çalıştırıyor. Porça t’u3a t’aroniz ordo ileben. (AH-Borğola) Gömlek sıcak havada erken kirlenir. → mçxvapa, nçxvapa, mçxvopa/ çxvopa

III. i. Sıcak hava. Havanın sıcaklığı. Xasanik ham t’u3az kudi geitumers. (FN-Sumla) Hasan bu sıcakta fes giyiror. T’u3az Lazut’işi mkveriz ordo mşivi noxedun. (AH-Borğola) Sıcakta mısır ununa erken böcek konar.


t’u3anoba (PZ-Cigetore)(ÇM)(FN ~ AH)(AK) i. Sıcaklık. Ali t’u3anoba ognapu şeni 3’ulu k’iti ncavla dolvon3’ay. (ÇM-Ğvant) Ali sıcaklığı anlamak için (= ölçmek için) serçe parmağını süte daldırıyor. → t’u3’anoba, t’usanoba


t’u3’a s. ve i. (PZ-Apso)(AŞ-Ok’ordule)(HP-P’eronit) Sıcak. I. s. Doğani t’u3’a 3’ari gvabu do xe ufloxt’un. (AŞ-Ok’ordule) Doğan’a sıcak su döküldü de eli kabarıyor. Xasani t’u3’a cari korba muç’o dolitoray ! O3’edi ! (AŞ-Ok’ordule) Hasan sıcak ekmeği karnına nasıl çekiyor (= yutuyor) ! Bak ! → t’u3a, t’usa; t’ibu; [hava sıcak] mçxvapa, nçxvapa, çxvopa

II. i. T’u3’a ceçasi ançxvapen. (AŞ-Ok’ordule) Sıcak vurunca sıcaklanıyor. Ham3’o mç’ima va-mç’imu. T’u3’a zade iyusi uça urzenişi pavrepe cepurcun, izin. (AŞ-Ok’ordule) Bu sene yağmur yağmayıp sıcak çok olunca sihah üzümün yaprakları soluyor görünüyor.


t’u3’anoba (PZ-Apso)(AŞ-Ok’ordule)(HP-P’eronit) i. Sıcaklık. → t’u3anoba, t’usanıoba


t’u3ora (ÇM) i. [< t’u3a + ora] Yaz. T’u3ora ndğalepe gunze iyen. İnorape moxt’asi ndğalepe oim3’ulanen. (ÇM-Ğvant) Yaz günleri uzun oluyor. Kış gelince günler kısalıyor. İnora ndğalepe m3’ule iyen. T’u3ora moxt’asi ndğalepe goninzden. (ÇM-Ğvant) Kış günleri kısa oluyor. Yaz gelince günler uzuyor. → yazi; mçxvapora


t’vasun (AŞ-Ortaalan) Aø har.f. Silah vs [aps.] patlıyor. P’t’vasişşa opşk’omi. (AŞ-Ortaalan) Patlayıncaya kadar yedim. Bere maçxa condgu do t’vasuşşa 3’ari şu. (AŞ-Ortaalan) Çocuk su oluğuna dudaklarını dayayıp da patlayıncaya kadar su içti. → t’va3un, t’va3ums; t’avasun; dit’va3’ay, dit’k’va3’ams; t’k’va3’un; t’k’va3un; t’k’va3’ums/ t’k’va3’ups


t’va3ina (AŞ-Ortaalan) s. Çatlak. T’va3ina boru oziru şeni uci konodvi. 3’ari na-şişilay yeri ognare. (AŞ-Ortaalan) Çatlak boruyu bulmak için kulağını daya. Suyun şırıldadığı yeri duyacaksın.


t’va3ineri (PZ ~ AŞ-Ok’ordule) i. [< t’va3un/ t’va3ums fiilinin partisipi] Yarık. Pi3arişi t’va3ineris zift’i k’oşk’obun. (PZ-Cigetore) Tahtanın yarığında katran akıtılmış halde duruyor.


t’va3un[1]/ t’va3ums (PZ), t’va3un[1] (AŞ-Ok’ordule) Aø har.f. Silah vs [aps.] patlıyor. Dok’anaşe t’va3un. (PZ-Cigetore) Tabanca patlıyor. Gzalepe tva3u. Çoylik let’a k’oşk’obğams. (PZ-Cigetore) Yollar patladı. Köylü toprağı ortasına döküyor. Oxorişi p’ici t’va3u. Caşk’vasen. (PZ-Cigetore) Evin kapı önü çatladı. Çökecek. Ali ! 3’ari xortumi t’va3u. Him menzgipuy. Seri moxtasen. (AŞ-Ok’ordule) Ali ! Su hortumu patladı. Onu (yama amaçlı) tıkasın. Gece gelecek. 3’ale 3’ari-purengi t’va3u. Ali-şk’uni hey eşk’antxoruy. (AŞ-Ok’ordule) Aşağıda su borusu patladı. Ali’miz orayı kazıyor. Amort’isorişi çoruği t’va3u. Nena ikums. (AŞ-Ok’ordule) Amortisörün körüğü patladı. Ses yapıyor. → dit’va3’ay; t’vasun; dit’k’va3’ams; t’k’va3’un; t’k’va3un; t’k’va3’ums/ t’k’va3’ups; + it’va3en

part. t’va3ineri : Çatlak. Xasanişi çupi t’va3ineri on. P’ek’mezi-muşi 3’ur3’un. P’i şk’omanşa içodasen. (PZ-Cigetore) Hasan’ın küpü çatlaktır de pekmezi sızıyor. Yemezden bitecek.

+ ut’va3un[1] AD har.f. 1. Birine ait bir şey patlıyor. 2. mec. Birinin (yüreği) parçalanıyor. Ödü kopuyor. . Bere ibgarasi ar eyoduy çi guri git’va3asen. (ÇM-Ğvant) Çocuk ağlayınca bir dövüyor ki yüreğin parçalanır.


t’va3un[2] (ÇM) Aø har.f. 1. Cevizin yeşil kabuğu vs [aps.] patlıyor. Nezi-ğampupe t’va3u. Aşk’va işk’omen. (ÇM-Ğvant) Cevizin yeşil kabukları çatladı. Artık yenebilir. 2. Kurumuş çamur vs [aps.] çatlıyor. Xombula let’a t’va3un. (ÇM-Ğvant) Kurumuş çamur çatlar (= çatlaklar oluşur). ≠ dit’va3ay

+ ut’va3un[2] AD har.f. Birinin [dat.] dudağı vs [aps.] soğuktan patlıyor. İnite leşk’i mit’va3u. Din3xiri cemalen. (ÇM-Ğvant) Soğuktan dudağım çatladı. Kanıyor.